sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ZARİYAT SURESİ 52. VE 56. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ZARİYAT SURESİ 52. VE 56. AYETLER
24.09.2022
609
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

52- İşte böyle; onlardan öncekiler de herhangi bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka onlar da: “Büyücü veya cinlenmiş” demişlerdir.(49)
53- Onlar bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar, ‘azgın ve taşkın (tağiy) ‘ bir kavimdirler.(50)
54- Öyleyse sen, onlardan yüz çevir; artık sen, kınanacak değilsin.(51)
55- Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, mü’minlere yarar sağlar.(52)
56- Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.(53)

AÇIKLAMA

49. Allah’ın gönderdiği peygamberlerin ağzından ahiret haberini ve Allah’ın birliğine inanmaya daveti duyan insanların, onlara büyücü, mecnun demeleri ilk defa bugün olmuş bir olay değildir. İnsan türünü doğru yola sevketmek için peygamber gelmeye başladığından bu güne kadar cahillerin böyle bir ahmaklığı aynı şekilde tekrar edip geldiklerine baştanbaşa peygamberlik tarihi şahittir. Hangi peygamber gelip de “Siz birçok ilahların kulları değilsiniz, ancak tek bir Allah sizin yaratıcınız, ma’budunuz ve kısmetlerinizin sahibi ve onları size ayırandır” demişse, cahiller “Bu adam sihirbazdır, büyüsü ile aklımızı bozmaya çalışmaktadır,” diyerek kıyameti koparmışlardır. Hangi peygamber gelip de “Siz başıboş, sorumsuz olarak dünyaya bırakılmadınız. Aksine, hayat defterinizi dürdükten sonra Rabbiniz ve Malikinizin önüne çıkıp hesap vereceksiniz. O hesap sonunda amellerinizin ceza ve mükafatını bulacaksınız” diye haber verdiğinde o ahmaklar “Bu delidir, aklında eksiklik vardır, öldükten sonra biz nasıl olur da tekrar diriliriz.” diye bağırıp çağırmışlardır.

50. Yani binlerce seneden beri çeşitli memleketler ve milletlerin insanlarının, peygamberlerin çağrısı karşısında aynı tutumu benimsemeleri, aynı yolu seçmeleri ve aynı tarzda sözleri peygamberlerine karşı kullanmaları, bir peygamber gelip davete başlayınca ona şöyle cevap verin diye bir toplantı yaparak geçmiş ve gelecek nesillerin aralarında anlaşma yaptıkları düşünülemez. O halde aynı tutum ve aynı cevap tarzı niçin sürekli tekrarlanır? Bunun sebebi, hepsinin ortak yönünün serkeşlik, azgınlık ve edepsizlikten başka birşey olmamasıdır. Çünkü her devirde cahil insanlar, Allah’a kul olmaktan uzaklaşıp, O’nun hesaba çekmesinden korkusuz olarak, dünyada yularsız develer gibi yaşamayı arzu etmişlerdir. Bu bakımdan ve sadece bu bakımdan, kim olursa olsun, onları Allah’a kulluk yapmaya ve Allah’tan çekinerek yaşamaya çağırmışsa ona onlar aynı biçimde cevap vermişlerdir. Bu buyruktan bir diğer önemli hakikate de ışık yakılmaktadır. O hakikat de şudur: Yolunu şaşırmak, dalâlet ve doğru yolu bulmak, hidayet, iyilik ve kötülük, zulüm ve adalet ve buna benzer diğer işlerin insan karakterinde tabiatıyle var olan iticiliklerin meydana çıkışı, her devirde ve yeryüzünün her köşesinde aynı olmaktadır. Sebepler ve vasıtaların gelişmesinden dolayı görünüşte şekilleri ne kadar değişik görünürse görünsün bu ayrılık değişmemektedir. Bugünün insanı, tanklar, uçaklar ve hidrojen bombaları ile savaşsa, eski devir insanları ise taşlar, sopalarla savaşsa da, insanlar arasında savaşın temel itici sebeplerinde kıl payı fark olmamıştır. Aynı bunun gibi bugünün inkarcısı, inkarı için ne kadar deliller ortaya dökerse döksün, akılcı yoldan isbatlar yapmaya çalışırsa çalışsın, onun bu yolda gitmesinin itici sebepleri, bundan altıbin sene önceki bir inkarcıyı kendisine doğru çeken itici sebeplerin aynıdır. İddialarının temel yapısında da önceki liderlerinin iddialarından hiçbir farklı taraf yoktur.

