EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TUR SURESİ 26. VE 31. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
26- Dediler ki: “Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkanlardık.”(20)
27- “Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve bizi, ‘hücrelere kadar işleyen kavurucu’ azabdan korudu.”(21)
28- “Hiç şüphesiz, biz bundan önce O’na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir.”
29- Şu halde sen, öğüt verip-hatırlat; çünkü sen, Rabbinin nimetiyle ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun.(22)
30- Yoksa onlar: “Bir şairdir, biz ona zamanın felâketlerini gözlüyoruz” mu diyorlar?(23)
31- De ki: “Siz gözetleyip-durun; çünkü ben de sizinle birlikte gözetleyenlerdenim.”(24)
AÇIKLAMA
20. Yani, “Biz orada zevku sefaya kapılıp, kendi alemimize gömülüp gaflette yaşamıyorduk. Bilakis Allah’ın bizi mes’ul tutacağı bir iş yapmayalım diye daima içimizde korku taşırdık.”
İnsana en çok günah işleten şeyin, kişinin çoluk çocuğunu rahat yaşatması ve onlara iyi bir servet bırakması düşüncesi olduğundan dolayı bu ayette; bilhassa “Kendi ev halkı arasında korkarak hayat geçirme” olarak zikredilmiştir.
Bu yüzden o haram kazanır, başkalarının hakkına tecavüz eder ve çeşitli haram yollara sapar. Bundan dolayı cennet ehli aralarında şöyle diyecekler: Akibetimizin kötü olmasından bizi bilhassa kurtaran şey, çocuklarımızın arasında yaşarken onların hayatını müreffeh yapmak, muhteşem bir istikbal hazırlamak düşüncesinde olmayışımızdır.
Bu düşünce onların uğruna ahiretimizi mahvedecek dereceye ulaşan bir yolu seçmemize kadar bizi zorlamamıştı. Ve çocuklarımızı azaba layık kılacak bir yola itmedik.
21. Ayette “Semum” kelimesi geçmektedir, çok sıcak rüzgar demektir. Bu kelimeyle anlatılmak istenen, cehennemden yükselecek olan yakıcı alevlerin sıcak rüzgarlarıdır.
22. Yukarıda ahireti gözler önünde canlandırdıktan sonra hitap yönü Mekke kafirlerinin kötü tutumlarına yöneltilmiştir. Bu kötü tutumları ile onlar Hz. Peygamber’in (s.a.) davetine karşı koyuyorlardı. Ayette hitap dış görünüşü ile Hz. Peygambere’dir. Ama aslında onun vasıtası ile bu sözlerin Mekke kafirlerine duyurulması istenmiştir. Her ne zaman Peygamberimiz (s.a) onların önünde kıyamet, haşir, neşir, hesap ve kitap, azap ve mükafat, cennet ve cehennem hakkında söz söylese ve bu konuları içine alan Kur’an-ı Kerim ayetlerini; bu bilgiler bana Allah tarafından verildi ve Allah’ın şu buyrukları bana vahiy yolu ile indi diyerek onlara duyursa, Mekkeli müşriklerin liderleri, dini önderleri ve azgın adamları bu sözlere ehemmiyet verip üzerinde durmadıkları gibi, halkın da ilgi göstermesini istemezlerdi. Bu bakımdan onlar Peygamberimiz’e bazen o bir kahin, bazen o bir deli, bazen o bir şair bazen de o kendi kendine bu enteresan sözleri, sırf kendi otoritesini kurmak için uydurarak, bunlar Allah’ın indirdiği vahiydir diyerek bizi aldatıyor diyorlardı. Onlar bu çeşit iftiralarla halkı Peygamber’e karşı şüpheye düşüreceklerini ve böylece bütün sözlerinin boşa gideceğini düşünüyorlardı. Onların bu sözleri üzerine Allah şöyle buyurmaktadır: Ey Peygamber! Gerçek olan şeyler surenin başından buraya kadar anlatılanlardır. Eğer bu insanlar hâlâ sana kahin ve mecnun diyorlarsa önem vermemeye devam et. Çünkü Allah’ın lütfu ile sen ne bir kahinsin, ne de bir mecnun.
