GÜNÜN AYET VE HADİSİ
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـٔاً وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْؕ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَࣖ
Size zor geldiği halde savaş üzerinize farz kılındı. Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(Bakara Suresi 216. Ayet)
GÜNÜN HADİSİ
124-…Bize Yahya ibn Bukeyr tahdîs etti: Bize el-Leys, Ukayl ibn Hâlid’den tahdîs etti: îbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu’z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber’in zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir [136]: Ben babamla anamın İslâm Dîni’ni dîn edinmiş olmayarak yaşadıklarım hiç hatırlamadım. O zamanlarda Rasûlullah’ın gündüzün iki tarafında, sabah akşam bize gelmediği hiçbir günümüz geçmezdi. Müslümanlar (Kureyş müşrikleri tarafından) belâya, işkenceye uğratılınca (Rasûlullah sahâbîlerine hicret için izin vermiş), Ebû Bekr de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere (Mekke’den) çıkmıştı. Ebû Bekr Berku’l-Gımâd mevkiine ulaşınca kendisine İbnu’d-Dağıne kavuştu. İbnu’d-Dağme Kaare kabilesinin seyyididir [137]. Ebû Bekr’e:
— Yâ Ebâ Bekr, nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Ebû Bekr de:
— Beni kavmim(in ezası) çıkardı. Arzda yürüyüp seyahat etmek ve Rabb’ime ibâdet etmek istiyorum, dedi.
Îbnu’d-Dağme:
— Yâ Ebâ Bekr, senin gibi bir zât yurdundan çıkmaz ve (başkaları tarafından) çıkarılmaz. Çünkü sen herkeste bulunmayan (en değerli) bir malı ihsan edersin, hısımlarını ziyaret edip onlarla ilgilenirsin, işini görmekten âciz olan aile ferdlerinin yükünü çekersin, misafiri ağırlarsın, hakk engellerine karşı yardım edersin. Şimdi ben senin için bir koruyucuyum. Haydi Mekke’ye dön de kendi beldende Rabb’ine ibâdet et, demiştir.
Bunun üzerine Ebû Bekr geri dönmüş, İbnu’d-Dağme de kendisiyle beraber yollanmıştır. (Mekke’ye gelince) İbnu’d-Dağıne o akşam Kureyş’in şeriflerini dolaşmış ve onlara:
— Şübhesiz Ebû Bekr gibi biz zât memleketinden çıkmaz ve çıkarılmaz. Sizler şu yüksek sıfatlan olan bir adamı memleketinden çıkarır mısınız; o, kimsede bulunmayan en kıymetli malı ihsan eder; o, hısımlara ziyaret edip onlarla ilgisini devam ettirir; o, aile yükünü çeker; o misafiri ağırlar; o, hakk yolunda meydana gelen hâdiselerde insanlara yardım eder, dedi.
Ve böylece Ebû Bekr’i korumasına aldı. Kureyş de İbnu’d-Dağme’nin Ebû Bekr’i emânına almasını reddetmedi. Hakkındaki bu sözlerini yalanlamadı. Kureyş ileri gelenleri İbnu’d-Dağıne’ye hitaben:
— Sen Ebû Bekr’e emret! O, kendi evinde Rabb’ine ibâdet etsin, orada namaz kılsın, ne dilerse okusun! Fakat okuduğu ile bize ezâ vermesin, okumasını açıktan yapmasın! Çünkü biz, kadınlarımızı ve oğullarımızı fitneye düşürmesinden korkarız, dediler.
İbnu’d-Dağıne Kureyş’in bu sözlerini Ebû Bekr’e söyledi. Ebû Bekr de bu şartlara göre evinde Rabb’ine ibâdet etmek, namazını açıktan kılmamak, evinin dışında Kur’ân okumamak suretiyle ikaamet etti.
