EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ŞUARA SURESİ 223. ve 227. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
223- Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler.(141)
224- Şairler ise; gerçekten onlara da azgın-sapıklar uyar.(142)
225- Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip durmaktadırlar;(143)
226- Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylemektedirler.(144)
227- Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah’ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öçlerini alanlar) başka.(145) Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.(146)
AÇIKLAMA
141. Burada iki anlam olabilir: 1) Şeytanlar şu veya bu şekilde gerçekten küçük bir parça alırlar ve bunu her türlü bâtılla karıştırarak ajanlarına ilham ederler. 2) Aldatıcı ve yalancı kahinler, müneccimler, büyücüler, falcılar şeytanlardan bir şeyler duyarlar ve sonra bunu bâtılla karıştırarak halkın kulaklarına fısıldarlar.
Bu durum, Buhari’nin rivayet ettiği bir hadiste ifade edilmiştir: Hz. Aişe’den (r.a) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) , kendisine büyücüler-kahinler hakkında sorulan bir soruya, “Onlar hiçbir şey değildir” cevabını verir. “Ya Rasûlallah, onlar bazan doğru şeyler söylüyorlar” denmesi üzerine, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuşlar: “Bu doğru şeyi cinler kapar ve dostlarının kulağına fısıldarlar; onlar da buna pek çok bâtıl karıştırarak bir hikaye düzerler.”
142. Yani, şairlerin peşinden gidenler, Hz. Muhammed’in (s.a) peşinden gidenlerden karakter, davranış ve ahlâk bakımından bütünüyle farklıdırlar. Bunlar arasındaki fark öylesine açıktır ki, biri diğerinden kolaylıkla farkedilir. Bir tarafta ciddi, medenî ve kibar davranışlı, doğru, dindar, muttaki, sorumluluk duygusu sahibi, başkalarının haklarına saygılı, ilişkilerinde adaletli ve haksızlık yapmaktan uzak, iyilik ve ıslah dışında söz sarfetmeyen, sadık ve inançları ve amaçları uğruna tüm enerji ve yeteneklerini kullanan insanlar; karşı tarafta ise, işleri güçleri şehvet gıcıklayıcı aşk ve içki sahneleri tasvir etmek, eğlenmek, alay etmek, gülünçleştirmek ve övmek, ya da başkaları aleyhinde kin, nefret ve düşmanlık duyguları uyandırmak, ya da halkı memnun etmek, alkış ve beğenilerini kazanmak için genelevlerdeki fahişelerle, evlerinde oturan iffetli kadınların çekiciliklerini tanımlamak olan insanlar… Şiir toplantılarına katılan ve “ünlü” şairlerin peşinden giden kalabalıkların, hiç bir ahlâkî sınır tanımayan, hayatta hayvanlar gibi şehvet ve tutkularını doyurmaktan başka amaç taşımayan ve hayatta yüce ve soylu idealler nedir bilmeyen kişiler olduğu sonucuna varmaktan insan kendini alamaz. Bu iki insan türü arasındaki açık farkı görmeyen ancak kör birisidir. Görüp bilmediğinden değil, ancak Hakk’a engel olmak amacıyla Hz. Muhammed’in (s.a) ve ashabının şairlerden ve izleyicilerden farkı olmadığını söyler; böylesi yalnızca yalancı değil, aynı zamanda bütün namus ve edeb sınırlarını aşan birisidir.
143. Yani, düşünce ve sözlerinde hiç bir model tanımazlar, her vadide başıboş gezinir dururlar. Her yeni dürtü, bunda gerçek payı var mı, yok mu diye düşünmeden kendilerini yeni bir konuda söz söylemeye iter. Bir anlık bir dürtüyle akıllı ve bilgece sözler söylerken, bir başka dürtüyle bu defa kirli ve adi duyguları terennüme başlarlar. Birinden hoşnut oldukları zaman hemen onun hakkında abartmalı övgülerde bulunurlar; bir de birine gücendikleri zaman, onu da yerin dibine batırırlar. Birinden çıkarları varsa, cimri birini, cömert birine ve korkağı yiğite tercih etmekte bir tereddüt göstermezler. Buna karşılık, memnun olmadıkları kişinin karakterini lekelemede, kendisini ve atalarını alaya almada utanç duymazlar. Bu yüzden, aynı şairin şiirlerinde hem Allah’a ibadeti, hem ateizmi, hem materyalizmi, hem ruhçuluğu, hem ahlâkçılığı, hem ahlaksızlığı, hem fısk ve fücuru, hem takvayı, hem ciddiyeti, hem şakayı, hem övgüyü, hem hicvi yanyana, birarada görmek mümkündür. Şairlerin bu herkes tarafından bilinen karakterlerinden haberdar olan bir kişi, her sözü ve hitabı açık ve net, amacı kesin ve belirli ve bizzat kendisi gerçek, takva ve fazilet yolundan ayrı tek söz söylememiş olan Kur’an’ın alıcısının şairlikle suçlanmasına evet diyemez.
Kur’an’ın bir başka yerinde, şiirin Rasulullah’a (s.a) yakışmadığı ifade edilmektedir: “Biz ona şiir öğretmedik, bu ona yakışmaz da.” (Ya-Sin: 69) . Ve, Hz. Peygamber (s.a) ile kişisel tanışıklığı olan herkes bu gerçeği bütünüyle biliyordu. Sahih rivayetler, onun ezberinden bütün tek bir şiir bile okumadığını göstermektedir. Sohbet anında bir şairin güzel bir şiirini hatırladığında söz dizimine, ölçüsüne dikkat edip önem vermeden okurdu.
