sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

Hendek Savaşı | Siyer Programı – 42. Bölüm

Hendek Savaşı | Siyer Programı – 42. Bölüm

Hendek Savaşı

Ahzab savaşı diye de anılır. Ibn îshâk, Urve bin Zübeyr, Ka-tâde, Beyhakî ve Siyer ulemasının cumhurunun kesin kanaatma gö­re Hicretin beşinci yılı Şevval ayında cereyan etmiştir. Hicretin dör­düncü yılında diyenler de vardır. Ama bu görüşte Musa bin Ukbe’-den nakil ile Buhâri ve buna uyan Mâlik yalnız kalır[1][104].

Sebebi: Benî Nadir Yahudilerinin ileri gelenlerinden bir hey’et Mekke’ye gidip, Kureyşllleri Resûlullah (s.a.v.)’a karşı harbe da’vet ediyor. Kureyşliler ise; O’nün işini bitirinceye kadar sizinleyiz, diyor­lar. Yahudilerin onlara siz Muhammed’den daha hayırlı bir din üze­resiniz demeleri üzerine de; Cenâb-ı Hak şu âyetleri inzal buyuru­yor: «Şu kendilerine vahiyden bir nasip verilenlere bak, kâfirlere inanıyor da; siz o inananlardan daha doğru yoldasınız diyebiliyorlar. Bunlar Allah (c.c.)’m lanetlediği kimselerdir. Allah (c.c.)’ın lanet­lediği kimselere ise asla yardımcı bulunamaz.»

Ve böylece Kureyş ile, müslümanlara karşı savaşmak üzere an­laşıp vaktini tesbit ettiler.

Daha sonra bu Yahudi hey’eti yola çıkıp Gatafan’a vardılar. Onlara da, aynen Kureyş’e yaptıkları teklifte bulundular. Onlarla da hemence anlaşıverdiler. Oradan da. Beni Ferâze ve Beni Hürre’ye uğradılar. Böylece anlaşmalar tamamlandı. Resûlullah’a karşı giri­şecekleri savaşın yer ve zamanı da tesbit edildi.[2][105]

Müslümanların Harbe Hazırlanışı:

Resûlullah durumu öğrenip, Mekke’den hareketin başladığını işitince, halkı uyardı. Düşmanların niyetini haber verdi. Mes’eleyi müşavere etti. Selmân-ı Fârisî, tedbir olarak, hendek kazılmasını te­lif etti. Bu, müslümanların çok hoşuna gitti. (Daha önce Arap, harb vasıtası olarak hendek usulünü bilmezdi zira). Bunun üzerine Resû­lullah (s.a.v.) Medine’den çıkıp şehir dışında, ordugâhı kurdu. Or­dugâh, Sa’ dağı arkada   kalacak   şekilde,   tepenin   önündeki meydanda kuruldu  O gün için müslüman ordusu üç bin kişi idi. Amâ Kureyş ve müttefiki bulunan kabilelerin toplam ordusu on bini buluyordu[3][106].

Hendek Kazanımda Müslumanların Halinden Görüntülen

Buhârî’nin, Bera (r.a.)’dan rivayetine göre, şöyle anlatıyor: Ah-zab günü idi. Yâni Resûlullah (s.a.v.)’m hendek kazdığı olay. Onun hendekten toprak taşımasını seyrettim. Öyle ki topraktan, kıllıca olan karnı görünmez olmuştu.

Yine Enes (r.a.)’ten naklediyor: Ensâr ve Muhacir hendek ka­zıp toprak çekerken bir yandan da şöyle mâniler söylüyorlardı:

«Biz Muhammed’e bey’at eden erleriz, sağ oldukça islâm yolun­dan dönmeyiz.»

Resûlullah (s.a.v.) da şöyle karşılık veriyordu:

«Allah’ım, âhiret ni’metinden başkası ni’met değil, Ensâr ve Mu­haciri hep mübarek kıl.»