Bir zaman sonra Ebû Bekr için bunun zıddı bir re’y hâsıl oldu da evinin önünde bir mescid yaptı. Burada namaz kılmaya ve Kur’ân okumaya başladı. Bunun üzerine.müşriklerin kadınları ve çocukları Ebû BekrMn ibâdet ve kıraatine hayret ederek, ona bakmak için birbirlerini itiyor ve onun üstüne atılıp düşüyorlardı. Ebû Bekr ince yürekli ve çok ağlar bir adamdı. Kur’ân okuduğu zaman gözyaşlarını tutamazdı. Ebû Bekr’in bu hâli, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerini korkuttu da, onlar İbnu’d-Dağıne’ye haber gönderdiler. İbnu’d-Dağıne de onların yanına geldi. Kureyş:
— Biz Ebû Bekr hakkında senin onu himayene, evinde Rabb’ine ibâdet etmek üzere müsâade etmiştik. Ebû Bekr ise bu sınırı geçerek evinin önünde bir mescid yapmış, içinde aşikâre namaz kılmağa ve Kur’ân okumağa başlamıştır. Doğrusu biz, kadınlarımızın ve oğullarımızın fitneye düşmelerinden korkmuşuzdur. Artık sen Ebû Bekr’i bundan nehyet! Eğer Ebû Bekr, Rabb’ine kendi evinde ibâdet etmekle yetinirse ibâdet etsin. Eğer dayatır da muhakkak namaz ve kıraatini i’lân etmek isterse, ona verdiğin ahd ve emânını sana geri vermesini iste! Emîn ol ki, biz sana verdiğimiz sözden caymayı çirkin gördük. Fakat biz, Ebû Bekr’in aşikâre ibâdet etmesine de söz vermiş değiliz, dediler.
Aişe şöyle dedi: Bunun üzerine Îbnu’d-Dağıne, Ebû Bekr’e geldi de:
— Benim sana nasıl bir husus üzerine akd yapıp söz vermiş olduğumu iyice bilmişsindir. Şimdi sen ya o husus üzerinde yetinirsin,
yâhud da benim ahd ve emânımı bana geri verirsin! Emîn ol ki ben bir kimseye verdiğim emânımı bozmuş olduğumu Arab milletinin işitmesini arzu etmem, dedi.
Bunun üzerine Ebû Bekr:
— Ben artık senin himayeni sana geri veriyorum! Ben Azız ve Celîl olan Allah’ın himayesine razıyım (O’na sığınıyorum), dedi.
Peygamber (S) o gün Mekke’de bulunuyordu. Peygamber, müslü-mânlara:
— “Sizin hicret edeceğiniz yurt, iki kara taşlık arasında hurmalıkları olan bir şehir olduğu bana rü’yâmda gösterildi” buyurdu.
Bu hadîsteki “İki lâbe”, “İki kara taşlık”tır. Peygamber’in bu sözü ve teşviki üzerine Medine tarafına hicret edenler hicret etmişti. Habeşistan’a hicret edenlerin çoğu da (Mekke yoluyla) Medîne’ye dönüp gelmişlerdi. Ebû Bekr de Medine tarafına hicrete hazırlanmıştı. Fakat Rasûlullah ona:
— “Sabret! Bana da (hicret için) izin verilmesini umarım” buyurdu.
Ebû Bekr de:
— Babam sana feda olsun, böyle bir izin gelmesini umar mısın? diye sordu.
Rasûlullah:
— “Evet umarım” diye tasdîk buyurdu.
Bu sebeble Ebû Bekr de Rasûlullah’a hicrette arkadaşlık etmek üzere hemen hareket etmekten kendini men’ etti. Aynı zamanda Ebû Bekr evinde bulunan en kuvvetli iki hecin devesini dört ay, talh ağacı yaprağı ile ev içinde besledi, (onlan dışarıya salıvermedi). Semur yaprağı, silkilip kurutulmuş yapraklardır.
İbn Şihâb şöyle dedi: Urve dedi ki, Âişe şöyle demiştir: Bir gün biz zeval vaktinin ilk saatinde (en sıcak zamanda) Ebû Bekr’in evinde oturuyorduk. Ev halkından biri Ebû Bekr’e:
— İşte Rasûlullah, bize gelmesi mu’tâd olmayan bir saatte, başını bir sargı ile sarmış olarak geliyor! dedi.