Kâhin, Arapça’da falcı, gaipten haber veren, düzenbaz mânâlarında kullanılır. Cahiliyet döneminde bu apayrı bir meslekti. Kahinler yıldızları tanıyıp onlara mânâ verdiklerini iddia ediyorlardı. İtikadı bozuk adamlar da onların böyle olduklarını, ruhlar, şeytanlar ve cinlerle özel temasa geçmelerinden dolayı gizli bilgileri öğrendiklerini zannediyorlardı. Kaybolan bir şeyi ve nerede olduğunu gösterebileceklerine, çalınan bir şeyin kim tarafından çalındığını bildireceklerine, talihini soranlara talihinde ne yazdığını bildiklerine inanıyorlardı.
İşte bu maksatlarla halk onlara gidiyor, onlar da halktan birşeyler alarak karşılığında geleceklerine ait gayb haberleri söylüyorlardı. Çok kere bu kahinler, mahallelerde halkın ilgisini çekmek için yüksek sesle bağırarak dolaşırlardı.
Ayrı bir sınıf olarak tanındıkları kılık kıyafetleri vardı. Dilleri de genel konuşma tarzından ayrı idi. Kafiyeli, seci’li cümleleri kendilerine haz lehçe ile yarı terennümle söylerler ve genellikle herkesin kendi niyetine göre anlayacağı yuvarlak mânâlı cümleler kullanırlardı. Kureyş ileri gelenleri halkı aldatmak için Hz. Peygamber’e kahin olma iftirasını yalnızca halkın gözünden saklı olan hakikatleri haber verdiğinden dolayı yapmışlardı. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.) iddiası Allah tarafından bir melek gelerek kendisine vahiy indirildiği idi. Hz. Peygamber’in (s.a.) öne koyduğu Allah’ın kelamı da kafiyeli idi, ama Arabistan’da hiç kimse onların bu iftirasına kanamazdı. Çünkü kahinlerin mesleğini, kılık kıyafetini, dillerini ve işlerini herkes biliyordu. Onların ne yaptığını, ne maksatla insanların onların yanına uğradığını, onların da onlara neler söylediğini, seci’li, kafiyeli cümlelerin nasıl olduğunu ve hangi konuları içine aldığını bilmeyen yoktu. Daha önemlisi hiçbir kahinin işi o halkın o vakitte yaygın olan inançlarına karşı bir inancı ele alarak gece gündüz onu yaymak için canını tehlikeye atması ve onun uğruna bütün halkın düşmanlığını kazanması değildi. Bu bakımdan Hz. Peygamber’e (s.a) kahinlik iddiasının, laftan ibaret olsa da hiçbir yakışık alacak tarafı yoktu. Bu yakıştırmanın Hz. Peygamber’e yakışabileceğini, Arabistan’ın en geri zekalı adamı bile kabul edemezdi. Bu şekilde Peygamberimiz’e, Mekke kafirleri kendi gönüllerini teselli için mecnun iftirasını da yapıyorlardı. Nitekim bu devrin bazı Batılı utanmaz yazarları, İslama karşı kin ateşlerini söndürebilmek için Peygamberimiz’e sar’a nöbeti geldiğini (hâşâ) ve bu nöbet sırasında onun ağzından çıkan sözleri insanların vahiy zannettiklerini iddia etmişlerdir. Böyle mânâsız iddia ve iftiraları akıl sahibi bir kimse, ne o zaman değer verilecek bir iddia kabul etmişti, ne de bu gün hiçbir kimse Kur’an’ı okuyup Hz. Peygamber’in (s.a) liderliğinin hayret edilecek zaferini gördükten sonra, bunların hepsini sar’a nöbetlerinin meydana getirdiği bir tezahür olduğuna inanır.
23. Yani “Biz bu adama bir felaketin gelmesini ve herhangi bir şekilde bizim peşimizi bırakmasını bekliyoruz. Galiba onlar, Muhammed ilahlarımıza karşı geldiğinden ve onların iyiliklerini inkar ettiğinden dolayı ya ilahlarımızdan biri O’na bir darbe indirecek veya bir kahraman ortaya çıkıp, bu sözleri duyarak kendinden geçecek ve onu öldürecek hayalinde idiler.
24. Bunun iki mânâsı olabilir. Biri: “Ben de sizin bu arzunuzun yerine gelip gelmeyeceğine bakıyorum.” Diğeri: “Musibet size mi yoksa bana mı gelecek, bekliyorum.”