EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA YASİN SURESİ 10. ve 13. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
10- Kendilerini uyarıp-korkutsan da, uyarmayıp-korkutmasan da onlar için birdir; onlar iman etmezler.(8)
11- Sen ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’) a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarıp-korkutursun. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.
12- Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önden takdim ettiklerini ve eserlerini de biz yazarız.(9) Biz her şeyi, apaçık olan bir kitapta tesbit edip korumuşuz.
13- Sen onlara, o şehir halkının örneğini ver; hani oraya elçiler gelmişti.(10)
AÇIKLAMA
8. Bu, “tebliğ etmeye gerek yok” anlamına gelmez. Yani senin tebliğin hertürlü insana ulaşır. Bunların bazıları yukarıda zikredilmiştir. Diğerlerinin bahsi ileride gelecek ayetlerde sözkonusu edilecektir. Birinciler, yani tekebbür ve inat içinde olanlar, sana karşı çıkmakta kararlıdırlar. Bu yüzden onlar için üzülmene gerek yok, boşuna meyus olma ve tebliğe devam et. Çünkü sen bu insanların içinde, Allah’tan korkarak, doğru yola girmek isteyen kimselerin de bulunabileceğini bilmelisin. Tebliğ ederken gerçek muhatabın işte bu insanlardır, onları aramak ve bir araya getirmek senin görevindir. Diğerlerini bırak, bu insanları bulmaya çalış.
9. Bundan, insanların amellerinin üç şekilde kaydedildiği anlaşılıyor. Birincisi, insanın iyi ve kötü tüm amelleri Allah’ın indinde kayıtlıdır. İkincisi insanın amelleri anında tespit edilmektedir. Sonra bunlar kıyamet günü ortaya çıkacaktır.
Yani, insan tüm sözlerini, niyetlerini, arzularını zihninde yazılı bulacak ve yine tüm davranışları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçecektir. Üçüncüsü ise insanın ölümden sonra geride bırakacağı iyi ya da kötü tesirlerdir. Bu tesirler nereye ve ne zamana kadar devam ederse, o kimsenin hesabına işlenecektir. Sözgelimi, kişinin çocuğunu iyi veya kötü şekilde terbiye etmiş olması dolayısıyla o çocuğun topluma olan etkileri, yani insanın ektiği tohumun karşılığı olan sevap veya günah, onun hesabına işlenecektir.
10. Kadim müfessirlerin çoğu bu şehri Antakya, iki elçiyi de iki havari sanmışlar ve bu olayın kral Antiochus döneminde geçtiğini söyleyebilmişlerdir. Fakat İbn Abbas, İkrime, Katade, Ka’b el-Ahbar ve Vehb bin Münebbih bu kıssayı Hıristiyanların güvenilir olmayan rivayetlerine dayanarak nakletmişlerdir. Oysa bu kıssanın tarihi bir mesnedi yoktur. Antakya’da bu sülaleden 13 kral, “Antiochus” lakabıyla M.Ö.65’e kadar hüküm sürmüştür. Ayrıca Hz. İsa’nın (a.s) Antakya’ya tebliğ etmeleri için havari gönderdiğine dair Hıristiyanların dayandıkları hiçbir belgeleri yoktur. Bilakis Kitab-ı Mukaddes’in, “Rasullerin işleri” bölümünden, Hz. İsa’nın (a.s) göğe kaldırılışından birkaç sene sonra Hıristiyan mübelliğlerin ilk kez Antakya’ya gittikleri anlaşılıyor. Bundan Allah Teâlâ’nın hiçbir peygamberini oraya göndermediği veya peygamberlerinden birini herhangi bir elçi tayin etmediği belli olmaktadır. Şayet bir şahıs oraya kendiliğinden tebliğ etmeye gitmişse bile, o şahsa Allah’ın peygamberi denilerek, tevil yapılamaz. Yine Kitab-ı Mukaddes’te, Antakya’da yahudi olmayan birçok kimsenin Hıristiyanlığı kabul ettiklerinden söz edilmektedir. Oysa Kur’an yukarıdaki beldenin önemli bir özelliğini, belde halkının peygamberin davetini reddetmiş olmaları ve dolayısıyla azaba uğradıkları şeklinde açıklar. Tarihi hiçbir belgede Antakya’ya azab geldiğine dair bir kayıt yoktur. O halde Antakya halkının peygamberleri reddettiğini ve bu yüzden azaba uğradıklarını iddia etmek mümkün değildir.
Yukarıda da zikredildiği gibi, Antakya sözkonusu “belde” olamaz. Hangi belde olduğu Kur’an’da bildirilmemiş ve Rasûlullah’dan (s.a) bu konuda hiçbir hadis gelmemiştir. Ayrıca bu “Rasûllerin” kim olduklarından da bahsedilmemiştir. Kur’an kıssayı sadece bir vakıa olarak zikrettiği için belde ve Rasûllerin isimlerinin bilinmesi pek gerekli değildir. Sözkonusu kıssanın aktarılma amacı: “Kureyşlilere sizler nasıl inat ve zıtlıkla Rasûlullah’ı (s.a) inkar ediyorsanız, o beldedekiler de aynı yanılgı içindeydiler. Aynı yolu takip ettiğiniz ve inadınızda ısrarlı olduğunuz takdirde, sizlerin sonu da o beldedeki insanlar gibi olacaktır” demek suretiyle uyarıda bulunulmaktadır.