sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA SAFFAT SURESİ 107. ve 113. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA SAFFAT SURESİ 107. ve 113. AYETLER
03.03.2022
619
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

107- Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.(66)
108- Sonra gelenler arasında da ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
109- İbrahim’e selam olsun.
110- Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
111- Şüphesiz o, bizim mü’min olan kullarımızdandır.
112- Biz ona, salihlerden bir peygamber olarak İshak’ı müjdeledik.
113- Ona da, İshak’a da bereketler verdik.(67) İkisinin soyundan, ihsanda bulunan (muhsin olan) da var, açıkça kendi nefsine zulmetmekte olan da.(68)

AÇIKLAMA

66. “Büyük bir kurbanlık” ifadesi ile Kitab-ı Mukaddes’e göre de İslâmi kaynaklara göre de, Allah’ın bir melek vasıtasıyla Hz. İbrahim’e oğlunun yerine kurban etmesi için gönderdiği “koç” kastedilmektedir. “Büyük bir kurbanlık” denmesinin nedeni ise, onun Hz. İbrahim’in hatırı için gönderilmesi ve sabırlı, fedakâr oğlunun canının bedeli için bir fidye olmasıdır. Bu yüzden Allah, Hz. İbrahim’in o emsali düşünülemeyen kurban niyetini, bu koç ile yerine getirmesini istemiştir. Bunun yanısıra “Büyük bir kurbanlık” denmesinin diğer bir nedeni de Hz. İbrahim’in sünnetinin kıyamete kadar sürmesi ve müminlerin tarih boyunca, o teslimiyet olayını, hayvanları kurban etmek suretiyle canlı tutmalarının istenmesidir.

67. Hadisenin bu bölümünde, Hz. İbrahim’in sözü edilen oğlunun hangisi olduğu sorusu ile karşı karşıyayız. Öncelikle Kitab-ı Mukaddes’e şöyle bir bakalım: “Allah İbrahim’i imtihan etti ve dedi ki: “Ey İbrahim! Tek ve yegâne sevdiğin oğlun İshak’ı yanına alarak Merish ülkesine git ve orada benim göstereceğim dağlardan birinde onu kurban et.” (Doğuş, 22:1-2)

Bu satırlarda dikkate değer iki nokta vardır. Birincisi, kurban edilecek evladın, Hz. İshak olduğu belirtilmiştir. İkincisi, bu çocuğun Hz. İbrahim’in tek evladı olduğu söylenmiştir. Oysa bizzat Kitab-ı Mukaddes’in diğer yerlerinden bu sözlerin tamamıyla yanlış olduğu anlaşılıyor. Meselâ Kitab-ı Mukaddes’in şu paragrafına bakalım:

“Ve İbrahim’in zevcesi Sârâ’nın hiçbir çocuğu yoktu. O’nun Mısır’lı bir hizmetçisi vardı. Adı Hacer idi. Sârâ, İbrahim’e dedi ki; “Bak Allah beni çocuk sahibi olmaktan mahrum etmiştir. Onun için sen benim hizmetçinin yanına git. Belki böylece evimiz neş’e ile dolar.” Ve İbrahim Sârânın dediğini yaptı. Ve İbrahim Ken’an ülkesinde 10 seneden beri kalıyordu ve işte o sıralarda karısı Sârâ kendi hizmetçisini ona verdi ki onun karısı olsun. Ve o Hacer’in yanına gitti ve o hamile kaldı.”(Doğuş: 16:1-3)

“Allah meleği, ona dedi ki: “Sen hamilesin ve sen bir erkek çocuğu dünyaya getireceksin, adını İsmail koy.” (Doğuş 16:11)

“İbrahim ve Hacer’den İsmail doğduğu zaman İbrahim 86 yaşındaydı.” (Doğuş:16:16)

“Ve Allah İbrahim’e dedi ki, senin karın olacak Sârâ’dan da sana bir erkek çocuk bahşedeceğim. Adını İshak koyarsın… O gelecek yıl aynı tarihte Sârâ’dan doğacaktır… O zaman İbrahim, oğlu İsmail’i ve evin diğer erkeklerini yanına aldı ve aynı gün Allah’ın emriyle onları sünnet etti. İbrahim 99 yaşında sünnet oldu. İsmail ise sünnet olduğu zaman 13 yaşındaydı.” (Doğuş: 17:15-25)
“Ve oğlu İshak doğduğu zaman İbrahim 100 yaşında idi. (Doğuş:21:5)