51. Bu ayetle dini tebliğ etmenin çok iyi anlaşılması gereken bir kaidesi anlatılmaktadır. Hak ve hakikate çağıran biri, ne zaman ki birine akla yatkın deliller göstererek, davetini açık açık ortaya sererse, onun şüphelerine itirazlarına ve delillerine cevap da verirse, hak ve hakikati açıklamak için üzerine düşen görevi yerine getirmiş, vazifesini yapmış olur. Bundan sonra hâlâ o şahıs, yanlış inanç ve düşüncesinde ısrar ederse, onun hiçbir vebali, hakka çağıran üzerine düşmez. Artık o şahsın peşine düşmek, onunla münakaşa uğruna ömrünü feda etmek mecburiyetinde değildir. Hak davetcisinin işi sadece bu bir adamı nasıl olursa olsun kendi inancına ortak etmekten ibaret de değildir. Davetçi vazifesini yapmıştır.
O inanmazsa inanmasın, inkarcının iltifat etmemesi davetçiyi -sen bir adamın yanlış yola gitmeye devam etmesine göz yumdun, çünkü o şahıs kendi dalâletinin sorumlusudur- diye suçlu duruma düşürmez. Peygamber aleyhisselam’a hitap edilerek -hâşâ- sen tebliğinde yersiz ve lüzumsuz bir yolla halkın üzerine düştün de Allah Teala seni menetmek istiyordu, gibi bir şeyden dolayı bu kaide anlatılmamıştır. Aslında bunu anlatmanın sebebi şudur: Bir hak davetçisi ne zaman ki bazı insanlara en makul yollarla ve en akla yatkın ifadelerle anlatma vazifesini yerine getirmiş, onların içinde inat ve kavgacı tutumun izlerini görerek de onlardan uzak kalmayı tercih etmişse, inkarcılar peşine düşerek onu suçlamaya başlamışlardır ve “Vay efendim siz hakka davetin önderisiniz, biz meseleyi anlamak için sizinle konuşmak istiyoruz ama siz bize iltifat etmiyorsunuz” demişlerdir. Halbuki onların maksadı sözü dinlemek, anlamak değil, aksine davetçiyi münakaşalara boğmak ve sadece onun vaktini harcamaktır. Bu bakımdan Allah Teala kendi mukaddes kitabında açık ifadelerle şöyle buyurmuştur: “Böyle adamlara iltifat etme, onlara yüz vermemenden dolayı hiçbir zaman sen azarlanmayacaksın.” Bundan sonra hiçbir kimse Hz. Peygamber’i “Siz kitap getirdiniz, o yüzden bize dini anlatmakla görevlisiniz. Bu bakımdan bizim sözlerimize niçin cevap vermiyorsunuz” diye suçlayamaz.

52. Bu ayette davetin ikinci kaidesi açıklanmaktadır. Hakka Davet’in asıl amacı, kendilerine ulaştırıldığında ona değer verip onu kabul edecek vasıftaki temiz fıtratlara iman nimetini götürmektir. Ancak davetçinin, binlerce insan arasında bu temiz fıtratlı insanları tanıyabilmesi mümkün olmadığından, toplumda mevcut temiz fıtratlı insanlara iman nimetinin ulaşabilmesi için o sürekli kendi tebliğ ve davet çalışmalarını sürdürür. Çünkü bu tip insanlar iman edecek yetenektedirler. İşte davetin asıl amacı bu insanları toplayıp biraraya getirmektir. Davetçi insanların davete kulak verip-vermeyeceklerini, imanı kabul edip-etmeyeceklerini ancak yaptığı bu çalışmalardan sonra anlayabilir. Karşısındaki insanların kalpleri katılaşmış ve iman etmeyecek kimseler olduklarını anladığı andan itibaren davetçi kendi kıymetli vaktini bu insanlara harcayarak ziyan etmemelidir. Çünkü onlar, kendilerine verilen nasihattan ders almazlar. Bu kimseler üzerinde vakit ve enerji sarfedileceğine, davetten istifade etmek isteyen kimselere yönelinmelidir.

