EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TİN SURESİ 1 VE 5. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1- İncire ve zeytine(1) andolsun,
2- Sina(2) dağına,
3- Ve şu emin beldeye (güvenilir şehre) .
4- Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.(3)
5- Sonra da aşağıların aşağısına çevirdik.(4)
AÇIKLAMA
1. Bunun tefsirinde müfessirler arasında ihtilaf vardır. Hasan Basrî, İkrime, Ata b. Ebi Rebah, Cabir b. Zeyd, Mücahid ve İbrahim Nehaî diyorlar ki: “İncir”den kasıt bilinen incirdir. “Zeytin”de, yağ çıkarılan, bilinen zeytindir. İbni Ebi Hatim ve Hakim, Abdullah b. Abbas’tan bunu teyid eden bir kavil nakletmişlerdir. Bu tefsiri kabul eden müfessirler, incir ve zeytinin özelliklerini, faydalarını beyan ederek kendi görüşlerini şöyle açıklamışlardır: “Allah, iyi özellikleri dolayısıyla bu iki meyvanın üzerine yemin etmiştir.” Kuşkusuz, Arapçada “tin” ve “zeytun” kelimelerini duyan insan bu iki meyvayı Arapça’da bilinen anlamı üzerine anlar. Ancak bu tefsiri kabul etmeye iki sebep engeldir. Birisi, “Sina Dağı” ve “Mekke Şehri”ne de yemin edilmiş olmasıdır. Az önceki tefsire göre meyva ve iki yere birarada yemin edilmesi uygun düşmemektedir. Kur’an-ı Kerim’de bir şey üzerine yemin edilen yerlerde bu yemin, o yerlerin hizmet veya faydası nedeniyle değildir. Her yemin, kendisinden sonraki konuya delil getirilmek içindir. Bu nedenle, iki meyvaya özellikleri dolayısıyla yemin edilmiş olunamaz.
Diğer bazı müfessirler “tin” ve “zeytun”dan kasıt olarak bazı yerleri kabul etmişlerdir. Ka’b b. Ahbar, Katade ve İbn Zeyd diyor ki, “tin”den kasıt Dımeşk (Şam) ‘dır. “Zeytun”dan kasıt da Kudüs’tür. İbn Cerir, İbn Hatim ve İbn Merduye’nin İbn Abbas’tan naklettikleri bir kavle göre “tin”den kasıt, Hz. Nuh’un Cudi Dağı üzerinde inşa ettiği bir mesciddir, “zeytin”den kasıt da Kudüs’tür.
Ama, “tin” ve “zeytun” kelimelerini duyan bir Arabın aklına bu manalar gelmez. O zaman Kur’an’a muhatap olan Araplar nezdinde “tin” ve “zeytun” yer olarak bilinmiyordu. Fakat Araplar arasında bazı bölgeleri, orada yetişen bitkiler ile isimlendirmek adetti. Onun için “tin” ve “zeytun” kelimelerinden kasıt şu olabilir. Bu meyvaların yetiştiği yerler. Bu yerler Şam ve Filistin idi. Çünkü o zamanlar Araplar arasında incir ve zeytin yetiştiren yerler olarak bu bölgeler meşhurdur. İbni Teymiye, İbn Kayyım, Zemahşerî ve Alûsî de aynı görüştedirler. İbn Cerir her ne kadar birinci kavli tercih etmişse de, aynı zamanda “tin” ve “zeytun”dan muradın meyvaların yetiştiği bölgeler olabileceğini de kabul etmiştir. Hafız İbni Kesir de aynı tefsiri kabul etmiştir.
2. “Tur-i Sinîn” buyurulmuştur. Bu, Sina yarımadasının diğer ismidir. Sena veya Sina ya da Sînîn de denir. Kur’an’da bir yerde de “Tur-i Sina” kullanılmıştır. Şimdi orada Tur dağı bulunan bu bölge “Sina” ismi ile meşhurdur. Bu nedenle, tercümemizde aynı meşhur ismi tercih ettik.
3. Tin ve Zeytun yetiştiren yere, yani Şam ve Filistin’e, bir de Tur Dağı ve Emin olan Mekke şehri üzerine yemin edilmiştir. İnsanın en güzel şekilde yaratılmasının anlamı şudur: Ona en iyi cisim ve diğer mahluklardan daha iyi özellik verilmiştir. Ayrıca ona düşünce, anlayış, ilim ve akıl gibi yüksek kabiliyetler de bağışlanmıştır. Bunlar diğer mahlukatta bulunmamaktadır. Bunun yanısıra insanların en yüksek ve kemal derecedeki fazilet sahibi olanları peygamberlerdir. Mahlukatın, peygambere bağışlanan bu makamdan daha yüksek dereceye ulaşması mümkün değildir. Onun için, insanın “ahsen-i takvim” olmasına şahit olarak peygamberlere nisbet olunan Şam ve Filistin üzerine yemin edilmiştir. Orada Hz. İbrahim”den Hz. İsa’ya kadar pek çok peygamberler gelmiştir. Tur-i Sina Hz. Musa’ya nübüvvet verilen yerdir. Mekke ise Hz. İbrahim ve İsmail eliyle temeli atılan tevhid dininin merkezidir. Bundan dolayı Arabistan’ın en kutsal ve merkezî şehri olmuştur. Hz. İbrahim bu yer hakkında Allah’a şöyle dua etmiştir: “Rabb’im! Bu şehri güvenli bir şehir yap…” (Bakara 126) . Bütün Arabistan’ın her yerinde anarşi varken, bu duanın bereketiyle yalnızca bu şehir 2500 senedir emin merkezdi. “Ahsen-i tavkim”den kasıt şudur: Biz insanı öyle güzel şekilde yarattık ki, onlardan yüksek rütbeli ve nübüvveti yüklenen insanlar çıkmıştır.
