EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA TUR SURESİ 32. VE 35. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
32- Yoksa bunu kendilerine saçma-akılları mı emretmektedir? Yoksa kendileri azgın bir kavim midir?(25)
33- Yoksa: “Onu kendisi uydurup-söyledi” mi diyorlar? Hayır, onlar iman etmiyorlar.(26)
34- Şu halde, eğer doğru sözlüler iseler, onun benzeri bir söz getirsinler.(27)
35- Yoksa onlar, hiç bir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri mi?
AÇIKLAMA
25. Ayetin bu iki ifadesi, muhaliflerin bütün propagandalarını boşa çıkararak, onları tamamen açığa çıkarmıştır.
İspatlamanın özeti şudur: Kureyş’in önderleri çok akıllı görünerek dolaşıyorlardı, ama onların akılları; şair olmayan birine şair deyin, bütün milletin çok akıllı bir kimse olarak bildiğine deli deyin ve kahinlikle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan birine zoraki kahin kararını verin mi diyor? Madem ki bu adamlar akla göre hükmedip karar veriyorlar, doğru dürüst hükümle karar versinler. Birbirine tamamen zıd kararlar, birbirleriyle uyuşup birleşmez. Nihayet bir insan aynı anda hem şair hem deli hem de kahin olamaz. Deli olan ne kahin olabilir ne de şair. Kahin ise şair olamaz, şairse kahin olamaz. Çünkü şiir dili ve anlattığı konular ayrı şeylerdir. Kahinliğin dili ve konuları ayrı şeylerdir. Bir söze aynı anda hem şiirdir demek, hem de kahinliktir diye karar vermek şiir ve kahinliğin farkını bilen insanın işi değildir.
Artık Hz. Muhammed’e karşı koymak için birbirine zıt bu sözlerin akıldan değil, baştan başa inat ve vicdansızlıktan kaynaklandığı açığa çıkmaktadır.
Kavmin bu büyük liderleri kaynayan inatlarının içinde körleşerek ciddi hiçbir insanın değer vermeyeceği, ipe sapa gelmez iddialarda bulunmuşlardır. (Geniş bilgi için bkz. A’raf an: 104, Yunus an: 3, İsra an: 53-54, Şuara an: 130-131, 140-144)
26. Bu buyrukda denmek istenen diğer bir ifade şudur: “Kureyşliler “Kur’an-ı Kerim Muhammed’in kendi yazıp çizdiği sözlerden ibarettir” diyorlar. O’nun sözü olmadığını onlar da biliyor, dil erbabı olan başkaları da biliyor. Sadece onu işitip bunun bir insan sözünden çok daha üstün ve yüce olduğunu açıkça hissettiklerinden değil, Hz. Muhammed’i (s.a) tanıyan herkes hakikaten onun sözü olmadığını anlayabilir. O halde sözün açıkçası ve doğrusu; Kur’an-ı Kerim’e Peygamber’in sözüdür diyenler, gerçekte iman etmek istemeyenlerdir. Bu yüzden de çeşitli, asılsız bahaneler uyduruyorlar. Onlardan bir bahane de işte ayette belirtilenlerdir. (Geniş bilgi için bkz. Yunus an: 21, Furkan an: 12, Kasas an: 64, Ankebut an: 88-89, Secde: 1-4, Fussilet an: 54, Ahkaf an: 8-10.
27. Yani mesele, bunun (Kur’an-ı Kerim’in) Hz. Muhammed’in (s.a.) sözü olmamasından ibaret değildir. Gerçek şu ki: Bu serapa insan sözü değildir. Ve böyle bir kelam yazılıp kitap haline getirilmesi insan gücünün üstündedir. Eğer siz buna insan sözü diyorsanız, o halde bu paye ve seviyede bir insan düzenlemesi olan kelamı getirip gösterin bakalım. Şu meydan okuyuş sadece Kureyş’e değil, hatta bütün dünya inkarcılarına ilk defa bu ayette yapılmıştır. Bundan sonra üç defa Mekke’de daha sonra da Medine’de son kere tekrarlandı. (Bakınız Yunus: 38, Hud: 13, İsra: 8, Bakara: 23) Fakat hiç kimse ne o zaman, ne de ondan sonra bugüne kadar Kur’an’a karşı çıkarılan bir insan eseri olan bir kitabı öne sürme cesaretini gösterememiştir. Bazı insanlar bu meydan okuyuşun gerçek şeklini anlamadıklarından dolayı diyorlar ki; “Değil, bir Kur’an, bir kişinin stilinde bile, başka biri, nesir veya nazım yazamaz. Homer, Mevlana, Şekspir, Göthe, Galip, Togor, İkbal bu bakımdan benzersiz kimselerdir. Onları taklit ederek, onlar gibi söz söyleyip yazmak kimsenin gücü, işi değildir.”