53. Yani, “Ben ins ve cinni, başkalarına değil, bana ibadet etsinler diye yarattım. Onlar bana kendilerini yarattığım için ibadet etmelidirler. Çünkü onları başkaları değil, ben yarattığım için, ibadet edilme hakkı da bana aittir. Onları ben yarattığım halde, nasıl başkalarına ibadet edeblirler?”
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: “Allah sadece insanları ve cinleri yarattığını belirtmiş. Oysa O tüm kainatı Yaratan değil midir? Ayrıca kainattaki her zerre Allah’a ibadet etmekteyken, niçin sadece insanların ve cinlerin Allah’a ibadet etmeleri için yaratıldıkları söylenmektedir?” Bu soru şu şekilde cevaplanabilir: Cin ve insanlar kendilerine Allah’a ibadet etme veya yüz çevirme ya da başkalarına ibadette bulunma hürriyeti verilmiş olan yaratıklardır. Kainattaki diğer varlıklar ise, böylesine bir irade hürriyetine sahip değillerdir. Onlar Allah’ın koyduğu yasalara uyarak, Allah’a ibadet etmenin dışında başka bir seçeneğe sahip olmadıklarından sadece insanlara ve cinlere hitap edilmiştir. Onlar dilerlerse kendilerini yaratan Allah’a ibadet ederler, dilerlerse O’ndan yüz çevirip, kendilerini yaratmayan başka varlıklara ibadet ederler. Ancak bu şekilde davrandıkları takdirde fıtratlarının dışına çıkmış olurlar. Bu bakımdan insanlar ve cinler, kendilerini yaratan Allah’ın dışında başka hiçkimseye ibadet etmeleri için yaratılmadıklarını bilmeli ve kendileri için doğru olan, onlara verilen bu hürriyeti yanlış yolda kullanmamak olduğunu anlamalıdırlar. Bu hürriyeti doğru yolda kullanarak, tıpkı vücutlarındaki her zerrenin Allah’ın kanunlarına uyarak, O’na ibadet ettiği gibi, onlar da kendi iradeleriyle Allah’a ibadet etmelidir.
“İbadet” kelimesi burada sadece namaz, oruç vs. ibadetlere atfen kullanılmamıştır. Bu yüzden ayeti, cin ve insanların sadece namaz, oruç, tesbih vs. için yaratılmış oldukları biçiminde anlamak yanlıştır. İbadet kavramı içine, bu saydıklarımız da girmekteyse de hepsi bu değildir. Bu ifadenin tam anlamı, cin ve insanların Allah’tan başkasına tapmamalarını, itaat etmemelerini, hiç kimseye boyun eğmeyip, sadece Allah’ın karşısında eğilmelerini, O’nun emirlerine itaat edip, O’ndan korkmalarını, sadece Allah’ın dininin kurallarına uymalarını, O’nun dışında hiçkimseden birşey beklememelerini ve hiçkimsenin önünde dua etmek için el açmamalarını tazammun eder. (İzah için bkz. Sebe an: 63, Zümer an: 2, Casiye an: 30)
Ayrıca burada, cinlerin insanlardan ayrı bir yaratık oldukları da üstü kapalı bir biçimde açıklanmış olmaktadır. Kur’an’da insanların bir kısmına cin dendiği biçiminde iddialar öne süren kimseler de, bu iddialarını düzeltmelidirler. Nitekim aşağıdaki ayetlerde kimsenin karşı koyamayacağı derecede kuvvetli deliller mevcuttur. En’am: 128, A’raf: 38, 179, Hud: 119, Hicr: 27, 33, İsra: 88, Kehf: 50, Secde: 13, Sebe: 41, Sad: 75-76, Fussilet: 25, Ahkaf: 18, Rahman: 15, 39, 56, Ayrıntılı bilgi için bkz. Enbiya an: 21, Neml an: 23, 45, Sebe an: 24.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.