BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kâinatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (c.c.)’a mahsustur.
Salât ve selam da, âlemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nispetince sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya, âline, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun.
Karmaşık ve çalkantılı bir dönemde yaşıyoruz. Neyin ne olduğu veya nelerin ne olmadığı açıklık kazanmış değil. Hatta meseleler o kadar girintili bir hal almış ki, birbirine zıt unsurlar dahi, birbiriyle ilintili ve birbiriyle benzer olarak algılanabiliyor. Bunun en açık örneği, İslam ile demokrasiyi veya Müslümanlık ile laikliği ideolojik kardeş görme eğilimleridir.
İdeolojik düzlemdeki bu kavram kargaşası tabi ki topluma da yansımış ve içinde yaşadığımız toplum, ne idiğü belirsiz bir kimlik girdabına sürüklenmiştir.
Hiç düşündünüz mü bilmiyorum!.
Resulullah (s.a.v.)’in son peygamber olduğu ve yeni bir peygamber gönderilmeyeceği bilinen bir gerçektir. Bu gerçeği bilmemize ve bu gerçeğe iman etmemize rağmen yine de farazi olarak düşünelim.
Acaba Resulullah (s.a.v.) içinde yaşadığımız bu topluma tekrar gönderilseydi ne olurdu?
Efendimiz (s.a.v.), bu toplumu nasıl tanımlardı?
Tabi ki bu tanımlama, topluma yönelteceği bazı sorular ve bu sorulara karşılık alacağı cevaplara göre belirlenecekti. Nitekim bütün bir topluma yönelteceği sorular ve alacağı cevaplar muhtemelen şöyle olacaktı.
“Âlemlerin Rabbi olan Allah’a inanıyor musunuz?”
Bütün bir toplumdan ortak bir haykırış.
“Evet, Ya Resulullah”
Bu haykırış karşısında oldukça umutlanan Efendimiz (s.a.v.)’in ikinci sorusu.
“Allah’ın Resulü olduğuma ve Kur’an-ı Kerim’e inanıyor musunuz?”
Bütün bir toplumdan, ortak ve bütüncül bir haykırış daha.
“Elbette Ya Resulullah”
Böyle bir toplumla ilk defa karşılaşan ve bu hayati sorulara böylesine coşkulu ve olumlu bir cevap alan Resulullah (s.a.v.) gerçekten mesud olmuştur.
Çünkü sorun kalmamıştır artık!
Bu toplumu meydana getiren insanlar Allah’a, Resulüne ve Kur’an-ı Kerim’e inandıklarına göre çözülmeyecek sorun, aşılmayacak engel yok demekti!
Âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)’ı Hamd ile teşbih ve tekbir eden Resulullah (s.a.v.), önündeki koskoca topluma umud ve rahmet dolu gözleriyle tekrar bakarak son soruyu sorar.
“Şeriat istiyor musunuz?”
Kısmi evetleri bastıran üçüncü bir haykırış daha.
“Hayır, Ya Resulullah”
Efendimiz (s.a.v.) belkide göğe yükseltildiği Miraç mucizesinde yaşamadığı bir hayreti yaşıyor!
“Nasıl olurdu?”
Allah’a, Resulüne ve Kur’an-ı Kerim’e inandıklarını, iman ettiklerini söyleyen bir’ toplum, Allah’ın hükümlerine karşı nasıl böyle bir cevap verebilirdi!.
Efendimiz (s.a.v.), sorumu herhalde yanlış anladılar diyerek tekrar sorar.
“Allah’ın şeriatını istiyor musunuz?”
“Maazallah Ya Resulullah!”
Mübarek gözleri hayretle biraz daha açılan ve böyle bir durum karşısında şaşkınlıktan kurtulamayan Efendimiz (s.a.v.), topluma yönelttiği sorulara devam etmek ve ne idiğü belirsiz bu durumun aslını öğrenmek istemektedir. Ancak yanına büyük bir hürmetle gelen resmi bir görevli “Lütfen şeriat propagandası yapmayınız!” diyerek önündeki mikrofon denilen aleti almış ve kürsüden inmesini istirham etmişti!
