sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TAHRİM SURESİ 3. VE 4. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TAHRİM SURESİ 3. VE 4. AYETLER
24.02.2023
638
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

3- Hani Peygamber, eşlerinden bazılarına gizli bir söz söylemişti. Derken o (eşlerinden biri) , bunu haber verip Allah da ona bunu açığa vurunca, o da (Peygamber) bir kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda ona kendisi haberi verince (eşi) demişti ki “Bunu sana kim haber verdi?” O da “Bana bilen, (herşeyden) haberdar olan (Allah) haber verdi” demişti.”(6)
4- Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah’a tevbe ederseniz (ne güzel) ; çünkü kalbleriniz eğrilik gösterdi.(7) Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmağa kalkışırsanız,(8) artık Allah, Onun mevlâsıdır; Cibril de ve mü’minlerin salih olan(lar) ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler.(9)

AÇIKLAMA

6. Muhtelif rivayetlerde, Hz. Peygamber’in (s.a) hanımına haber verip, O’nun bir diğer hanımına açıkladığı sır ile ilgili olarak birçok şeyler söylenmiştir. Oysa bizim görevimiz öncelikle bu sırrın ne olduğunu araştırmak değildir. Çünkü Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımını, zaten bu sırrı ifşa ettiği için tenkid etmiştir. O halde bu sırrın ne olduğunu araştırıp, ifşa etmek bizler için nasıl doğru olabilir? Ayrıca bu ayet, sözkonusu sırrı açıklamak için nazil olmamıştır. Bu bakımdan, bu sırrın bilinmesinin bizim için hiçbir önemi yoktur. Çünkü bu sırrın bilinmesi bizler için önemli ve gerekli olsaydı Allah Teâlâ onu zaten beyan ederdi.
Asıl maksat, Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarını yapılan bir hata dolayısıyla uyarmak ve kendilerine önemli bir şahsiyetin hanımları olduklarını hatırlatmaktır. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.) , hanımlarından birine verdiği sır açıklanarak saklı tutulmamıştır. Bu, sıradan bir karı koca arasında olan, normal bir mesele değildi. Öyle olsaydı eğer, Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e (s.a) doğrudan haber vermezdi elbette. Allah Teâlâ, sadece vahyetmekle kalmamış, yanısıra kıyamete kadar okunacak olan Kur’an’da kayda dahi geçirmiştir. Bu hadisenin önemi, o kadının sıradan bir insanın hanımı olmayıp, kendisinin hassas bir konumda olduğu yüce bir zatın hanımı olması nedeniyledir. O kimse ki, bir yandan kafir, müşrik ve münafıklara karşı sürekli mücadele verirken, diğer yandan küfür düzeninin yerine, İslâm düzenini ikama etmek için çetin bir savaş içindeydi. Böylesine önemli bir şahsiyetin evinde, birçok önemli sırlar tartışılabilir. Şayet bu sırlar, vaktinden önce dışarıya sızarsa, o şahsiyetin mücadelesini verdiği dava pekala zarar görebilirdi. Bu bakımdan o evdeki hanımlardan birisinin, sırrı başkasına söyleme şeklindeki bir zaafı ortaya çıkınca, (gerçi sırrın kendisine açıklandığı kimse de ev halkındandı ama buna rağmen) o şahıs hemen uyarılmıştır. Üstelik bu uyarı gizlice değil, açıkça Kur’an’da yapılmıştır. Bu, sadece Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarına değil, İslâm toplumunda görevli ve sorumlu olan her Müslümanın hanımına bir dersti. Ayette sırrın ne olduğundan hiçbir şekilde bahsedilmediği gibi, ne tür tehlikelerin doğabileceğine de değinilmemiştir. Zaten burada sırrın bir başkasına aktarılması tenkit konusu olmuştur. Çünkü böylesine önemli sorumluluklar taşıyan bir kimsenin evindeki hanımlarının bu tür bir zaafı yüzünden sırlar saklanamıyorsa eğer, belki bugün önemsiz bir sırrın ifşasından bir zarar gelmeyebilir ama, yarın bu daha önemli bir sır olabilir ve ifşa edilmesi halinde sözkonusu kimsenin hakkında mücadele ettiği davanın büyük yaralar alması ihtimal dahiline girer. Bir toplumda önemli bir konumda olan kimsenin evinde, elbette o derece önemli ve nazik meseleler, sırlar bahis konusu olacaktır.

7. “Fekad sağat kulûbukuma”; “Sağu” kelimesi, lügatte dönmek, eğrilmek ve yönelmek anlamlarına gelir. Şah Veliyyullah Dihlevî, bu cümleyi, “Kalbinizin tüm aynaları eğrilmişti” şeklinde, Şah Refîuddin ise, “Sizin kalbiniz eğrilmişti” şeklinde tercüme etmişlerdir. İbn Mes’ud, İbn Abbas, Süfyan Sevrî ve Dahhak; bu cümleye “Kalpleriniz doğru yoldan uzaklaşmıştı” diye, İmam Razi ise “Kalpleriniz haktan uzaklaşmıştı” diye anlam verir.
Hak’tan maksat da, Rasulullah’ın getirdiği haktır. Alleme Alusî de bu ayeti şu şekilde anlamlandırır: “Rasulüllah’ın beğendiğini beğenip, beğenmediğini beğenmemek suretiyle, O’na uymanız gerektiğinden, kalpleriniz O’na uymamış ve aksine karşı gelmişti.”

