EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA RUM SURESİ 7. ve 8. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
7- Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.(4)
8- Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı?(5) Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır.(6) Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.(7)
AÇIKLAMA
4. Yani, “Ahirete işaret eden birçok ayetler ve deliller bulunmasına ve insanların bundan gafil olmasına hiçbir sebep bulunmamasına rağmen, insanlar yine de kendi dar-görüşlülükleri nedeniyle ahiretten gafil kalıyorlar. Onlar dünya hayatının sadece görünen ve yüzeyde olan kısmını görüyorlar, onun arkasındaki gerçeklerden ise tamamen habersizler. Yoksa Allah’ın onları bu konuda uyarmasında hiçbir eksiklik ve gevşeklik yok.”
5. Bu, ahiret için başlıbaşına bir delildir. Bununla şöyle denilmek isteniyor: “Bu insanlar, değil dışarıdaki tezahürleri, sadece kendi nefisleri hakkında tefekkür etselerdi, kendi içlerinde, bu hayattan başka ikinci bir hayatın varolmasının zaruri olduğunu tespit edeceklerdi. İnsanı dünyadaki diğer yaratıklardan ayıran üç özgün özellik vardır. 1) Arz ve onun çevresindeki sayısız varlık ona boyun eğmiş ve insana onlardan yararlanmasını sağlayacak büyük güçler verilmiştir. 2) İnsan, kendisi için dilediği hayat tarzını seçmekte serbest bırakılmıştır. Dilediği gibi imanı veya küfrü, itaati veya isyanı, fazilet veya sapıklığı seçebilir. Doğru olsun, yanlış olsun, seçtiği her yolda ona, o yolu takip etmesi için yardım edilir. Seçilen yol Allah’a itaat veya O’na isyan olsun, insanın Allah’ın verdiği tüm kaynak ve araçları kullanıp tüketmesine izin verilmiştir.
3) İnsana, istek dışı veya istek dahili hareketleri birbirinden ayırd edebilmesine yarayan içgüdüsel bir ahlâkî duyum bahşedilmiştir. O, istek dahili hareketleri iyi veya kötü diye belirler ve içgüdüsel olarak iyi bir hareketin mükafatlandırılıp kötü bir hareketin cezalandırılması gerektiği kararına varır.
İnsanın kendi nefsinde bulunan bu üç özellik, insanın yaptıklarından hesaba çekileceği, kendisine verilen güçleri emrine sunulan dünya üzerinde nasıl tasarruf ettiğinin sorulacağı, kendisine verilen seçme hürriyeti sonucunda doğru mu, yoksa yanlış yolu mu seçtiğinin görüleceği, irade dahili yaptığı hareketleri hakkında hüküm verilip iyi davranışlarının mükafatlandırılacağı ve kötü davranışların cezalandırılacağı bir zamanın varolması gerektiği gerçeğine işaret eden özelliklerdir. Bu zaman, insanın hayat faaliyetleri sona erdiğinde ve amel defteri kapandığında gelecektir, daha önce değil. Ve bu an, sadece bir kişinin veya bir milletin değil, bütün insanlığın amel defterlerinin kapandığı bir zamanda olmalıdır. Çünkü bir insanın veya bir milletin geçip gitmesiyle, o insanın veya o milletin davranışlarının etkisi hemen sona ermemiştir. O kişinin bıraktığı etki de onun amel defterine yazılmalıdır. Bu etkilerin geçerli olduğu dönem gözönüne alınmaksızın, nasıl hesap kapatılıp ceza ve mükafatlar adaletle sahiplerine verilebilir? O halde insanın kendi nefsi de, dünyada insanın işgal ettiği konumun bu dünya hayatından başka, bir mahkemenin kurulacağı ve insanın yaptıklarının adilce yargılanıp her insanın amellerine göre ceza veya mükafat göreceği başka bir hayat daha olmasını gerekli kıldığına şehadet etmektedir.
