EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ZARİYAT SURESİ 44. VE 51. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
44- Ancak Rablerinin emrine baş kaldırdılar; böylece bakıp-dururlarken, onları yıldırım çarpıp-yakaladı.(41)
45- Artık ne ayağa kalkmaya güç yetirebildiler, ne de yardım bulabildiler.(42)
46- Bundan önce Nuh kavmini de (yıkıma uğrattık) . Çünkü onlar, fasık olan bir kavim idi.(43)
47- Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz biz, (onu) genişletici olanlarız.(44)
48- Yeri de biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici olanlar(ız) .(45)
49- Ve biz, her şeyi iki çift yarattık.(46) Umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.(47)
50- Öyleyse, Allah’a doğru (yönelip, şirkten ve bozulmalardan) kaçın. Gerçekten ben sizi, O’ndan yana açıkça uyarıp-korkutmakta olanım.
51- Allah ile beraber başka bir ilah(ı ortak) kılmayın. Gerçekten ben sizi, O’ndan yana açıkça uyarıp-korkutmakta olanım.(48)
AÇIKLAMA
41. Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde bu azap için çeşitli kelimeler kullanılmıştır. Bir yerde ona “Recfa” (Korkutan ve kaldırıp yere vuran afet) denmiştir.
Bir yerde de “Sayha” (Gürültü ve bağırma) diye açıklanmıştır. Başka bir yerde ise, “Tağiye” (Son derece şiddetli ve büyük afet) kelimesi kullanılmıştır. Bu ayette ise o azaba “Saika” denmiştir. Yıldırım gibi aniden inen felâket demek olduğu gibi, şiddetli gürültü de demektir. Galiba bu azap, korkunç seslerle, gürültüler çıkaran bir yer sarsıntısı ve depremlerle gelmişti.
42. Ayette “Muntasıriyn” kelimesi geçmektedir. İntisar kelimesi Arapça’da iki mânâda kullanılır. Biri, kendi kendini herhangi bir saldırıdan koruyan, kurtaran. Diğeri de saldırandan intikam alan demektir.
43. Ahiret hakkında tarihi deliller ortaya koyulduktan sonra onu ispat etmek için afakî deliller öne sürülmüştür.
44. “musiûn” Mûsi; güç ve kudret sahibi demek olduğu gibi, genişleten demek de olur. İlkine göre bu ilahi buyruğun mânâsı şöyle olur: Bu gökyüzünü, birinin yardımı ile değil, kendi gücümüzle yarattık. Onun yaratılması bizim gücümüzün üstünde birşey değildir. Buna rağmen siz nasıl olur da, bizim sizi tekrar yaratamayacağımızı düşünebilirsiniz?
İkincisine göre de mânâ şu demektir: Bu büyük kainatı biz sadece bir kere yaratıp bırakmadık, aksine o kainatta sürekli genişletme yapıyoruz. Ve her an o kainat içinde yaratmamızın yepyeni, dehşete düşüren gelişmeleri olmaktadır. Böyle güçlü ve muazzam yaratıcının şahsını, yeniden yaratma konusunda siz nasıl aciz sanabilirsiniz?
45. Bunun izahı açıklama notu 18’de geçmiştir. Fazla bilgi için bakınız, Neml an: 74, Yasin an: 29, Zuhruf an: 7-10.
46. Yani, dünyadaki herşey eşleme sistemine göre yapılmıştır. Bu herşeyi ile dünya alemi bazı şeylerin bazı şeylerle eş olduğu kaidesi üzerinde yürümektedir. Ve sonra onların eş olmasından çeşitli terkipler meydana gelmektedir.