8. “Ve in tezahera aleyhi”; “Tezahür”, bir kimseye karşı birlik olmak anlamına gelir. Şah Veliyyullah Dihlevî bu cümleyi, “Ve eğer Peygamberi incitmek için birlik olursanız (…) ” Şah Abdülkadir, “Ve eğer ikiniz birden O’na karşı çıkarsanız”, Mevlana Şebbir Ahmet Osmanî, “Ve eğer sizler bu tutum ve davranışı sürdürürseniz (…) ” şeklinde tercüme etmiştir.
Ayetin lafzından iki kadına hitap edildiği bellidir. Ayrıca siyak ve sibaktan bu iki kadının Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımları olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü surenin ilk beş ayeti onlarla ilgilidir. Nitekim bu, Kur’an’ın uslubundan da anlaşılmaktadır. Ancak buradaki sorun, bu iki hanımın kimler olduğudur ve hangi zaafları dolayısıyla uyarılmışlardır? Bu olayı ayrıntılarıyla birlikte hadislerden öğrenebiliyoruz. Bu hadisler Müsned-i Ahmed, Buhari, Tirmizi ve Neseî’de İbn Abbas’tan mervi olmak üzere nakledilmişlerdir ve bazı kelime farklılıkları ile birlikte şu şekilde özetlemek mümkündür: Ben bir süredir Hz. Ömer’e, haklarında ayet nazil olan Hz. Peygamber’in (s.a) hanımlarının kim olduğunu sormayı düşünüyor ama heybetinden ötürü O’na bunu sormaya cesaret edemiyordum. Hacc için yola çıktığında ben de O’nunla birlikteydim. Hac dönüşü bir yerde konakladık ve abdest alırken ben O’na bu soruyu sordum. O da “Aişe ile Hafsa” cevabını verdi. Ve daha sonra şöyle anlatmaya başladı: “Biz Kureyş erkekleri kendi hanımlarımıza hakim kimselerdik. Ama Medine’ye gittiğimizde, orada kadınların kocalarına hakim olduğunu gördük. Bizim hanımlar da onlardan etkilendiler. Bir gün hanımıma kızdım, o bana karşılık verdi. (Buradaki lafız aynen şu şekildedir: “Fe iza hiye turaciunî”) O’nun bana bu şekilde karşılık vermesi hiç hoşuma gitmemişti. Bunun üzerine o bana şöyle dedi: “Ben niçin sana bu şekilde karşılık vermiyeyim. Allah’a yemin ederim ki, Rasulüllah’ın (s.a) hanımları da O’na böyle karşılık veriyorlar. (Buradaki lafız aynen şöyledir: “Li yuraciûnehû”) ve Rasulüllah’a günlerce dargın kalabiliyorlar.” (Buhari’nin rivayetinde, “Rasulüllah (s.a) onlara günlerce dargın kalıyor” şeklindedir.)
Bunun üzerine Hafsa’ya (Rasulüllah’ın hanımı Hz. Ömer’in kızıydı) gittim ve O’na “Sen Rasulallah’a (s.a) karşılık mı veriyorsun?” diye sordum. O da “evet” diye cevap verdi. Ben yine, “Bazılarınız günlerce Rasülullah’a dargın mı kalıyor?” (Buharî’nin rivayetinde “Rasülullah (s.a.) sizlere günlerce dargınmı kalıyor” diye sordum. O yine “evet” diye cevap verdi. Ben de, “Kim böyle yaparsa o helak olmuştur ve hüsrandadır. Sizler Allah’ın Rasulü’nden hiç korkmuyor musunuz? Allah Rasulü kime gazap ederse Allah’da ona gazap verir ve onu helak eder. Sakın sen Rasulüllah’a karşılık verme! (La türâ ci’î) O’ndan birşey isteme, ne ihtiyacın varsa gel, benim malımdan al. Sen o komşuna özenme. Çünkü O (Hz. Aişe) senden güzeldir ve Rasulüllah’ın (s.a) yanında daha makbuldür” dedim, oradan çıkarak aynı zamanda akrabam da olan Ümmü Seleme’ye gittim ve bu mesele hakkındaki düşüncelerini sordum. O da bana, “Ya İbn Hattab! Sen tuhaf bir adamsın. Herşeye karışıyorsun. Şimdi Rasulüllah’ın hanımlarına da mı karışmaya başladın?” diye cevap verdi. Doğrusu onun bu sözleri cesaretimi kırmıştı. Daha sonra Ensar’dan olan komşum bana geldi ve seslendi. Biz onunla sırayla Rasulüllah’ın (s.a) meclisine gidiyor, bir gün o, birgün ben mecliste olanlardan birbirimizi haberdar ediyorduk. O günlerde Gassan Meliki’nin saldırı tehlikesi içinde yaşıyorduk. Bu yüzden O bana seslendiğinde, “Ne oldu, Gassanlılar mı saldırdı?” dedim. O “Hayır, bundan daha önemli bir mesele oldu?” Rasulüllah hanımlarını boşadı” deyince, ben de “Hafsa helak oldu” (Buhari’nin rivayetinde “Hafsa ve Aişe helak oldu”) dedim ve zaten bu korku içindeydim.”
