EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ZÜMER SURESİ 24. ve 30. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
24- Kıyamet günü o kötü azabtan kendini yüzü ile kim koruyabilecek?(44) Ve zalimlere “Kazanmakta olduğunuzu tadın”(45) denmiştir.
25- Onlardan öncekiler de yalanladı; böylece azab onlara hiç şuurunda olmadıkları bir yerden gelip-çattı.
26- Artık Allah, onlara dünya hayatında ‘horluğu ve aşağılanmayı’ taddırdı. Eğer bilmiş olsalardı, ahiretin azabı gerçekten daha büyüktür.
27- Andolsun, biz bu Kur’an’da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik.
28- (Bu) Arapça(46) bir Kur’an, ki O’nda çarpıklık(47) yoktur. Umulur ki korkup-sakınırlar.
29- Allah bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu?(48) Hamd, Allah’ındır.(49) Hayır onların çoğu bilmiyorlar.(50)
30- Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.(51)
AÇIKLAMA
44. Bu kimseler “yüzleriyle korunacaklarına” göre, çok çaresiz olacaklardır. Çünkü ancak çok çaresiz olan insanlar yüzlerine darbe alırlar. Güçlü insanlar, diğer uzuvlarına darbe alsalar da, yüzlerini korumaya çalışırlar. Yukarıda zikri geçen kimseler yüzlerini açıkta bırakacaklarına ve böylece korunmaya çalışacaklarına göre hiçbir çareleri kalmamış demektir. İşte kâfirlerin kıyamet günündeki çaresizliklerinin manzarası mecazen böyle çiziliyor.
45. “Kesb”, Kur’an ıstılahına göre, bir kimsenin amelleri neticesinde elde ettiği ceza veya mükafattır. Bu sonuç o kimsenin amelleri neticesinde elde ettiği ceza veya mükafattır. Bu sonuç, o kimsenin kesbidir.
46. Yani, bu Kur’an yabancı bir dille indirilmemiştir ki, Mekke’deki ve diğer arapların onu anlaması için bir mütercim gereksin. Bu onların kendi ana dilleri olduğu için doğrudan doğruya Kur’an’ı anlayabiliyorlardı.
47. Yani, bunda hiçbir eğrilik olmadığı için, sıradan bir insanın bile anlaması güç değildir. Bu kitabta, yanlışın ve doğrunun ne olduğu, neyin reddedilip neyin redddedilemeyeceği, neyin yapılıp neyin yapılamayacağı, her insanın anlayabileceği şekilde anlatılmıştır.
48. Böyle bir misal ile Allah Teâlâ, şirk ve tevhid akidelerini ve onların insan hayatı üzerindeki etkilerini kısa ve tesirli bir şekilde açıklamıştır. Birçok efendisi olan ve her efendinin kendisine hizmet etmesini istediği bir kölenin, hiçbirini memnun edemeyeceği ve devamlı surette, her efendisinden ayrı ayrı ceza ve cefa çekeceği kaçınılmazdır. Fakat bu kölenin aksine, tek bir efendisi olan köle, bu şekilde bir ızdırab çekmeyeceği gibi, o tek efendisine huzur içinde hizmet eder. Bu o kadar net bir gerçektir ki, idrak edebilmek için fazla düşünmeye bile gerek yoktur. Bir tek ilâha kulluk etmek, birçok ilâha kulluk etmekten daha iyidir ve insanoğlu ancak o zaman huzur bulur.
Burada, bu misalle taş ve topraktan yapılmış tanrıların kastolunmadığını açıklamakta fayda mulahaza ediyoruz. İşaret edilmek istenen, insanlara çelişkili emirler veren ve kendilerine kulluk etmeleri için, onları kendi yanlarına çekmeye çalışan canlı ma’budlardır. Dolayısıyla bu misalin taş ve topraktan yapılmış putlara ıtlak edilmesi mümkün değildir. İşaret edilmek istenen ma’budlardan biri, insanı tatmin etmesi için çeşitli heveslere sevk eden kendi nefsidir. Diğeri kişinin ailesidir, kabilesidir, milletidir, toplumudur, din adamlarıdır, liderlerdir, kanun koyuculardır, ticari ve iktisadi güçlerdir v.s. Tüm bunlar insanı kendi yanlarına çekmek ve etkileri altına almak için çırpınmakta ve çoğu zaman birbirlerine ters düşen isteklerde bulunmaktadırlar.
Herhangi birinin isteği karşılanmadığında, hemen ceza vermeye kalkışır. Elbette herbirisinin de ceza verme yöntemi farklıdır. Biri kalbe sıkıntı verirken, diğeri zelil etmeye çalışır, başka biri ilişkileri kesmekle tehdit ederken, diğeri iflasa sürüklemekle korkutur, biri dini silah olarak kullanır, öbürü kanunlarla korkutmaya çalışır, velhasıl insanın bu çıkmazdan kurtulabilmesi için bir tek çıkış yolu vardır. Bu da halisane bir kalble tevhide sarılmaktır. Yani, sadece bir tek olan Allah’a kulluk etmek ve O’nun dışındaki herşeyden kesilmek.