Kur’an-ı Kerim’in meydan okuyuşuna bu cevabı verenler; “Bu sözün bir benzerini getirsinler” ifadesini Kur’an-ı Kerim tarzında yazılmış, onun gibi bir kitap yazmak şeklinde anlamışlardır. Halbuki bu meydan okuyuştan maksat, üslupta aynilik değil, aksine istenen; sadece Arapça ile yazılmış olmasa da dünyanın herhangi bir diliyle yazılmış da olsa Kur’an-ı Kerim’i bir mucize yapan özellikler açısından ona eş olabilecek seviyede bir kitabı getirin bakalım, demektir. Özet olarak bazı önemli özellikler aşağıya alınmıştır. Bu özelliklerden dolayı Kur’an-ı Kerim önce de mucize idi, bugün de mucizedir:
1) Kur’an-ı Kerim, indiği dilin edebiyatının en üstün ve en muhteşem örneğidir. Bütün kitapta bir tek cümle dahi ölçüden sapmış değildir. İşlenen her konu en ölçülü kelimeler ve en uygun ifadelerle anlatılmıştır. Bir konu tekrar tekrar anlatılmıştır. Ve her tekrarda anlatış tarzı yenidir. Tekrarlamadan dolayı asla bir çirkin görüntü meydana gelmemektedir. Başından sonuna kadar bütün kitapta kelimelerin oturtuluşu, zümrütlerin traşlanarak hassasiyetle yuvalarına yerleştirilmesi gibidir. Söz o kadar tesirlidir ki, lisan erbabı birinin onu dinleyip de başının dönmemesi mümkün değildir. Hatta muhalif, inkarcı birinin ruhu bile vecde gelmektedir. 14 asır geçtikten sonra bile bu güne kadar bu kitap kendi dilinin edebiyatının en yüksek örneğidir. Eşit seviyede olması bir tarafa, hatta ona yakın olabilecek, onun değer ve seviyesine ulaşabilecek Arapça bir kitap yoktur. Mesele bundan ibaret değildir; zira bu kitap Arapça’yı öyle sarmıştır ki, 14 asır geçmesine rağmen bu dilin fesahat ölçüsü, kitabın koyduğu ölçüdür. Halbuki bu kadar uzun zamanda diller değişerek başka şekiller alıyorlar. Bu kadar uzun zamandanberi yazılış, cümle kuruluş, karşılıklı konuşma, gramer ve kelimelerin kullanılışı noktasında aynı şekilde kalan dünyada hiçbir dil yoktur. Ama bu sadece Arapça’yı yerinden kıpırdatmayan Kur’an-ı Kerim’in gücüdür. Bugüne kadar onun bir tek kelimesi bile kullanılmaz hale gelmemiş, her cümlesi Arap edebiyatında hâlâ kullanılmaktadır. O’nun edebiyatı bugün de Arapça’nın edebiyat ölçüsüdür. Yazı yazma ve konuşmada hâlâ bin dört yüz sene önce Kur’an-ı Kerim’de kullanılan dil tarzı fasih dildir. Dünyanın hiçbir dilinde bu değerde bir insan eseri var mıdır?
2) Bu, beşerin düşüncesine, ahlakına, medeniyet ve hayat tarzına bu kadar geniş, bu kadar derin ve bu kadar çok yönlü tesir yapan dünyada tek kitaptır. Bu bakımdan dünyada bir benzeri bulunamaz. Önce onun tesiri bir halkı değiştirdi, daha sonra o halk ayağa kalkarak dünyanın büyük bir bölümünü değiştirdi. Böylesine devrim yapmış ikinci bir kitap yoktur. Bu kitap sadece kağıt sahifelerde yazılı kalmamış, hayat içinde de her kelimesi düşünceler kurmuş ve apayrı bir medeniyet ortaya koymuştur. 14 asırdan beri onun bu tesir halkası devam etmekte ve her geçen gün de bu tesirler yayılmaktadır.