Bu ifadeler ile Kitab-ı Mukaddes’in içine düştüğü çelişki kendiliğinden ortaya çıkıyor. Şöyle ki, 14 yaşına kadar Hz. İbrahim’den tek evladının kurban edilmesini istemişse, o İsmail olmalıdır. Yok eğer Allah, Hz. İshak’ın kurban edilmesini istemişse, o zaman onun Hz. İbrahim’in tek evlâdı olduğunu söylemek yanlış olur.

Bu hususda İslâm kaynaklarında da derin ihtilaflar vardır. Müfessirlerin bir bölümünün sahabeler ve tabiilerden naklettikleri hadislere göre kurban edilmesi emrolunan çocuk Hz. İshak’dı. Bu grupta şu isimler yer almaktadır:

Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Abdullah b. Mes’ud, Hz. Abbas b. Abdulmuttalib, Hz. Abdullah b. Abbas, Hz. Ebu Hureyre, Katâde, İkrime, Hasan Basri, Saîd b. Cübeyr, Mücahid, Şâ’bî, Mesruk, Mekhûl, Zuhrî, Atâ, Mukâtil, Süddî, Ka’b’ul-Ahbar, Zeyd b. Eslem.

İkinci grupta yer alanlar ise, kurban edilmesi emrolunan çocuğun Hz. İsmail olduğunu savunuyorlardı ki, bunlar şöyle sıralanabilir: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali, Hz. Abdullah b. Ömer, Hz. Abdullah b. Abbas, Hz. Ebu Hureyre, Hz. Muaviye, Hz. İkrime, Hz. Mücahid, Hz. Yusuf b. Mehren, Hz. Hasan Basri, Hz. Muhammed b. Ka’b el-Kurzî, Şâ’bî, Hz. Said b. Müseyyeb, Dahhâk, Hz. Muhammed b. Ali b. Hüseyin (İmam Muhammed el-Bâkır) , Hz. Rebî b. Enes ve Hz. İmam Ahmed b. Hanbel v.s.

Bu iki listeyi birbiriyle karşılaştırınca bazı isimlerin müşterek olduğunu görürüz. Yani aynı zat’ın değişik hadisler naklettiği belirtilmiştir. Meselâ, İkrime’nin Abdullah b. Abbas’dan naklettiği hadise göre kurban edilmesi emrolunan çocuk Hz. İshak’tı. Fakat Atâ b. Ebi Rebâh’ın yine Hz. Abdullah b. Abbas’tan naklettiği hadis şöyledir: “Yahudiler, kurban edilmesi istenilen çocuğun İshak olduğunu iddia ediyorlar. Ama Yahudiler yalan söylemektedir.” Aynı şekilde Hasan Basri’nin, Hz. İshak’ın “zebih” (Allah yolunda kurban edilen) olduğuna dair bildiği bir hadis var. Fakat, Amr b. Ubeyd’in ifadesine göre, Hasan Basri, Hz. İsmail’in zebih olduğu konusunda hiç tereddüt etmiyordu.

Hadisler ve tefsirlerde bu konuda ortaya çıkan anlaşmazlık, gayet doğal olarak ulema ve fakihlerin de iki ayrı kampa bölünmesine yol açmıştır. Nitekim, İbn Cerir ile Kâdı İyâz v.s reylerini kesinlikle Hz. İshak lehine vermişlerdir. İbn Kesir gibi alimler ise kesinlikle Hz. İsmail’in zebih olduğuna karar vermişlerdir. Fakat Celalettin Suyuti gibi alimler de ortada kalmış ve kesin bir tavır takınmaktan kaçınmışlardır. Fakat elimizdeki bütün kaynakları bilimsel ve objektif şekilde değerlendirecek olursak “zebih”in, Hz. İsmail olduğuna karar verebiliriz. Bu hususta şu delilleri öne sürebiliriz.