Ebû Bekr de:
— Babam, anam O’na kurbân, vallahi mühim bir hâdise olmadıkça bu saatte gelmek âdeti değildi, dedi.
Âişe, rivayetine devam ederek dedi ki: Rasûlullah geldi, izin istedi. Kendisine içeri girme izni verilip buyurun denildi. Bunun üzerine evimize girdi. Müteakiben Peygamber, Ebû Bekr’e:
— “Yanında bulunanları dışarı çıkar!” buyurdu.
Ebû Bekr de (beni, annem Ümmü Rûmân’ı ve kızkardeşim Es-mâ’yı kasdederek):
— Babam Sana kurbân yâ Rasûlallah! Onlar Senin ehlin ve mahremindir (yabancı yoktur), dedi.
Rasûlullah:
— “Bana (Mekke’den Medine’ye) çıkmakhğım için izin verildi”
dedi.
Ebû Bekr de:
— Yâ Rasûlallah, babam Sana kurbân oisun! Ben de sohbetinizde ve maiyyetinizde bulunmak isterim, dedi.1
Rasûlullah:
— “Evet (sen de beraberimde olacaksın)” buyurdu.
Ebû Bekr:
— Babam Sana kurbân yâ Rasûlallah, şu iki binek devemden
birini beğen al! dedi. Rasûlullah:
— “Ancak bedeliyle alırım” buyurdu [138].
Âişe dedi ki: Biz Rasûlullah ile Ebû Bekr’in sefer gereklerini çarçabuk hazırladık. Her ikisi için deriden bir dağarcık içinde bir mik-dâr azık düzenleyip koyduk. Dağarcığın ağzı bağlanacağı sıra Ebû Bekr’in kızı Esma, belinin kuşağından bir parça yırtıp ayırdı da, onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bundan dolayı Esmâ’ya “Zâtu’n-Nitâk” -Kuşmeyhenî rivayetinde: “Zâtu’n-Nitâkayn( = İki kuşaklı)”- diye isim takıldı [139].
Âişe dedi ki: Sonra Rasûlullah ile Ebû Bekr Sevr Dağı’ndaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece gizlendiler [140].Her gece yanlarında Ebû Bekr’in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah maharetli, çabuk anlayışlı taze bir gençti. Seher vakti Rasûlullah ile Ebû Bekr’in yanından çıkar, Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Abdullah, Rasûlullah ile Ebû Bekr hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri ezberler, tâ karanlık basınca gelir, Rasûlullah ile babasına haber verirdi. Ebû Bekr’in kölesi Âmir ibn Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun sürüsü otlatır ve akşamdan bir müddet geçtiğinde o sürüyü Rasûlullah ile Ebû Bekr’in yanlarına getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerlerdi. O süt, kendi sağmallarının sütü idi. Ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış (ve biraz pişirilmiş) idi. Nihayet gecenin sonunda Âmir ibn Fuheyre (mağaranın önüne gelir), sağmal koyunlara seslenir, tekrar otlatmaya götürürdü. Rasûlullah ile Ebû Bekr’in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir süt işini böyle te’mîn etmiştir.
Rasûlullah ile Ebû Bekr (Mekke’de iken) Abd ibnu Adiyy oğulları olan ed-Dîl oğulları’ndan yol kılavuzluğunda maharetli (Abdullah ibn Ureykıt adında) bir kişi îcâr etmişlerdi. Bu adam Âs ibn Vâil es-Sehmî ailesi hakkında yemînli dost olmak üzere elini kana batırmıştı [141]. Bu zât hâlâ da Kureyş kâfirlerinin dîni üzere idi. Fakat doğruluğuna emniyet ve i’timâd ederek Rasûlullah ile Ebû Bekr, develerini ona teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle beraber Sevr Dağı’ndaki mağarada buluşmak üzere va’dleşip muahede etmişlerdi, bu kılavuz kişi Rasûlullah ile Ebû Bekr’in develeriyle üçüncü gecenin sabahında Sevr’e, onların yanına geldi. Rasûlullah ve Ebû Bekr’le beraber Âmir ibn Fuheyre ve kılavuz Abdullah ibn Ureykıt da yollandılar. Kılavuz yolcuları alıp sahiller yolunu ta’kîb ederek Medine’ye gitmek üzere hareket ettiler.