4. Burada müfessirler genelde iki anlam beyan etmişlerdir. Birincisi, “onu yaşlı duruma dönüştürdük” şeklindedir. Buna göre, onun çalışmaya, düşünmeye, anlamaya mecali kalmamıştır. İkincisi, “Onu cehennemin en altına sevkettik” şeklindedir. Ancak bu iki mana da surenin bunları ispatlamak için indiğine delil olmaz.
Sözkonusu bu surenin maksadı olan ceza ve mükafaatın hak olduğunun delili olarak ileri sürülmüştür. Yoksa insanların aşırı yaşlanınca zayıf duruma düşeceklerine ve bu nedenle de bir grup insanın cehenneme sevkedileceğine delalet etmez. Birincisi iyi olsun kötü olsun, her insana yaşlılık geleceğinden bu, ceza ve mükafaat için sebep olamaz. Yaşlılık haline ulaştı diye bir kimsenin amellerine ceza verileceği düşünülemez. İkincisi, bu hal ahiret ile ilgilidir. Bu olay kıyamette vuku bulacağına göre, ahiretteki ceza ve mükafaatın varlığını kafirlere kabul ettirmek için bunun delil olarak ileri sürüldüğü söylenemez. Bize göre ayetin doğru açıklanması şudur: Bir insan en güzel şekilde yaratıldıktan sonra cismani ve zihni kuvvetlerini kötülük için kullanıyorsa o zaman Allah (c.c.) da ona ancak kötülük yolunda tevfik eder. Bundan dolayı o insan alçak duruma düşer ve öyle bir noktaya ulaşır ki, hiçbir mahluk ahlak bakımından o kadar aşağıya düşmez. Bu insanlık toplumunda açıkça görülebilecek bir gerçektir. Hırs, tamah, bencillik, şehvet düşkünlüğü, esrarkeşlik, alçaklık, gazab ve benzeri diğer adetler nedeniyle insan ahlaki bakımdan gerçekten en düşük seviyeye düşer. Olaya şu açıdan da bakabiliriz; bir kavim diğer bir kavme düşmanlıkta bazen o kadar ileri gider ki, sözkonusu kavme davranışında vahşi bir hayvandan da ileridir. Vahşi bir hayvan, başka hayvanları kendi yemeği olarak avlar. Diğer hayvanlara katliam uygulamaz. Ama insan kendi cinsinden olanlara katliam uygular. Vahşi hayvan yalnızca pençe ve dişlerini kullanır. Ama en güzel şekilde yaratılmış olan insan, aklını da kullanarak yerleşim bölgelerini bir anda yok etmek için top, tüfek, tank, uçak, atom bombası, hidrojen bombası ve diğer sayısız silahı icat eder. Vahşi hayvan yalnızca yaralar ve yokeder. Ama insan, hayvanların hiç birinin yapmayacağı şekilde, kendi cinsine eziyet ve işkence araçları geliştirir. Ayrıca insan düşmanlarına olan intikam ateşini söndürmek için kadınlarını çıplak yürütecek kadar aşağıya düşer. Bir kadını bir çok erkek kendi hevesine alet eder. Babalarının, bacılarının ve kardeşlerinin gözü önünde kadınların ismini rezil eder. Masum çocukları ana ve babalarının önünde katleder. Kadınları kendi çocuklarının kanını içmeye mecbur eder. İnsanları diri diri gömer veya yakar. Dünyadaki en vahşi hayvanlar dahi bu gibi vahşetleri işlemezler. Aynı hal, başka kötü amellere yöneldiğinde de sözkonusudur. Bu sahada da mahlukatın düşemeyeceği alçak seviyeye düşer. Hatta en mukaddes şeyi olan dinden saptığı zaman o kadar aşağı düşer ki, ağaçlara, hayvanlara, taşlara, erkek ve kadınlara, cinsi organlara tapmaya başlar. Tanrılarını memnun etmek için mabetlerde kadınlar görevlendirir ve sevap alacağı düşüncesiyle onlarla zina yapılır. Mabut edindikleri tanrı ve tanrıçalara ahlaki bakımdan o kadar rezil amellerle yönelir ki, en zelil insan bile ondan utanır.