EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ŞUARA SURESİ 5. ve 10. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
5- Onlara Rahman (olan Allah) dan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç tartışmasız ondan yüz çevirirler.
6- Gerçekten yalanladılar; fakat, alay konusu edinmekte oldukları şeyin haberi kendilerine pek yakında gelecektir.(4)
7- Yeryüzüne bir bakmadılar mı ki, biz onda her güzel (kerim) çiftten nice ürünler bitirdik.
8- Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır;(5) ancak onların çoğu mü’min değildirler.
9- Hiç şüphe yok, senin Rabbin, gerçekten O, üstün ve güçlü olandır, merhamet sahibi olandır.(6)
10- Hani senin Rabbin, Musa’ya seslenmişti:(7) “Zulmetmekte olan kavime git;”
AÇIKLAMA
4. Yani, kendilerini doğru yola getirmek için yapılan her aklî teşebbüse karşı hissiz ve ilgisiz kalan kişiler, gökten ayetler gönderilerek zorla iman ettirilemez. Onlar, yeterince uyarıldıktan ve karşısında ilgisiz davranmakla kalmayıp aynı zamanda, küçümseyerek reddettikleri hidayet kendilerine gösterildikten sonra, ancak kötü sonlarının gösterilmesini hak etmektedirler. Bu kötü son, kendilerine çeşitli yollarla gösterilebilir:
a) Acımasızca karşı çıktıkları ve alay ettikleri gerçek, düşmanlıklarına rağmen gözleri önünde yeryüzünde hakim olur.
b) Kendilerini acıklı bir azab yakalar ve yeryüzünden silinip giderler.
c) Yanlışla geçmiş bir-kaç senelik bir ömürden sonra ölümle karşılaşırlar ve hayatlarında tüm kalbleriyle peşinden gittikleri şeyin sadece bâtıl, buna karşılık peygamberlerin sundukları şeyin ise Hak olduğunu görürler. İşte kötü son, tarihte görüldüğü üzere, çeşitli kavimler için farklı şekillerde gelebilir.
5. Yani, gerçeği arayan, uzaklarda ayet aramaya çıkmaz. Yalnızca çevresindeki bitki olgusunu görmekle, peygamberlerin sunduğu, dünyadaki sistemle (yani Tevhid’le) ilgili realitenin mi yoksa müşrik ve tanrıtanımazların zihin oyunlarının mı doğru olduğuna, kendi adına karar verebilir. Yeryüzündeki yaratıkların bolluk ve çeşitliliğinden, buna destek olan çeşitli unsur ve faktörlerden, yaratıkların büyüyüp gelişmelerine neden olan tabii kanunlardan ve sayısız yaratıkların sayısız istek ve ihtiyaçlarıyla özellikleri arasındaki uygunluk ve ahenkten, ancak aptal birisi, bütün bunların Aziz ve Kadir Yaratıcı’nın hikmet, bilgi, kudret ve düzenlemesi olmadan kendiliğinden meydana geldiği sonucuna varabilir. Açıktır ki, pek çok rab ve ilâhlar hiç bir şekilde toprak, güneş ve ayla, bitki ve hayvan hayatı ve yeryüzünde yaşayan çok çeşitli yaratıkarın ihtiyaçları arasındaki mükemmel ahenk ve uygunluğu sağlayamaz. Duyarlı bir kişi, yanlı ve ön yargılı olmadığı sürece, bütün bunların bir Allah’ın varlığının açık delilleri ve ayetleri olduğuna kanaat getirmekten kendini alamaz ve kendisini tevhid gerçeğine ikna edecek bir mucizeye ihtiyaç duymaz.
6. Yani, “O, cezalandırmak dilediği herkesi tümden yok etme güç ve kudretine sahiptir. Fakat rahmeti nedeniyle cezalandırmakta acele atmez, düşünüp anlaması ve yolunu düzeltmesi için ona yıllarca ve asırlarca süre tanır ve günahkar tövbe ettiği takdirde bir ömürlük günahları da bağışlamaya hazırdır.
