EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA SAFFAT SURESİ 114. ve 125. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
114- Andolsun, biz Musa’ya ve Harun’a lütufta bulunduk.
115- Onları ve kavimlerini o büyük üzüntüden kurtardık.(69)
116- Onlara yardım ettik, böylece üstün gelenler onlar oldular.
117- Ve ikisine anlatımı-açık olan kitabı verdik.
118- Onları dosdoğru olan yola yöneltip-ilettik.
119- Sonra gelenler arasında da ikisine (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
120- Musa’ya ve Harun’a selam olsun.
121- Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
122- Şüphesiz ikisi, bizim mü’min olan kullarımızdandırlar.
123- Gerçekten İlyas da, gönderilmiş (peygamber) lerdendi.(70)
124- Hani kendi kavmine demişti ki: “Siz korkup sakınmaz mısınız?”
125- “Siz Ba’l’e(71) tapıp da yaratıcıların en güzeli (olan Allah’ı) mı bırakıyorsunuz?”
AÇIKLAMA
69. Yani, “Firavn ve kavminden gelen büyük bir musibetten.”
70. Hz. İlyas, İsrailoğullarından gelen bir peygamberdir. Kur’an’da biri burada diğeri de En’am: 85’te olmak üzere iki kez anılmıştır. Günümüz araştırmaları M.Ö.875 ve 850’de yaşadığını kabul ediyorlar. Cil’ad, kadim dönemlerde Ürdün’ün kuzey bölgesi ve Yermuk nehrinin güneyinde bulunmaktaydı. Kitab-ı Mukaddes’te Hz. İlyas’ın ismi “İlya Tişbi” olarak zikredilmektedir. Onun kısa tarihçesi şöyledir:
Hz. Süleyman’ın (a.s) ölümüden sonra, saltanatı, oğlu Rehobam’ın beceriksizliği ve liyakatsizliği dolayısıyla ikiye parçalanmıştır. Kudüs ve Güney Filistin, Hz. Davud’un torunlarına kalırken, Kuzey Filistin, merkezi Şamriya olmak üzere “İsrail” adıyla müstakil bir devlet haline gelmiştir. Her iki devletin durumu da oldukça kötü bir mahiyet arzediyordu. Öyle ki, İsrail devleti tâ başlangıcında bile şirk, putperestlik, zulüm, fısk ve fücur içindeydi. Hatta İsrail hükümdarı, Ahyap, Sayda (Lübnan) hükümdarının kızı Ezbil ile evlendikten sonra, bu fesat daha da çoğaldı. Bu müşrike kraliçenin etkisiyle kendisi de şirke düşen Ahyab, İsrail’de Baal Tanrısı adına mabedler, adak yerleri v.s. inşa ettirdi. Böylelikle Allah’ın yerine Baal Tanrısı’na tapılmaya başlanmış ve Baal Tanrısı için adak adama, kurban kesme adet haline gelmiştir.
İşte böyle bir dönemde Hz. İlyas (a.s) ortaya çıktı ve Cil’ad’dan gelerek, “Şayet sen bu şirk üzerinde ısrar edersen Yüce Allah sana su vermeyecek, hatta toprağına kırağı bile düşmeyecek” diyerek hükümdar Ahyab’ı uyardı. Sonuçta Hz. Peygamber’in (s.a.) bu uyarısı gerçekleşmiş ve tam üç yıl hiç yağmur yağmamıştır. Bunun üzerine Ahyab, Hz. İlyas’ı bulmak için arattırmaya başlamış ve onu bulduğunda kendisinden yağmur yağması için dua etmesini istemiştir. Hz. İlyas dua etmeden önce şart koşarak İsrailoğullarının hepsini toplamış ve Allah ile Baal Tanrısı arasındaki farkı göstermeye çalışmıştır. O “Baal Tanrısı’na tapanlar tanrıları için kurban kessinler, ben de Allah için kurban keseceğim. Ateş kimin kurbanına gelirse, bilinsin ki o hak üzeredir” dedi ve hükümdar Ahyab da bu şartı kabul etti. Bunun üzerine Karmal dağında İsrailoğullarıyla Baal’a tapan 850 kişi toplandı. Sonuçta ateş Hz. İlyas’ın kestiği kurbana değince, Hz. İlyas (a.s) herkesin önünde Baal’ın sahte bir tanrı olduğunu ve gerçek ilahın ise sadece Allah olduğunu ve kendisini peygamber olarak görevlendirdiğini ispatlamış oldu.
Dolayısıyla Baal tanrısına tapanlar yenilmiş oldular ve Hz. İlyas da (a.s) onları öldürttü. Sonra yağmur yağması için dua etti ve tüm ülke yağmurla sulandı.