3) Bu kitabın bahsettiği konunun dairesi, ezelden ebede kadar bütün kainatı içine alan en geniş bir konudur. O, kainat hakikatı, başlangıç ve sonu, düzen ve kanunlarından bahsetmekte, kainatın yaratıcısının, düzenleyicisinin, yürütücüsünün kim olduğunu, insanlardan ne istediğini, üzerine kainat düzenini kurduğu gerçeğin ne olduğunu bildirmektedir. Kitapta insanın bu dünyadaki yeri ve değeri müşahhas bir şekilde belirtilerek, şu onun doğuştan gelen değeri, şu da yaratılıştan gelen yeridir, diyerek bunları değiştirmeye insanın gücünün yetmediği anlatılmıştır. O kitap, bu yer ve değer açısından insan için, hakikate tamamen uygun düşen en doğru düşünce ve amel yolunun ne olduğunu ve gerçekle çatışan yanlış yolun ne olduğunu, doğru yolun doğru oluşunu, yanlış yolun yanlışlığını göstererek yer ve göğün, teker teker her şeyinden, kainat sisteminin her köşesinden, insanın bedeni yapısından, insanın kendi tarihinden sayısız deliller verilmektedir. Bununla birlikte insanın yanlış yollara nasıl ve ne sebeplerle saptığını, daima tek olan ve tek kalacak olan doğru yolun nasıl bilinip tanınacağını, her devirde o doğru yolun nasıl gösterildiğini de anlatmaktadır. Doğru yolu sadece göstermekle kalmamakta o yol üzerinde yürümek için tam bir hayat düzeni planı sunmakta ve bu planda inanç, ibadet, ahlak, nefsin kötülüklerinden arındırılması, adabı muaşeret, medeniyet, iksitat, siyaset, adalet yani insan hayatının her yönü ile ilgili son derece sağlam bir sistem ortaya koymaktadır.
Bunlara ek olarak o kitap gayet geniş ve açık şekilde bu doğru yola gitme ve yanlış yolda yürümenin bu dünyadaki sonucu ve dünyanın mevcut sisteminin son bulmasından sonra öbür alemde meydana gelecek sonuçları bildirmekte, bu alemin son buluşunu, diğer alemin meydana gelişini uzun uzun çizgilerle anlatmakta, bu değişmenin bütün safhalarını teker teker anlatırken, diğer alemin mükemmel planını gözler önüne sermektedir. Ve sonra insanın orada nasıl ikinci bir hayata kavuşacağı, dünyadaki amellerinin hesabını nasıl vereceği, nelerden sorguya çekileceği, amel defterinin inkar edemeyeceği şekilde nasıl önüne konacağı, onun ispatı konusunda nasıl sağlam şahitlikler ortaya sürüleceği, mükafat veya cezaya uğrayanların neden dolayı, mükafat ve ceza alanların nasıl ve ne şekilde amellerinin cezasını görecekleri saf ve berrak olarak anlatılmıştır.
Bu geniş konuda, bu kitapta anlatılanlar kitap sahibi tarafından irili ufaklı bazı maddeleri bir araya getirerek birtakım benzetmelerden bir bina kurma tarzı ile değil, kitabın sahibinin hakikati doğrudan doğruya bildiğini gösteren bir tarzda anlatılmıştır. O kitabın sahibinin gözü ezelden ebede herşeyi görür, bütün hakikatler ona açık ve ayandır. Kainat baştanbaşa O’nun önünde açık bir kitap gibidir.
