EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ZARİYAT SURESİ 14. VE 18. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
14- “Tadın fitnenizi.(11) Bu, sizin pek acele isteyip durduğunuz şeydir.”(12)
15- Şüphesiz muttaki olanlar,(13) cennetlerde ve pınarlardadırlar;
16- Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak.(14) Çünkü onlar, bundan önce ihsanda (güzel davranışta) bulunanlardı.
17- Gece-boyunca da pek az uyurlardı.(15)
18- Onlar, seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.(16)
AÇIKLAMA
11. Fitne kelimesi burada iki mânâ taşıyor. Biri, “Bu azabınızı tadınız.” İkincisi, “Dünyada çıkardığınız fitnelerin tadına bakınız” demektir. Arapça’da bu kelimeye aynı anda bu iki mânânın verilmesi mümkündür.
12. Kafirlerin “Artık o kıyamet günü ne zaman gelecek” sorularının altında: Onun gelişi niçin gecikiyor? Biz onu inkar ettiğimiz, yalanladığımızdan dolayı azaba uğrayacağımız gerektiğine göre o gün niçin gelmiyor mânâsını gizliyordu. Bu bakımdan cehennem ateşinde kavrulurken onlara denecek ki, “İşte bu sizin çabuk gelmesi için çırpındığınız şeydir. Bu ayetlerden şu mânâ da kendiliğinden çıkmaktadır. İsyan eder etmez Allah’ın sizi yakalamaması büyük bir iyiliği idi. Düşünmek, anlamak ve kendinize gelmek için size uzun bir mühlet verdi durdu. Ama siz öyle ahmaktınız ki, bu mühletten faydalanacağınız yere tersine o günün size çabuk gelmesini istediniz durdunuz. Artık çabuk gelmesini isteyip durduğunuz şeyin ne olduğunu alın görün.
13. Ayetlerin akışından “muttaki” kelimesinin şu mânâyı ifade ettiği açıkça anlaşılmaktadır. Müttaki demek: Allah’ın Kitabı’nın ve Peygamberi’nin verdiği haberlere iman edip ahirete inanan, ahiret hayatını kazanmak için kendilerine tavsiye edilen yolu seçen ve Allah’ın azabına uğratacağı kendisine bildirilen gidişattan çekinen demektir.
14. Ayetin kelime kelime tercümesi, “Rab’lerinin kendilerine verdiği şeyleri onlar alacaklar” şeklinde ise de, yer ve durum icabı burada “almak” kelimesi, sadece düz bir “almak”tan ibaret değildir. Bazılarına cömert biri avuç dolusu ikramlarda bulunurken onların üşüşerek o ikramları kapışması gibi sevinerek memnuniyetle alması demektir. Birine sevdiği bir şey verilince onu alışta memnuniyetle kabul etme manası kendiliğinden çıkmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in bir yerinde şöyle buyurulmuştur:
“İnsanlar bilmiyorlar mı ki; Allah Teala kulları tarafından yapılan tevbeleri kabul eder ve sadakaları alır” (Tevbe Suresi /104) Burada sadakaları almak demek sadece onları doğrudan almak değil beğenerek, sevinerek kabul etmektir.
15. Müfessirlerden bazıları, bu ayetin mânâsını şöyle anlamışlardır: “Bütün geceyi uyuyarak geçiren ve onun hiç değilse bir bölümünü az ya da çok, gecenin başlangıcında veya ortasında ya da sonunda uyanarak Allah’a ibadet etmeyen az sayıda idi.” Bu şekilde tefsir küçük çapta kelime farklılıkları ile birlikte İbn Abbas, Enes bin Malik, Muhammed el Bâkır, Mutarrif bin Abdullah, Ebul-Aliye, Mücahid, Katade, Rebi bin Enes ve diğerlerinden nakledilmiştir.
Diğer bazıları bunun mânâsını şöyle açıklamışlardır: “Onlar, gecelerinin büyük bir bölümünü Allah Teala’ya ibadet ile geçirirler, az uyurlardı.” Bu ifade Hasan Basri, Ahnef bin Kays ve İbn Şihab Zuhrî’ye aittir. Daha sonraki müfessirler ve mütercimler bu ifadeyi tercih etmişlerdir. Çünkü ayetin kelimeleri, o yer ve durum açısından, bu tefsir şeklinin daha uygun düştüğü görülmektedir. Bundan dolayı biz de tercümemizde bu mânâyı tercih ettik.
16. Yani gecelerini ahlaksızlıklar, itaatsızlıklar ve çirkin hareketlerle geçirdikleri halde, yine de hiçbir şekilde tevbe etmeyi, istiğfar etmeyi akıllarından bile geçirmeyen kimselerden değillerdi onlar. Aksine onlar, gecenin büyük bir bölümünü Allah’a ibadet ile geçirirlerdi de yine de sabaha doğru, seher vakti Rab’lerinden “Ya Rabbi üzerimize düşen kulluk borcumuzu ödemekte kusurlarımız oldu” diye af ve mağfiret dilerlerdi.
“Onlar bağışlanmayı isterler” buyruğunda -bu tutum ve hareket tarzının onların hoşuna gittiğine- bir işaret vardır. Rablerine kulluk yapma yolunda canlarını feda ederler, yine de bundan dolayı şişinip, iyilikleri üzerine övünme yerine, ağlayıp sızlayarak hatalarının bağışlanmasını isteyecek kadar onlar kulluk şanına layıktılar. Elbette bu tutum, günah işleyen ve onlarla öğünen utanmazların tutumu olamazdı.