Bir defasında Hz. Peygamber’in (s.a) konuşmalarında hiç şiir kullanıp kullanmadığı Hz. Aişe’ye (r.a) sorulmuş, o da, “Rasulullah en çok şiir mısralarından nefret eder, bazan Benî Kays’ın bir şairinin bir şiirini okusa bile, farkında olmadan söz dizimini değiştirirdi. Hz. Ebu Bekir düzeltmede bulununca, “Kardeş ben şair değilim, amacım şiir düzmek de değil” derdi.” cevabını vermiştir.
Arap şiiri cinsellik, aşk hikayeleri, içki, kabilesel nefretler ve kan davaları, atalarla övünme gibi konularla dolu olur ve pek seyrek olarak pâk ve soylu temaları işlerdi. Bâtıl, yalan, abartma, yersiz suçlama, gereksiz övgüler, boş sözler, övünme, hiciv, çok tanrıcılık ve müstehcenliklerle öylesine doluydu ki, bir defasında Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştu: “Birinizin içinin irinle dolması şiir mısralarıyla dolmasından daha iyidir.” Bununla birlikte, bir şiir de güzel birşey görürse, bunu takdir eder ve “Bazı şiirlerde hikmet vardır” buyururdu. Ümeyye bin Ebi’s-Salt’ın mısralarını işittiğinde şöyle demişti: “Şiiri mümin, fakat kalbi kafir.” Bir defasında bir sahabi, huzurunda yüz kadar güzel mısra okumuş, Rasulullah da (s.a) kendisini daha fazla okuması için teşvik etmişti.
144. Şairlerin bu özelliği, Hz. Peygamber’in (s.a) davranış ve uygulamalarının tam karşıtıydı. Hz. Peygamber’in (s.a) yaptığını söylediğini, söylediğini yaptığını herkes biliyordu. Yaptıkları ile söyledikleri arasında tam bir uygunluk olduğunu kimse inkar edemezdi. Buna karşılık, şairlerin bir şey söyleyip fakat bunun aksini yaptıkları herkesçe bilinen bir şeydi. Sözgelimi, şiirlerinde cömertlik, dünyalığa ilgi göstermeme, kanaat ve saygı temalarını işlerlerken, kendileri günlük hayatlarında bütünüyle cimri, korkak, servet düşkünü ve bencil bir tutum sergilerlerdi. Başkalarının gözündeki çöpü büyütürler, fakat kendi gözlerindeki merteği görmezlerdi.
145. Burada, şu dört niteliğe sahip şairler, yukarıdaki azar ve eleştiriden istisna edilmektedir:
1) Allah’a, Peygamberler’ine, Kitaplar’ına ve Ahiret’e inananlar;
2) Günlük hayatlarında muttaki, günahtan uzak ve her istediklerini söylemeyecek kadar ahlâkî sınırlara bağlı olanlar;
3) Edebi eserlerinde ve yaşantılarında Allah’ı çok ananlar. Hayatlarında takva ve İslâmî şuuru yansıtırken, şiirlerinde şehvet ve ahlâksızlık temalarını işlemeleri, ya da şiirleri ciddi hikmet ve İslâmî şuur temalarıyla yüklü iken, kişisel hayatlarının Allah’ı zikirden yoksun bulunması olmaz. Gerçekte, bu her iki durum da arzu edilir değildir. İyi bir şair, kişisel hayatında Allah’ın kendisini gördüğünün farkında olan ve buna göre yaşayan, şairlik hüner ve yeteneğini ise, Allah’tan korkan, Allah’a ibadet eden ve Allah’ı hiç hatırından çıkarmayan insanların yaşantılarını yaymak için kullanan kişidir.
4) Kişisel nedenlerle başkalarını hicvetmeyen, kişisel, ırkî ve ulusal önyargılarıyla intikam almaya kalkmayan ve gerçeğin desteklenmesi gerektiğinde edebî yeteneklerini, zalim ve hainler karşısında savaş silahları gibi kullananlar. Zulüm ve haksızlık karşısında baş eğici ve yalvarıcı bir tutum takınmak müminlere yakışmaz. Kafir ve müşrik şairlerin İslâm ve Hz. Peygamber (s.a) aleyhinde gerçek dışı suçlama fırtınaları estirdikleri ve müslümanlar aleyhinde nefret zehirleri yaydıklarında, Hz. Peygamber’in (s.a) İslâm şairlerini buna karşılık vermeye teşvik ettiği rivayetlerde gelmektedir. Bir defasında Ka’b bin Malik’e şöyle buyurmuşlardı: “Onları hicvet, çünkü, nefsimi elinde tutan Allah’ a yemin ederim ki, senin şiirin onlar için oktan daha etkili ve yaralayıcı olacaktır.” Aynı şekilde Hassan bin Sabit’e de şöyle demişlerdi: “Onlarla atış, Cebrail seninledir.” “Söyle, Ruhu’l-Kuds seninledir.” Yine, bir defasında da şöyle buyurdular: “Mümin, kılıçla olduğu kadar dille de savaşır.”
146. “Zulmedenler”: Sırf inatları nedeniyle Hz. Peygamber’i (s.a) büyücü, şair, deli ve büyülenmiş olmakla suçlayarak İslâm’ı yenilgiye uğratmak isteyen ve diğer insanların kafalarını karıştırarak onları Rasûlullah’ın (s.a) mesajından ve davetinden yüz çevirmeye itenler.
ŞUARA SURESİNİN SONU