Hz. Ömer’in Rasulüllah’ı (s.a) yatıştırmaya çalıştığını anlatan olayın bundan sonraki bölümünü zikretmeye gerek duymadım. Bu olayın sıralamasını, Müsned-i Ahmed ile Buhari’nin rivayetlerini bir araya getirmek suretiyle yaptım. Metinde geçen ‘müracaat” kelimesi, lüğavî anlamıyla kullanılmamıştır. Ancak ifadenin siyak ve sibakından, bu kelimenin mukabele etmek, karşılık vermek anlamında kullanıldığı belli olmaktadır. Hz. Ömer’in, kızına, “La türâcı’î Rasulullah” derken aslında kızına “Rasulullah’a küstahlık yapma” demek istediği ortadadır. Bazı kimseler bu tercümenin hatalı olduğunu söyleyerek, “Müracaat kelimesinin karşılık vermek, yüzüne karşı söz söylemek şeklinde tercüme edilmesi doğrudur ama küstahlık şeklinde bir anlam vermek hatalıdır” diye itirazda bulunmuşlardır. Oysa bu kimseler bir türlü, memurun amirine karşılık vermesinin küstahlık sayılacağını anlamıyorlar.
Söz gelimi bir baba oğluna öfkeyle bağırdığında, oğlu edebi dolayısıyla susar yahut özür dileme yerine karşılık verirse, onun bu davranışı küstahlıktan başka bir şekilde anlaşılamaz. Sözkonusu olayda ise bir tarafta baba, bir tarafta oğul değil, bir tarafta Allah’ın Rasulü, diğer tarafta ümmetin bir ferdi bulunmaktadır. Bu davranışın bir küstahlık olduğunu hâlâ kavrayamayan kimse, herhalde çok kalın kafalı biri olmalıdır!..
Bazı kimseler, bizim bu tercümemizi, sahabeye karşı saygısızlık olarak nitelemişlerdir. Oysa bu bir saygısızlık değildir. Ben kendiliğimden bu kelimeyi Hz. Hafsa’ya karşı kullansaydım, o zaman gerçekten saygısızlık yapmış olurdum. Ama ben Hz. Ömer’in kullandığı ifadenin anlamını vermekten öte bir şey yapmadım. O da bu ifadeyi kızının yanlış bir davranışı üzerine serzenişte bulunurken kullanmıştır. Bunun şimdi saygısızlık ile ne alâkası var? Bir baba kızına serzenişte bulunurken, edebe riayet etme zorunluluğunda mıdır? Bu serzenişi tercüme edip, kendi diline çevirirken, mütercim elbette kelimeyi tahrif ederek edepli bir şekle sokamaz!
Şayet bu hadise, Hz. Peygamber’in (s.a) hanımlarına birşeyler söylemesi ve onların da kendisine karşılık vermesi kadar önemsizse, Allah Teâlâ, niçin Kur’an’da Peygamber’in hanımlarını şiddetle ikaz etmiştir? Hz. Ömer bu hadise ile ilgili olarak, neden bu derece şiddetli bir şekilde kızına serzenişte bulunmuştur? Ve yine O niçin Peygamber’in hanımlarına gidip, onları Allah’ın azabı ile korkutmuştur? Ayrıca Hz. Peygamber (s.a) küçük meseleler yüzünden hanımlarına darılacak kadar alıngan mıydı? Yine Hz. Peygamber (s.a) basit bir sebepten darılır darılmaz, hanımları ile ilişkisini kesip, odasına kapanacak kadar aceleci bir mizaca mı sahiptir? Tüm bu sorular üzerinde düşünen bir kimse, sonuçta şu iki yoldan birini seçecektir. Ya Allah’a ve Rasulü’ne söz söylenmesine aldırmayacak kadar Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarına hürmet gösterecek, ya da Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarının yaptığı davranışın, O’nun kendilerine öfkelenmesini gerektirecek derecede ağır olduğunu kabul edecektir. İşte bu ikinci şıkkın doğru olması nedeniyle Allah, Rasulü’ne (s.a) hak verip, onların sözkonusu tutumunu şiddetle yermiştir.

9. Yani, Rasulüllah’a (s.a) karşı birlik olup cephe kurmak sadece kendilerine zarar verir. Çünkü Mevla’sı Allah, Cibril ve melekler de dostu olan kimseye, hiçbir ittifak karşı koyamaz.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.