Tevhid inancı, şu iki durumda da varlığını sürdürür:
1) Bir kimse tevhidi düşünceyi samimiyetle kabullendiğinde, toplum kendisine karşı tavır alır ve üzerindeki sıkıntı ve zorluklar artar. Ancak tüm bunlara rağmen o şahıs bir iç huzura kavuşur ve başına gelen hiçbir musibet, sıkıntı ve zorluk, onun bu iç huzurunu bozamaz, onu düşüncelerinden vazgeçiremez. O kimse, nefsinin, yerine getirdiği takdirde, Allah’ın rızasına ters düşecek her isteğini şiddetle reddeder. Öyle ki ailesinin, kabilesinin, milletinin, hükümetin, din adamlarının ve sermaye çevrelerinin isteklerini dahi, Allah’ın emirlerine ters düştükten sonra geri çevirir. Sonuçta o, belki sıkıntı ve zorluklarla karşı karşıya kalacaktır ama, yine de huzur içinde olacaktır. Çünkü o, imanının doğrultusunda davranmakta ve sahibinin isteklerini yerine getirmektedir. O, kendilerini Allah’ın yerine koyan ve insanları kendilerine itaat ettiren otoritelere kulluk etmiyor ki, bir rahatsızlık duysun. Onun kalbindeki huzur ve sükûnu dünyadaki hiçbir kuvvet elinden alamaz. Hatta onu idam sehpasına götürseler bile, seve seve ölüme gider ama asla sahte otoritelere boyun eğmez.
2) Tüm toplum tevhidî öğretiden etkilenir ve ahlâkını, kültürünü, medeniyetini, eğitimini, din anlayışını, kanunlarını, örf ve adetlerini, siyaset ve ekonomisini kısaca hayatın her cephesini bu inanç üzerine kurar ve uygulamaya geçirir. Hayatı Allah’ın Kitabı’na Rasulü’nün Sünneti’ne göre düzenler. Allah’ın dininde haram kılınan hususları, kanunlarda suç olarak niteler ve yönetimin gayesi eğitim ve öğretimi, insanların bu suçlardan korunmalarını sağlamak amacıyla zihinlerini ve ahlâklarını terbiye edecek şekilde tanzim etmek olur. Minberlerden haramın zararları hakkında hutbeler verilir, tüm toplum haramı suç olarak telakki ettiği gibi, ekonomik kurumlar da harama yönelik ilişkileri yasaklar.
Dolayısıyla Allah’ın dininde hüsnü kabul gören davranışlar salih amel sayılır ve kanunlar bu amelleri teşvik ve himaye ederken, idari güçler de korur ve geliştirirler. Eğitim ve öğretim kurumları, bu davranışları zihinlere ve ahlâka yerleştirir, camiler bunları halka telkin eder ve sonuçta toplum salih amelleri benimser, örf ve adetlerini buna göre ayarlar ve alışveriş de bu esaslar çerçevesinde yapılır. İşte böyle bir toplumda mü’min bir kimse, iç ve dış huzuru bulur. Maddi ve manevi hayatını geliştirecek tüm kapılar açılır. Çünkü tevhidi bir toplumda, Allah’ın dışındaki tüm sahte otoriteler birer birer devrilmiştir.
İslâm, her iki durumda da bulunsa, her ferdi halis bir tevhid akidesine sahip olmaya, her zorluk ve tehlikeye rağmen sadece Allah’a kulluk etmeye çağırır. Ancak, İslâmın asıl gayesinin, ikinci durumu oluşturmak olduğu gözden uzak tutulamaz. Çünkü tüm peygamberlerin asıl hedefi; insanları küfür ve ilhaddan kurtararak bir toplum halinde dini Allah’a halis kılmalarını, sadece O’na kulluk etmelerini sağlamak ve böylece müslüman bir toplum meydana getirmektir.
Kur’an ve sünnete vakıf olan herhangi bir kimse bile, peygamberlerin asıl hedeflerinin insanları bireysel olarak ıslah etmek olmayıp, dini toplumsal hayata hakim kılmak olduğunu bilir.
49. Buradaki “elhamdülillah” ifadesi, tıpkı bir konuşmacının; muhatabına soru yöneltip cevap almadığında, karşısındaki kimsenin suskunluğundan olumlu bir anlam çıkararak, “Bir tek efendi yerine, daha çok efendiye kulluk etmek daha iyidir” deme cesaretini gösteremedikleri için Allah’a şükretmesi gibidir.
50. Yani, bir efendiye kulluk ile, birçok efendiye kulluk etmenin arasındaki farkı çok iyi idrak ediyorsunuz ama iş diğer ilahları terkedip, bir tek Allah’a kulluk etmeye gelince, anlamaktan acizmiş gibi davranıyorsunuz.
51. Önceki ayetle bu ayet arasında latif bir boşluk vardır. Fakat akıl sahibi herkes bu boşluğu doldurabilir. Bu ince boşlukta adeta şöyle bir anlam saklıdır: “Sen bu kâfirlere çok basit bir meseleyi anlatmaya çalışıyorsun ve onlar sırf inatçılıkları yüzünden anlamamakta ısrar ediyor, üstelik seni azarlıyorlar. Onlara “Ben de öleceğim, sizler de öleceksiniz. İşte o zaman kimin haklı olduğunu hep birlikte göreceğiz” de.”