İnsanlığın başlangıcından sonuna kadar değil, hatta son bulmasından sonra ikinci hayatına kadar dahi O, onu bir bakışta görmektedir. Tahmin ve benzetmeye göre değil, ilme dayanarak insanlığa önderlik etmektedir. İlim açısından ileri sürdüğü hakikatlerden hiçbirinin bugüne kadar yanlış olduğu görülmemiş, onun ortaya koyduğu insan ve kainat kavramının bütün görüntülerini ve meydana gelişlerini mükemmel bir şekilde ispatlamakta, delillerini gözler önüne koymakta ve her ilim dalında incelemeye esas tutmaktadır. Felsefe, fen ve sosyal ilimlerde en son ortaya çıkan bütün soruların cevabı bu kitapta vardır. Aralarında da öyle mantıki bağlar vardır ki bunlar üzerine mükemmel, sağlam ve herşeyi içine alan bir düşünce sistemi ortaya çıkmaktadır. Ameli açıdan hayatın her yönüyle ilgili, insana verdiği önderlik, sadece son derece akla uygun, son derece temiz olmaktan ibaret değildir. 14 asırdan beri yeryüzünün çeşitli köşelerinde sayısız insanın fiilen ona uyması ve tecrübesi, onun en iyi olduğunu göstermiş ve ispat etmiştir. Bu değerde bir insan eseri dünyada var mıdır? Olmuşsa onu bu kitapla karşılaştırmak mümkün müdür?
4) Bu kitabın tamamı bir anda yazılarak dünyanın önüne sürülmemiş, aksine birkaç emirle yol gösterilerek ıslah hareketine bir başlangıç yapılmıştır. Bundan sonra da 23 sene boyunca devam eden vahiy gelişi, Kur’an’ın indirilişi, hangi merhalelerden geçmiştir? O insanlarının durumlarına ve ihtiyaçlarına uygun olarak inen o kitabın bölümleri, o hareketin önderinin diliyle bazen uzun hitaplar, bazen kısa cümleler halinde ifade edilip gelmiştir. Sonra bu mesajın, yani ilahi tebliğatın tamamlanması üzerine, çeşitli zamanlarda inen bu bölümler “Kur’an” adı ile anılan mükemmel bir kitap halinde tertip edilerek dünyanın önüne konulmuştur.
Hareketin liderinin ifadesi ile anlaşılıyor ki, bu hitaplar ve cümleler o Peygamber’in kendisinden değildir ve fakat alemlerin Rabbi tarafından ona indirilmiştir.
Biri çıkar bu ifadelerin o Peygamber’in kendisinin olduğunu iddia ederse; o zaman bütün bir dünya tarihi içinde öyle bir benzer göstermeli ki herhangi bir insanın seneler boyunca hiç durmadan, mazzam içtimai hareketin tek başına liderliğini yaparak, bazen bir nasihatçı ve ahlak öğreticisi bazen zavallı bir topluluğun yol göstericisi, bazen bir memleket lideri bazen savaşan bir ordunun komutanı, bazen bir fatih, bazan kanun koyan, kanun yapan olarak, yani genellikle çeşitli zaman ve durumlarda pek çok açıdan yaptığı konuşmaların veya söylediği sözlerin bir araya getirilerek sağlam, mükemmel ve herşeyi içine alan bir düşünce ve amel sistemi kurulması ve bu kitabın hiçbir yerinde bir tezadın, çelişkinin bulunmaması, başından sonuna kadar bir merkezi düşüncenin ve fikir zincirinin göze çarpması gibi özellikleri taşıdığını göstermesi gerekir. Ve o kişinin mesajını sunmaya başladığı ilk günden son güne kadar herşeyi içine alan bir inanaç ve amel sistemini kurduğunu, kitabının her parçasının diğer parçalarına tam uygunluk göstermesi gerektiğini, bu kitabı okuyan akıl ve zeka sahibinin davetin başlangıcından sonuna kadar ne yapmak istediğini çok iyi bildiğini anlamasını, işin ortasında aklına gelen şeyi daha önce düşünemediğinden dolayı değiştirmek mecburiyetinde kalmadığını da ispat etmesi gerekir. Kendi zihni yaratıcılığının bu şaheser üstünlüğünü gösteren bir insan geçmişse, bunu da bize tanıtması gerekir.