Fakat böyle bir mûcize bile Ahyab’ı bir müşrik olan karısının yıkıcı etkisinden kurtaramadı. Kraliçe, Hz. İlyas’a düşman olmuş ve tıpkı Baal’a tapanların öldürülmesi gibi peygamberi öldürmeye yemin etmişti. Bu şartlar altında Hz.İlyas ülkeyi terketmek zorunda kaldı ve yıllarca Sina Dağı’nın eteklerindeki bir mağarada gizlendi. Bu olayla ilgili olarak Allah’a figânı Kitab-ı Mukaddes’te şöyle yer alır: “İsrailoğulları ahdini bozdu; sunaklarını alaşağı etti ve peygamberlerini kılıçtan geçirdi; yalnızca ben kaldım; ve şimdi de beni öldürmek istiyorlar.” (1 Krallar, 19:10)
Aynı dönemlerde Kudüs’deki Yahudi hükümdarı Jeroham, İsrail’in hükümdarı olan Ahyab’ın kızıyla evlendi. Bu müşrik prensesin tesiriyle fısk ve fücur İsrail’de de yayılmaya başlayınca, Hz. İlyas (a.s) Yahudi devletine karşı da görevini yerine getirmek için, hükümdar Jeroham’a bir mektup yazdı. Bu mektup Kitab-ı Mukaddes’te şu şekilde kaydedilmiştir:
“Ve ona peygamber İlyas’dan şu yazı geldi: “Atan Davud’un Allah’ı Rab şöyle diyor: Madem ki, baban Yehoşafat’ın yollarında ve Yahuda kralı Asa’nın yollarında yürümedin, fakat İsrail krallarının yollarında yürüdün ve Yahuda’da ve Yerüşalim’de oturanlara, Ahab evinin yaptığı gibi zina ettirdin ve baban evinde senden daha iyi olan kardeşlerini öldürdün; işte Rab, senin kavmini ve oğullarını ve karılarını ve bütün malını büyük vuruşla vuracak ve hastalık yüzünden günden güne bağırsakların çıkıncaya kadar bağırsak hastalığı ile ağır hastalanacaksan.” (II. Tarihler: 21:12-15) .
Bu mektupta Hz. İlyas’ın söylediği her söz harfiyyen doğru çıktı ve düşmanları hükümdar Jeroham’ın saltanatını yerle bir ettiler, karılarını alıp götürdüler ve kendisi de bir iç hastalığa yakalandı.
Birkaç sene sonra Hz. İlyas (a.s) yeniden İsrail’e döndü ve hükümdar Ahyab ile oğlu Ahya’yı doğru yola getirebilmek için uğraştı. Ancak tüm uğraşlarına rağmen Samriye hanedanına yayılan fısk ve fücuru gidermek mümkün olmadı. Bunun üzerine Hz. İlyas “Allah’ım bu hanedanı yok et” diye dua etti ve daha sonra da Allah onu katına aldı.
Bu olayın ayrıntıları için Kitab-ı Mukaddes’in aşağıda yazılan kısımlarına bakınız. (1. Krallar bölüm: 17,18,19,21;II. Krallar bölüm: 1,2,II. Tarih bölümü:21)
71. “Baal” sahip, efendi, reis, koca anlamlarında kullanılır. (Örneğin Bakara: 128,Hûd: 72, Nur:31) Sami toplumları kadim dönemlerde de bu kelimeyi “ilâh” anlamında kullanmışlar ve bir tanrıya özel isim olarak vermişlerdir. Bilhassa “Baal” Lübnan’daki Fenikelilerin en büyük erkek tanrısı olarak şöhret bulmuştur. Karısı “İştir” ise büyük tanrıça idi. Araştırmacılar arasında “Baal” ile Güneşin mi, Mars gezegeninin mi, “İştir” ile de Ay’ın mı, Zühre yıldızının mı, kastedildiği ihtilaf konusudur. Ancak her halukârda Babil’den Mısır’a kadar tüm Ortadoğu’da özellikle Lübnan, Şam ve Filistin’de Baal’e tapmanın yaygın olduğu tarihten sabittir. İsrailoğulları Mısır’dan çıktıktan sonra Filistin’e ve Doğu Ürdün’e geldikleri dönemde, Tevrat’ın şiddetle şirki reddeden bölümlerine ve “müşriklerle evlenmeyiniz” şeklindeki apaçık hükmüne rağmen, onlar müşriklerle evlenmiş, onlarla sosyal ilişkiler kurmuş ve dolayısıyla şirk hastalığı kendilerine de bulaşmıştır. Kitab-ı Mukaddes’in açıklamasına göre, İsrailoğulları’ndaki bu ahlâkî ve dini çöküş, Hz. Musa’nın halifesi, Hz. Yeşu b. Nun’un vefatını müteakip başlamıştır:
“İsrailoğulları Allah’ın huzurunda kötülük yaptılar ve Baal’e tapmaya başladılar…. ve onlar Allah’ı bırakarak Baal ve İştir’e tapmaya başladılar” (Hakimler 2:11-13)
“Böylece İsrailoğulları, Kenanlılar, Hititler, Asurlular, Ferisîler v.s ile evlenmeye ve onların tanrılarına tapmaya başlamışlardır. (Hakimler 2:5-6)
Yine Kitab-ı Mukaddes’in açıklamalarından aynı dönemlerde İsrailoğulları arasında Baal’e tapmanın çok yaygın olduğunu anlıyoruz. Öyle ki İsrailoğullarının putlara kurban kestikleri bir yerleşim bölgesinde, Allah’tan korkan bir İsrailli dayanamayıp, bir gece oranın kurbangâhını yıkınca hemen ertesi gün halk toplanıp, sırf şirkin mabedini yıktığı için o İsrailliyi öldürmeye kalkışmışlardır. (Hakimler 6:25-32)
Ancak daha sonraları Hz. Samuel, Hz. Talût, Hz. Davud ve Hz. Süleyman bu durumu düzeltmişler ve sadece İsrailoğullarını ıslah etmekle kalmayıp tüm ülkeyi şirkten temizlemişlerdir. Ancak Hz. Süleyman’ın ölümü üzerine bu fitne yine canlanmış ve özellikle Kuzey Filistin’deki İsrail devletinde Baal’e tapınma yaygınlaşmıştır.