1) Saffat Suresi’nde, Hz. İbrahim’in anayurdundan ayrılırken Allah’tan kendisine salih bir evlat ihsan etmesini istediği belirtilmiştir. Buna cevap olarak, Allah kendisine halim (uysal ve mütevazi) bir evlat bahşedeceğini müjdelemiştir. Olayların gelişmesi, Hz. İbrahim’in o an içinde bulunduğu şartlar ve konuşma tarzı, Hz. İbrahim’in duasını evlatsız olduğu bir sırada yaptığını gösteriyor. Müjdelenen çocuğun da onun ilk erkek çocuğu olduğu anlaşılıyor. Ayrıca surenin dili, üslûbu ve hadisenin mahiyeti aynı çocuğun delikanlılık çağına geldiği zaman Hz. İbrahim’in onu Allah’ın arzusuna göre kurban etmeye karar verdiğini de gösteriyor. Böylece, Hz. İbrahim’in ilk evladının Hz. İsmail olduğu kesinlikle ortaya çıkıyor. Buna ilaveten Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in iki oğlundan bahsedilirken, isimleri de sıra ile anılmıştır: “Bana ihtiyarlığımda İsmail ve İshâk’ı bahşeden Allah’a hamdedirm.” (İbrahim:39)

2) Kur’an-ı Kerim’de Hz. İshâk’ın doğacağına dair verilen müjdede kendisi için “ilim sahibi” (Zariyat: 28) kelimesi kullanılmıştır. Hicr Suresi’nde de şöyle denilmiştir. “Biz seni alim bir evlad ile müjdeliyoruz.”(53) . Fakat Sâffât Suresi’nde müjdelenen çocuğun “halîm” (uysal, mütevazi) olduğu beyan edilmiştir. Demek ki, her iki çocuk ayrı ayrı huy ve karaktere sahiptiler. Hz. İsmail’in karakterinin belirgin özelliğinin “halîm” olduğu anlaşıldıktan sonra, kurban edilmesi emrolunan çocuğun Hz. İsmail’den başka birisinin olmadığı da sanırız anlaşılmış olacaktır. Zira, Hz. İbrahim tarafından kurban edilmesi istenen çocuğun âlim değil, halîm olduğu Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir. Ayrıca halîm olan ilk çocuk ancak delikanlılık çağına yaklaştığı zaman âlim olan ikinci çocuk doğmuştu. İkinci çocuğun doğacağına dair müjde de ancak kurban vakasından sonra verildiğine göre, kurbanlık muhakkak Hz. İsmail’di.

3) Kur’an-ı Kerim’de, Hz. İshâk’ın doğacağına ilişkin müjde verilirken İshâk’ın da Yakub adında bir çocuğa sahip olacağı belirtilmiştir. “Ayakta duran İbrahim’in zevcesi güldü. Biz de ona İshâk’ı, onun ardında da Yakub’u müjdeledik.” (Hûd: 71)

Şimdi, Hz. İbrahim rüyasında ileride olacak bir çocuğunu boğazlerken görmüş olsaydı, Allah’ın onun gerçekten kurban edilmesini istediğine ihtimal vermezdi. Zira, bu çocuk kurban edildiği takdirde onun Yakub adında bir evladın babası olması sözkonusu olamazdı. Allame İbn Cerir, bu delili çürütmek maksadıyla diyor ki, belki de Hz. İbrahim rüyasını, Hz. İshâk, Yakub adında bir erkek çocuğuna sahip olduktan sonra görmüştü. Fakat bu çok uzak ve gülünç bir tahmindir. Zira, Kur’an-ı Kerim, kurban edilmesi istenen çocuğun “babasıyla beraber koşacak yaşa geldiği” zaman kurban edilmeye götürüldüğünü açık bir dille ifade ediyor. Herhangi bir önyargısı olmayan bir kişi bu cümleyi okuyunca kurbanlık çocuğun ancak 8-10 veya en fazla 12-13 yaşlarında olduğunu düşünecektir. Çoluk çocuk sahibi bir gençten sözedilirken böyle bir ifadenin kullanılabileceği düşünülemez.