Gerçekten şaşılacak ve şaşılası bir durumdu bu!
Kitlenin ön saflarında duran bazı din görevlileri ise, bu durum karşısında şaşıran Efendimiz (s.a.v.)’i aydınlatmak gayesiyle çığrışmaya başlamışlardı.
“Ya Resulullah, bizler laik Müslümanlarız!”
“Ya Resulullah, bizler demokrat Müslümanlarız!”
Bu gibi çığırışlarla şaşkınlığı daha da artan Efendimiz (s.a.v.), meydandaki bir heykele dikkatlice ve git gide artan bir hüzünle bakmaya başlamıştır. Çünkü meydandaki heykelin başı üstüne oturan şeytan aleyhillane, lanetli gözleriyle Efendimiz (s.a.v.)’e bakmakta ve “Senin ümmetini ne hale getirdim” diyerek kahkahalarla gülmektedir.
Şeytandan ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınan Resulullah (s.a.v.)’in, farazi olarak verdiğimiz bu örnekten ve böylesi bir toplumdan, şu ayet-i kerimeleri okuyarak uzaklaştığını görüyoruz.
“De ki: “Rabbim, eğer onlara va’dolunan (azab)i mutlaka bana gösterecek sen,”, “Rabbim, bu durumda beni zulmeden kavmin içinde kılma.”
İlahi kelam ile ifadesini bulmuş olan bu duaya, bütün Müslümanlara birlikte biz de âmin diyoruz.
Evet, Efendimiz (s.a.v.)’in hayret ve şaşkınlıkla karşılayabileceği bu durumu, bizler hiç de şaşkınlıkla karşılamıyoruz! Bunun bir nedeni, böylesi durumları, böylesi halleri birer realite olarak kabul edişimiz ve bu realiteyi kanıksamış olmamızdır. Bir diğer nedeni ise bu topluma ne adına ne verildiğini, Allah adına konuşan bel’amların, şeriatı nasıl ve ne şekilde tanıttıklarını biliyor olmamızdır.
Bu toplum şeriata göre yönetilsin şeklinde bir talebim, bir dayatmam da yok. Çünkü her toplum, layık olduğu sistemle, layık olduğu idarecilerle yönetilecektir.
Meselenin bu gibi yönleri beni fazlaca ilgilendirmiyor.
Bir Müslüman olarak beni ilgilendiren önemli ve öncelikli husus, tertemiz hakikatleri beyan eden İslam ve Müslüman kavramlarının yozlaştırılmaya çalışılmasıdır.
İşte buna kimsenin hakkı yoktur!
Bizlerde laiklik kavramını iğdiş etme hakkı olmadığı gibi, laiklerde veya demokratlarda da Müslüman kavramını iğdiş etme hakkı yoktur.
Laikliğin nasıl ki kendi esaslarına göre bir tanımı varsa, Müslümanlığın da kendi esaslarına göre bir tanımı vardır. İslam’ın ve İslam’a teslim olan Müslümanın ne olduğunu, ne olmadığını şanı yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde beyan etmiştir.
Hiç kuşkusuz ki kafamıza göre İslam, midemize göre Müslümanlık tanımı olmaz, olamaz!
Dolayısıyla laiklerin veya demokratların illa Müslüman olmalarını değil, söz konusu kimliklerin iğdiş edilmemesini ve bu kimliklerin kendi kulvarların da değerlendirilmesini amacımızdır.
Her kimlik, kendine özgü kulvarda ele alınır ve kendine özgü kulvarda değerlendirilirse, hiç kuşkusuz ki hem kimlik kargaşası olmayacak ve hem de kimlik tercihinde bulunmak isteyen insanlar, neyi seçip, neyi seçmediklerinin farkına varacaklardır.
Diyeceksiniz ki, “Toplumda yaşanan koskoca kimlik kargaşasına, bu küçücük kitap yeter mi?” Yeter, inanın ki yeter! Anlayana ve anlamak isteyene, kafi!
Selam ve rahmet, İslam’a layık tüm inanların üzerine olsun.
SELAM VE DUA İLE