7. Kısa bir girişten sonra, Musa Peygamber (a.s) ile Firavun arasında geçenlerden başlanarak tarihî olaylar sunulmakta ve dikkatler özellikle şu noktalara çekilmektedir:
1) Musa Peygamber’in (s.a) görevini ifa zorunda kaldığı şartlar, Hz. Peygamber’in (s.a) karşılaştıklarından daha zor ve daha çetindi. Hz. Musa (a.s) , Firavun ve kavmince ezilen, köle bir topluma mensuptu. Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a) Kureyş kabilesinin üyesiydi ve ailesi diğer kabilelerle en azından eşit bir statüye sahipti. Sonra, Hz. Musa (a.s) Firavun’un sarayında yetiştirilmiş, büyütülmüş ve bir cinayet suçlaması nedeniyle kaçak olarak on yıl kaldıktan sonra, hayatı uğruna kendisinden kaçtığı aynı hükümdara gitme emri almış bulunuyordu.
Hz. Peygamber (s.a) için böyle bir durum sözkonusu değildi. Hem, Firavun’un imparatorluğu, zamanın en geniş ve en güçlü imrapatorluğu olup Kureşy’in zayıf gücüyle kıyas bile kabul etmeyecek durumda idi. Bütün bunlara rağmen, Firavun, Hz. Musa’ya (a.s) hiç bir zarar veremedi, sonunda yenilen kendisi oldu. Bununla Allah, Kureyş’ten şu dersi almasını istemektedir: “Allah’ın kendisine yardım ettiği kişiyi kimse yenilgiye uğratamaz. Firavun, bütün güç ve kuvvetine rağmen, Musa karşısında çaresiz kaldığına göre, siz ey Kureyş, nasıl Muhammed (s.a) karşısında başarıya ulaşabilirsiniz?”
2) Hz. Musa (a.s) kanalıyla Firavun’a gösterilenlerden daha belirgin ve açık ayet olamaz. Sonra, Firavun’un meydan okuyuşu karşısında yüzbinlerce insanın önünde sihirbazlarla yapılan açık bir müsabakada, Hz. Musa’nın gösterdiğinin sihir olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Kendileri Mısırlı olan ve bizzat Firavun tarafından çağrılan hünerli sihirbazlar, Hz. Musa’nın (a.s) asasının yılana dönmesinin sihirle değil, ancak ilâhî bir mucize ile meydana gelebilecek gerçek bir mahiyet değişmesi olduğuna şahitlik etmişlerdir.
Ayrıca, sihirbazların hayatları pahasına derhal Hz. Musa’ya inanmaları, Hz. Musa’nın (a.s) gösterdiği ayetin bir sihir değil, bir mucize olduğunu her türlü şüphenin ötesinde isbat etmiştir. Böyleyken kafirler, Hz. Musa’ya (a.s) inanma eğilimi göstermemişlerdi. Şimdi siz ey Kureyş, kendinize açık bir mucize ve fizikî bir ayet gelince inanacağınızı nasıl söyleyebilirsiniz? Gerçekte bir insan ön yargıdan, sahte bir prestij ve kazanılmış hak duygusundan uzak bulunur, Hak’la bâtıl arasındaki farkı kavrayabilecek açık bir zihne sahip olur ve Hak adına bâtılı bırakmaya hazır olursa, Kitap’ta bulunanlardan, Kitap’ı getirenin hayatında ve çevresini saran geniş kainatta gördüklerinden başka bir ayete ihtiyaç duymaz. Buna karşılık, gerçeğe ilgi duymayan ve bencilliği nedeniyle çıkarlarıyla çatışacak hiç bir gerçeği kabule ve tanımaya yanaşmayan inat bir kişi ise, ne kadar ayet görse de, hatta gözlerinin önünde gök ve yer tersyüz edilse de, yine inanmaycaktır.
3) İnadın yol açtığı ve Firavun’un da karşılaştığı acıklı son, başkalarının sabırsızlıkla bekleyeceği bir şey değildir. Kendi gözleriyle ilâhî kudretin ayetlerini gördükten sonra da inanmayanlar, benzer sonlarla karşılaşacaklardır. Dolayısıyle, ders almak yerine, neden böyle korkunç bir ayet görmekte ısrar edersiniz? Lütfen karşılaştırın A’raf: 103-137, Yunus: 75-92, İsra: 101-104, Ta Ha: 9-79.