4) Kur’an-ı Kerim’de kurban vak’asının tümü anlatıldıktan sonraki ayetlerde Hz. İbrahim’e “Peygamber olacak İshâk adında salihlerden bir evladın müjdelendiği,” belirtilmiştir. Bu ayetlerden de kurbanlık çocuğun Hz. İshâk olmadığı belli oluyor. Aksine, önce İsmail adında başka bir çocuğun müjdelendiği ve babasıyla beraber koşacak yaşa geldiği zaman onun kurban edilmesinin istendiği ifade edilmiştir. Hz. İbrahim bu imtihandan başarıyla geçtikten sonra ona İshâk adında başka bir çocuk müjdelenmiş oldu.

Olayların bu zinciri ve sıralaması, kurbanlık çocuğun Hz. İshâk olmadığını, aksine bu çocuğun İshâk’dan birkaç sene önce doğmuş olduğu açık seçik bir şekilde ortaya çıkarıyor. Allame İbn Cerir bu açık delili şu tezle reddediyor: İlk önce İshâk’ın doğacağı müjdelenmişti ve o, Allah’ın dileği üzerine ölmeye hazır olunca ona mükâfat olarak peygamberlik verileceği bildirilmişti. Ne var ki, İbn Cerir’in bu delili eskisinden daha da zayıftır. Çünkü gerçekten böyle birşey olsaydı, o zaman Allah “Ona salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik” yerine “Aynı çocuğun salihlerden bir peygamber olacağını ona müjdeledik” ifadesini kullanırdı.

5) Güvenilir rivayet ve hadislere göre Hz. İsmail’in fidyesi olarak kurban edilen koçun boynuzu Ka’be’de Abdullah b. Zübeyr (r.a) dönemine kadar muhafaza edilmişti. Daha sonra, Haccac b. Yusuf, Harem’de İbn Zübeyr’i kuşatıp Ka’be’yi yerle bir edince bu boynuz da ortadan kayboldu. İbn Abbas ve Amir b. Şâ’bi bu boynuzu Ka’be’de gördüklerini belirtiyorlar. (Bkz. İbn Kesir) . Bu gösteriyor ki, Kurban vak’ası Suriye’de değil, Mekke-i Muazzama’da vuku bulmuştu ve kurbanlık Hz. İsmail’di. Çünkü böyle olmasaydı, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından inşa edilen Ka’be’de kurban vak’asının bir hatırası olarak boynuz saklanmazdı.

6) Arap rivayetlerine göre Araplar yüzyıllar boyu Kurban vak’asının Mina’da meydana geldiğine inanagelmişlerdi. Ve tâ o zamandan başlayarak Hz. Peygamber (s.a) zamanına kadar, hacılar Mina’ya gidip Hz. İbrahim’in geleneğine göre kurban kesmişlerdi. Daha sonra Hz. Muhammed (s.a.) peygamberlik payesine yükselince bu geleneği İslâmiyet’in Hacc farizasının bir parçası haline getirdi. Bugün dahi Müslüman Hacılar 10 Zilhicce tarihinde kurbanlıklarını Mina’da kesiyorlar. Geçen 4500 yıldan beri kesintisiz sürdürülen bu gelenek, Hz. İbrahim’in kurban etmek istediği oğlunun İshâk değil, İsmail olduğunun inkar edilmez bir kanıtıdır. Hz. İshâk’ın soyundan oldukları bilinen Yahudiler ile Hıristiyanlar arasında müslüman ümmeti gibi, bütün milletin belirli bir sürede kurban kesmesi veya bunun gibi Hz. İbrahim’in kurban kesmesinin bir anısı olarak sürdürülen bir gelenek yoktur.

Bunlar öylesine sağlam ve inkâr edilmez delillerdir ki, bunların ortada bulunmasına rağmen bizzat müslümanların bazı ileri gelenlerinin, Hz. İshâk’ı “zebih” (kurbanlık) olarak neden kabul ettiklerine hayret edilebilir. Yahudilerin böyle iftihar edilmesi gereken bir olayı, Hz. İsmail yerine ataları olan Hz. İshâk’a maletmeleri anlaşılır birşeydir. Ama müslümanların bir grubunun bu haksızlığı kabullenmelerine ne demeli? Allame İbn Kesir bu sorunun gayet tatminkar cevabını meşhur tefsirinde vermiştir:

“Gerçeği ancak Allah bilir. Fakat dikkat edildiğinde, Hz. İshâk’ın zebih (kurbanlık) olmasıyla ilgili bütün hadis ve rivayetlerin Ka’b’ul-Ahbar tarafından nakledildiği ortaya çıkar.
Bu zat, Hz. Ömer döneminde müslümanlığı kabul etmişti ve Müslümanlara, Yahudi ve Hıristiyanların kitaplarından pasajlar okurdu. Ka’b’ul-Ahbar’ın okuduğu parçaları önceleri sadece Hz. Ömer dinlerdi, daha sonra bazı kimseler de bunları dinlemeye başladılar. Böylece, Ka’b’ın bazı doğru, yanlış ve uydurma hikaye ve masallarını da müslümanlar dinler hale geldiler. Halbuki, ümümetin Ka’b’ın bilgi hazinesine ihtiyacı yoktu.”

Bu konuya Muhammed b. Ka’b Kurazî’nin bir hadisi de ışık tutuyor. Muhammed b. Ka’b Kurazî diyor ki; “Bir defasında benim yanımda Hz. Ömer b. Abdülaziz ve bazı diğer arkadaşlar arasında “zebih”in İsmail mi, yoksa İshâk mı olduğu tartışması çıktı. Toplantıda daha önce Yahudi ama sonradan müslüman olan dindar bir zât da vardı. O dedi ki, “Ey müminlerin emiri! Vallahi billahi, zebih, Hz. İsmail’di. Yahudiler bu gerçeği çok iyi biliyorlar, fakat Araplara karşı kin ve kıskançlıkları olduğu için Hz. İshâk’ın zebih oluduğunu iddia ediyorlar.” (İbn Cerir)
Bu iki olayı biraraya getirip inceleyecek olursak, Hz. İsmail’in kurban oluşuyla ilgili ortaya çıkan ihtilafın Yahudilerin sinsi ve planlı bir propagandasının sonucu olduğunu anlayabiliriz. Müslümanlar başından beri ilmi konularda toleranslı davrandıkları için Yahudiler tarafından nakledilen rivayetleri birer tarihi gerçek olarak kabul ediverdiler ve bunları yeterince araştırıp, ölçüp, biçip reddetmediler.

68. Bu cümleyle Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme kıssasının niçin beyan olunduğu açıklanmaktadır. Hz. İbrahim’in (a.s) iki oğlundan iki soy ve kavim türemiştir. Birincisi, kendilerinden dünyanın büyük bir bölümüne yayılmış olan iki dinin (Yahudilik ve Hıristiyanlık) çıktığı İsrailoğullarıdır. İkincisi ise, Hz. İsmail’in torunları olan Araplardır.

Nitekim Arapların içinde oldukça önemli bir konumda bulunan ve Mekke’de yaşayan Kureyş kabilesi, Hz. İsmail’in, ataları olduğuna ve kendilerinin de onun dini üzerinde bulunduklarına inanıyorlardı. Böylece Hz. İbrahim ‘in (a.s) ismi yeryüzünde bu iki oğlu sayesinde yükselmiş ve bu iki nesil vasıtasıyla da yayılmıştır. Oysa yeryüzünden birçok soy ve sülale geçmiş olmasına rağmen bugün onlardan çoğunun ismi bile bizlere intikal etmemiştir. Burada Allah Teâlâ bu soyun tarihçesini beyan etmek suretiyle, Hz. İbrahim’in her iki nesline de, onlar Allah’a ihlasla iman etmelerinden ötürü, böyle bir şerefin kendilerine nasip olduğunu, yaptıkları fedakârlıklarının gelecek nesillere bırakıldığını hatırlatmaktadır: “Atanız, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshâk, Allah’ın muhlis kulları oldukları için şerflendirilmişlerdir, yoksa tesadüfen seçilmemişlerdir. Çünkü onlar ihlaslarını isbat etmişlerdir. Şimdi ise sizler onların torunları olmakla övünüyorsunuz. Oysa sırf onların torunları olmakla benim nimetlerime layık olamazsınız. Biz en çok muhlisleri mükâfatlandırır ve zalimlere de hak ettikleri şekilde cezalarını veririz.”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.