İbn Şihâb şöyle demiştir [142]: Bana Abdurrahmân ibn Mâlik el-Mudlicî -ki o, Surâka ibn Mâlik ibn Cu’şum’un erkek kardeşidir- haber verdi. Ona da babası Mâlik, Surâka ibn Cu’şum’dan şöyle derken işittiğini haber vermiştir: (Hicret kaafilesi Mudlic oğullan sınırından geçtiği sırada) Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçileri bize geldi. Mekkeliler Rasûlullah ile Ebû Bekr’den herbirini öldüren veya esîr eden kimse için ayrı ayrı mükâfat ta’yîn ediyorlardı,
Surâka dedi ki: Bu günlerde ben, kavmim Mudlic oğulları’nın toplantılarından birisinde oturuyordum. Bu sırada Kureyş adamlarından bir kişi çıkageldi. Biz otururken o ayakta dikildi de:
— Yâ Surâka! Ben biraz önce sahile doğru yollanan birkaç yolcu karaltısı gördüm. Öyle sanıyorum ki, bunlar Muhammed ile sahâbîleridir, dedi.
Surâka dedi ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım. Fakat (ondan saklamak için) ona:
— Gördüğün karaltılar Muhammed’le sahâbîleri değildir. Lâkin sen Fulân ve Fülân kişileri görmüş olacaksın! Şimdi onlar bizim gözlerimiz önünden geçip gittiler, kendilerine âid bir kayıp arıyorlar, dedim.
Sonra (hareketimi meclistekilere sezdirmemek için) bir müddet daha mecliste eğlendim. Sonra kalkıp evime girdim. Cariyeme atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım. Ve kargımın (parıltısını gizlemek için) alt tarafını yerde sürüklemiş, üst tarafını da aşağıya doğru tutmuştum. Nihayet atımın yanma geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasûlullah ile sahâbîlerine yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm [143]. Fakat hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok kuburumun içine uzattım, ondan fal kalemlerini çıkardım [144]. Muhammed’le sahâbîlerine zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye onlarla fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey (yânî zarar veremeyeceğim hususu) çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. At beni onlara yaklaştırıyordu. Nihayet Rasûlullah’ın okuduğunu işittim. Rasûlullah arkasına dönüp bakmıyordu. Ebû Bekr ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasûlullah’ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı yere (kum içine) battı. Hattâ bu batış dizlerine kadar erişti. Ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetişmedi. Hayvan (zorlukla homurdanarak) kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyle tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım surette çıktı. Sonra ben Muhammed’le sahâbîlerine:
— el-Emân! diye haykırdım [145].
Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek tâ yanlarına vardun. Rasûlullah ve sahâbîlerini taarruzumdan koruyan bunca hârikalarla karşılaştığım şu anda gönlümde kesin bir kanâat hâsıl oldu ki, Rasûlullah’ın işi ve peygamberlik da’vâsı yakında zahir olup zafere ulaşacaktır. Bu kanâat üzerine O’na:
— Kavmin Kureyş, Sen’in öldürülmen veya esîr alınman hakkında mükâfat ta’yîn etmişlerdir, dedim.
Ve Kureyş’in, kendisine ve sahâbîlerine karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim. Ve kendilerine yol azığı ve yol metâ’ı arzettim. Fakat benden birşey almadılar ve hiç-birşey de almak istemediler. Yalnız Rasûlullah bana:
— “(Yâ Surâka!) Bizim yolculuğumuzu gizle!” dedi.
Bunun üzerine ben Rasûlullah’tan hakkımda bir emânnâme yazmasını istedim. Rasûlullah da Âmir ibn Fuheyre’ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasûlullah, maiyyetiyle yoluna devam etti [146].
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urvetu’bnu’z-Zubeyr haber verdi ki, Rasûlullah yolda müslümânlardan deve süvârîsi bir kaafile içinde gelmekte olan Zubeyr ibnu’l-Avvâm’a kavuştu. Bu kaafile Şam’dan gelmekte olan tacirlerdi. Zubeyr, Rasûlullah ile Ebû Bekr’e beyaz maşlahlar giydirdi [147].