6. Bu cümlede ahiretle ilgili iki delil daha yer almıştır. İnsan kâinatın düzenini iyice incelediğinde çok belirgin olan iki noktayı keşfedecektir. Birincisi; Kâinat hak ile yaratılmıştır. O bir çocuğun oyalanacağı ve yapılıp bozulmasının hiçbir anlamı olmayan bir oyuncak değildir. Tam aksine, her parçası kendisinin büyük bir hikmet sonucu yaratıldığına şehadet eder, onu oluşturan her bölüm bir kanuna tabidir ve ondaki herşeyin ardında bir gaye yer alır. İnsanın tüm sosyal ve ekonomik hayatı, tüm sanatlar ve bilimler, insanın yaptığı herşeyin eşyanın ardındaki konu ve amacı tespit etmesi ile mümkün olduğuna şehadet etmektedir. Eğer insan kuralsız ve amaçsız bir oyuncak dükkanına yerleştirilmiş bir kukla olsaydı, bilim, medeniyet ve sosyal hayat gibi şeyler olmazdı.
Şimdi bu dünyayı böyle hikmet ve düzen içinde yaratan, onun içine büyük zihnî ve fiziksel yeteneklere, güç ve yetkilere sahip, seçme ve davranış özgürlüğü, ahlâkî duygusu bulunan kendisine sınırsız dünya kaynaklarının emanet edildiği insan gibi bir yaratık yerleştiren o hikmet sahibi varlığın, insanı gayesiz ve amaçsız yaratmış olması mümkün müdür? İnsan, hem iyilik, hem kötülük, hem adalet, hem haksızlık yapacak, hem sevap, hem günah işleyecek ve sonunda toprak olacak da, onun iyi ve kötü amelleri hiçbir meyva vermeyecek mi? Yani insanın her davranışı, iyi veya kötü, hem kendi hayatını, hem kendisi gibi binlerce insanın hayatını, hem de dünyanın sayılamayacak denli çok varlığın hayatını etkilediği halde, onun amel defteri öldükten sonra bir daha hesap yazılmamak üzere kapatılacak mı?
Kâinatın düzeninde, iyi bir gözlem sonucunda farkedilen diğer gerçek ise, bu düzende hiçbir şeyin ölümsüz olmayışıdır. Herşeyin ölümünü ve yaşam süresini belirleyen bir eceli vardır. Aynı şey kâinatın kendisi için de geçerlidir. Burada işleyen bütün güçler sınırlıdır. Bunlar sadece belirli süreler için vardır, zaman içinde yok olmaya mahkumdurlar ve bu düzen mutlaka bir gün sona ermek zorundadır. Dünyanın ezelî ve ebedî olduğunu söyleyen eski filozof ve bilim adamlarının, bu görüşleri, sadece bilgisizliğe dayanmaktadır. Fakat modern bilim, yüzyıllardan beri ateistlerle Allah’a inananlar arasında, dünyanın ebedî mi, geçici mi olduğu konusunda süre gelen tartışmada reyini, Allah’a inananlar tarafına vermiştir. O zaman ateistlerin, hiçbir dayanağı kalmamıştır. Onlar şimdi mantık ve bilgiye dayandıklarını söyleyerek dünyanın ezelden beri varolduğunu, sonsuza dek varolacağını ve tekrar dirilişin vuku bulmayacağını iddia etmektedirler. Eski materyalist inanç, maddenin yok olamayacağı, sadece şeklinin değişebileceği, fakat her değişiklikten sonra, miktarında azalma veya artma olmaksızın maddenin yine madde olarak kalacağı fikrine dayanıyordu. Bu nedenle maddî dünyanın ne başlangıcı ne de sonunun olmadığı kabul ediliyordu. Fakat şimdi atom enerjisinin keşfi, tüm materyalist felsefeyi kökünden sarstı. Enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüştüğü ve ne şeklin, ne de görünüşün sürekli aynı kalmadığı açığa çıkmış oldu. Termodinamiğin İkinci Kanunu, bu dünyanın ezelden beri varolmadığını ve sonsuza dek de varolmaya devam edemeyeceğini ispatlamış bulunmaktadır. Evren zaman içinde bir anda meydana gelmiştir ve yine bir zaman gelecek, yok olacaktır. O halde artık, bilimsel olarak ahireti inkâr etmek mümkün değildir. Tabii ki, bilimin teslim olduğu yerde, felsefe de fazla direnemeyecektir.
7. “İnsanların çoğu ……… inkâr ederler.” Yani öldükten sonra Rablerinin huzurlarına çıkacaklarına inanmazlar.