5) Bu hitap ve cümlelerin ağzından çıktığı önder, aniden bir köşeden çıkarak sadece bunları söylemek için gelmemiş ve onları söyledikten sonra da bir yere çekip gitmemişti. O bu hareketi başlatmadan önce insanlar arasında yaşamaya devam etmişti. Konuşma ve anlatış tarzını ve ifade şeklini herkes iyi tanıyordu. Arapça bilenlerin, okuyarak, o önderin üslubunun nasıl olduğunu kolaylıkla anlayacakları büyük bir hadis bölümü el’an mevcuttu. Onunla aynı dili konuşan insanlar o zaman rahatça anlıyorlardı, bu günün Arapça bilenleri de bu kitabın dilinin ve üslubunun o önderin dili ve üslubundan farklı olduğunu anlarlar. Hatta onun konuşmalarının bir yerinde bu kitabın küçük bir parçası geçse, ikisinin dil ve üslup farkı orada tamamen açık bir şekilde görülür. Soru şudur ki: Acaba dünyada hiçbir insan seneler senesi kesin iki ayrı üslupta konuşma zorluğuna katlanabilir mi? Ve bu iki üslubun, aslında aynı kişiye ait olduğunu gizleyebilir mi? Geçici ve bir vakte ait olmak üzere bu çeşit uydurmalarda muvaffak olmak mümkündür. Bir kişi dili ve üslubu farklı olarak Allah’tan gelen vahiy tarzı ile konuşmayı ve kendi adına konuşup söyleyince de dil ve üslubunu tamamen farklı kullanmayı sürekli 23 sene boyunca nasıl becerebilir?
6) Bu hareketi yürütme sırasında hareketin önderi çeşitli hallere düçar olmuştu. Bazen o kendi vatandaşları, kendi kabilesi adamlarının alay, hakaret ve ağır eziyet ve zulmüne hedef olmuştu. Bazen arkadaşlarına o kadar baskı yapılmış, o kadar işkenceler yapılmıştı ki ülkelerini terkedip gitmeye mecbur olmuşlardı. Bazen düşmanlar onu öldürmeye çalıştılar, kendisi de memleketinden hicret etmek zorunda kaldı, bazen sonu gelmeyen zorluklar içinde ve açlıkla karşı karşıya yaşamak durumunda kaldı. Bazen ardarda mağlubiyet ve zafer, ikisinin de olduğu savaşlara da sıra geldi. Bazen düşmanlarına galip geldi. Onlar ki, ona çok zulüm yapmışlardı. Onun önünde baş eğiyor göründüler. Bazen de birine az nasip olan iktidara da sahip oldu. Bütün bu durumlarda bir insanın duygularının aynı olamayacağı açıktır. O önderin bu çeşitli hadiselerdeki kendine ait konuşmalarında, bir insanın kalbinde meydana gelebilecek bütün duyguların tesiri açıkça görülür. Fakat bu çeşitli durumlarda onun ağzından işitilen sözler Allah tarafından gelen vahiy olarak söylenmişse beşeri duygulardan tamamen uzak olduğu görülecektir. Hiçbir şöhretli eleştirici o kitabın bir yerine parmak basarak, şurada beşeri duyguların harekete geçtiği görülüyor diyemez.
7) Bu kitapta olan her geniş bilgi o devrin Arapları, Bizans, Yunan ve İranlıları bir tarafa şu 20. asrın büyük ilim erbabında bile görülmez. Bugün felsefe, fen ve sosyal ilimlerin herhangi bir dalının incelenmesinde ömür tükettikten sonra insan ancak bu ilim dalının derinliğine ulaşabiliyor. Daha sonra da aynı adam dikkatle Kur’an-ı Kerim’i incelerse o ilim dalında karşılaştığı soruların açık bir cevabını bu kitapta buluyor. Bu iş sadece bir ilim konusu ile sınırlı değil, insan ve kainatla ilgili bütün ilimlerde geçerlidir. O halde 14 asır önce Arabistan çöllerinde okuma yazma bilmeyen birinin, ilmin her dalında bu kadar geniş bilgiye sahip olduğu ve onun her temel meseleyi inceleyerek açık ve kesin çözümler getirdiği nasıl iddia edilebilir?
Her ne kadar Kur’an-ı Kerim’in icazının bunlardan başka yönleri varsa da, insan sadece bu birkaç yönü incelemesi ile anlayacaktır ki, Kur’an-ı Kerim’in bir mucize oluşu, nazil olduğu zaman ne kadar açıksa, bugün kat kat daha fazla açıktır. İnşaallah kıyamete kadar da daha açık olmaya devam edecektir.