Bu dünyada hiçbir şey kendisi ile başka bir şeyin eş olmadığı teklik halinde değildir. Herşey kendi eşi ile birleşerek bir meyve vermektedir. (Geniş bilgi için bkz. Yasin an: 31, Zuhruf an: 12)
47. Burada söylenmek istenen şudur: Bütün kainatın eşleme sistemine göre yaratılması, dünyanın da her şeyinin eşeş olması, ahiretin varlığının kesinliğini açık şekilde ispatlayan bir gerçektir. Biraz dikkatle düşünürseniz aklınız şu sonuca ulaşacaktır: Madem ki dünyada herşeyin bir eşi vardır ve herşey kendi eşi ile birleşmeden meyva verememekte, kendini devam ettirememektedir? O halde bu dünya hayatının nasıl bir eşi olmaz? Bunun eşi de elbette ki ahirettir. Eğer o olmasa idi bu da kesinlikle meyvasız kalır, mânâsız olurdu. İlerdeki konuyu anlamak için, burada şunu iyi anlamak lazımdır.
Her ne kadar buraya kadar bütün sözler ahiret konusu üzerinde devam edip gelmişse de; bu sözler ve delillerde Allah’ın birliğini ispat etmeye ait ifadeler de bulunmaktadır. Yağmur sistemi, yeryüzünün yaratılışı, gökyüzünün kuruluşu, insanın kendi bedeni ve varlığı ve kainatta herşeyin çift olması kanununun şayanı hayret işleyişi vs. bütün bunlar ahiretin olabilirliğini ve mutlaka olması gerektiğini ispat ettiği gibi, bu kainatın sahipsiz ve ilahsız olmadığını veya pek çok ilahlar olmayıp bir tek Kadir-i Mutlak (herşeye gücü yeten) hikmet sahibi Allah’ın onun yaratıcısı, düzenleyicisi ve sahibi olduğunu da ispat etmektedir.
Bu bakımdan ilerde bu delillere dayanarak Allah’ın birliğine inanmaya çağrı da yapılmaktadır. Buna ilaveten ahirete inanmanın kesin sonucu, insanın Allah’a isyanı terkedip itaat ve kulluk yolunu seçmesidir. “Ben kimseye karşı sorumlu değilim, dünyada yaşadığım sürece yaptığım işlerin hesabını da kimseye verecek değilim.” diyerek gaflet ve dalâlette bulunduğu müddetçe insanoğlu Allah’dan yüz çevirir, ondan uzak yaşar. Bu yanlış düşünce ne zaman kalkarsa o anda kişi vicdanında, kendi kendini başıboş, sorumsuz zannederek ne kadar büyük bir hata yaptığını anlar ve birden içinde kabaran bu pişmanlık duygusu onu Allah’a dönmeye mecbur eder. Buna göre ahirete ait deliller biter bitmez arkasından “O halde Allah tarafına koşun” buyurulmuştur.
48. Her ne kadar bu ifade Allah kelamı ise de konuşan Allah Teala değil, Hz. Peygamber’dir. Sanki söz aslında şöyledir: Allah (c.c) Hz. Peygamber’in (s.a) dili ile “Allah tarafına koşun! Ben size onun tarafından haber getiriyorum.” demektedir. Bu şekilde ifade örneği, Kur’an-ı Kerim’in birinci suresi, yani “Fatiha Suresi’nde” vardır. Onda da buyruk şüphesiz Allah Teala’nındır. Fakat konuşan kuldur.
Nasıl ki orada “Ey iman edenler! Rabbinize şöyle dua ediniz” denmemiştir. Ama sözün gelişinden dolayı, kendiliğinden bunun Allah Teala’nın kullarına öğrettiği bir dua olduğu görülmektedir. Onun gibi burada da “Ey Peygamber! Sen o adamlara söyle” ifadesi kullanılmamış, ama sözün gelişi kendiliğinden Allah Teala’nın emrine uygun olarak Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu, Allah’ın birliğine inanmaya davet olduğu görülmektedir. Fatiha Suresi’nden başka Kur’an-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde, bu çeşit ifadeler vardır. Bu ifadelerde kelam Allah’a aittir. Sözü konuşan ise, bazı yerlerde melekler, bazı yerlerde Peygamber’dir. Sözü söyleyenin kim olduğu açıkça belirtilmemekle beraber, konunun gelişi, sözlerin akışı, kendiliğinden Allah’ın bu buyruğunun kimin dilinden söylendiğini açığa çıkarmaktadır. (Örnek olarak bakınız: Meryem: 64-65, Saffat: 159-167, Şûra: 10) .