Medine’de müslümânlar, Rasûlullah’ın Mekke’den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasûlullah’ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün müslümânların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahûdîler’den bir kişi, kendisine âid bir işe bakmak üzere Yahûdî kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasûlullah ile sahâbî-lerini, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahûdî bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle:
— Ey Arab cemâati! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor! diye haykırdı.
Bu sesi işiten bütün müslümânlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasûlullah’ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasûlullah’a kavuştular. Rasûlullah şimdi maiyyetiyle ve karşılayıcılarıyle Medine’nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru meyledip yollandı. Nihayet Rasûluîlah, maiyyetiyle beraber Harise oğullarından Amr ibn Avf ailesinin yurduna indi. Ve onlara (onların başında bulunan Kulsüm ibn Hıdm’e) misafir oldu. Küba’ya varış rebîu’İ-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti [148].
Karşılayıcılara karşı kabul merasimini Ebû Bekr yapmış ve konuşmuştu. Rasûlullah ise sükût edip bir tarafa oturmuştu. Hattâ En-sâr’dan Rasûlullah’ı evvelce görmeyerek Küba’ya gelenler, Ebû Bekr’i (Şâm ticâreti münâsebetiyle) tanıdıklarından, evvelâ ona selâm veriyorlardı. Tâ ki, Rasûlullah’a güneş isabet edip de hemen Ebû Bekr varıp, kendi ridâsıyle Rasûlullah’ıri üzerine gölgelik yapınca, o zaman Rasûlullah’ı herkes tamdı.
Rasûlullah, Amr ibn Avf oğulları’nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında Takva üzerine kurulan mescid kuruldu ve Rasûlullah ve mescid içinde namaz kıldı [149].
Sonra Rasûlullah devesine bindi. Muhacirler’den ve Ensâr’ın karşıiayıcılarından meydana gelen bir kalabalık, beraberinde yürümek suretiyle, sevinç gösterilen yaparak Medine’ye hareket etti. Nihayet Medine’ye vardığında devesi, Rasûlullah’ın Medine’deki mescidinin yerinde çöktü. Burasını müslümânlar o sırada namaz kılma yeri edinmişlerdi. Daha evvel de Sa’d ibn Zurâre’nin terbiyesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetîm çocuğa âid olup hurma kurutacak harman yeri idi. Rasûlullah’ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasûlullah:
— “înşâallah burası bizim menzilimiz ve makaamımızdır” buyurdu.
Bilâhare Rasûlullah, bu iki genci da’vet edip, burasını mescid yapmak üzere değer bahâsıyle onlardan satın almak istedi. Gençler:
— Yâ Rasûlallah, burasını biz Sana bağışlarız, dediler.
Fakat Rasûlullah, çocuklardan hibe suretiyle almak istemedi. Nihayet ta’yîn edilen bir bedelle satın aldı. Sonra mescidi bina etti. Mescidin inşâsı sırasında Rasûlullah, sahâbîleriyle beraber mescid duvarlarına kerpiç taşımaya başladı. Taşırken de şu beyitleri okudu:
Haza ‘1-hımâlu lâ hımâle Hayber Hazâ eberru Rabbena ve athar
İnne ‘1-ecre ecru ‘î-âhıre Ferhami’î-Ensâra ve’î-Muhâcire (- Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber’in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir. Şübhesiz ki hayırlı ücret, âhiret ücretidir. Yâ Rabb, sen Ensâr’a ve Muhâcirler’e merhamet eyle) diyordu..
Rasûlullah, müslümânlardan ismi bize bildirilmeyen bir şâirin şiirini misâl olarak inşâd etmiştir.
İbn Şihâb ez-Zuhrî: Rasûlullah’ın bu beyitten başka tam bir şiirin bir beytine misâl olarak getirip inşâd ettiği, hadîslerde bize ulaşmadı, demiştir
( KİTABU MENAKIBİ’L-ENSAR – BUHARİ – 124. HADİS)