Yine Buhârî, Sahih’inde aynı tarzda Câbir (ra)’den şu nakli yapıyor: Câbir diyor k:; «Biz Hendek günü kazı yaparken, birden sert bir kayaya rastladık Resûlullah (sav)’a hemen haber verdiler. Bize sert bir kaya rastladı hendekte dediler. O, ben bir inip baka­yım, dedi. Çünkü bizle o gün üçüncü gündü, ağzımıza birşey alma­mıştık. Aç idik. Resûlullah kazmayı aldı ve vurunca kaya kum gibi dağılıp gitti.

Ben, yâ Resûlâllah, müsaadenizle eve gideceğim dedim. Karıma, Resûlullah (s.a.v.)’in müthiş, sabır ve tahammül edilemez derecede, aç olduğunu anlatıp, evde yiyecek olup olmadığını sordum. O da biraz arpa unu ile bir oğlak var dedi. Oğlağı kestim. Arpayı öğüt­tüm, eti kazana koydum, hamuru da yoğurup fırına koydum. Ek­mek fırında, et kazanda pişedursun, ben Resûlullah’a dönüp, hay­din bize, yemeğe gidelim. Seninle bir veya iki kişi olabilir dedim. Resûlullah, yemeğin ne kadar olduğunu sordu. Ben de izah ettim. «Çokmuş, güzelmiş» dedi Hanımına söyle, biz gelinceye kadar, ekme­ği fırından, eti kazandan çıkarmasın diye tenbih etti: Ardından, En­sâr ve Muhacir hepsini çağırıp – başka bir rivayete göre de «Ehl-İ hendek» diye seslenerek – «Kalkın, Câbir size ziyafet hazırlamış. Hay­din gidelim– dedi.

Câbir de karısına dönünce, haydi gör şimdi Resûlullah bütün Ensâr ve Muhacir kim varsa topladı geliyorlar. Karısı, «Peki sana Resûlullah yemeğin miktarını sormadı mı?» dedi. O da evet deyin­ce: «Eh Allah ve Resulü daha iyi bilir» dedi. Câbir devam ediyor: Resûlullah Hendek cemaatıyla eve gelince: «Girin ama birbirinizi sıkıştırmadan rahat oturun» d«di. Sonra Resûlullah fırın ve çömleği bizzat açıp ekmeği kesiyor, üzerine et koyup sahabeye dağıtıyor ve her defasında da kazanı kapatıyor, ekmeği fırına sürüyordu. Niha­yet da’vetliler doydular. Bir miktar da yemek artmıştı. Resûlullah, Câbir’in hanımına: Sen de bundan ye ve halka dağıt. Çünkü halk tamamen açlık içinde, dedi. Bir rivayete göre ise: Câbir, Allah’a ye­min olsun, onlar yediler, doyup bıraktılar. Kazanımız yine dopdo­luydu. Ekmek hamurumuz da olduğu gibi arttı”[4][107]

Hendek Gününde Münafıkların Durumu:

İbn Hişâm’ın rivayetine göre, o günlerde münafıklardan bir grup, Resûlullah ve mü’minlere göre çok ağırdan alıyor, işlerini ih­mâl ediyorlardı. Hasta görünerek, güçsüzlüklerini söyleyerek işten kaçıyor, ya da Resûlullah’ın haberi olmadan evlerine gidiyorlardı. Halbuki o gün için mü’minlerden kimin ihtiyacı olursa izin alıyor ve nöbetleşe gidip ihtiyaçlarını görüyor, İzin bitince, ihtiyacı gide­rilince de hemen dönüyorlar işlerine koyuluyorlardı. Bunun üzeri­neydi ki şu kavl-i kerîm nazil oldu: «Allah’a ve Resulüne gerçekten inanan kişiler, toplu bir iştelerse, izinsiz ayrılmazlardı. O senden izin isteyenler samimiyetle Allah’a ve Resulüne inananlardır. O halde senden mazeret bildirip izin isteyenlere o işleri için izin ver. Ve onlar için mağfiret dile. Çünkü AUah Gafur ve Rahîm’dir.[5][108]

Benî Kurayza’nın Ahdini Bozması:

Benî Nadir yahudisi Huyey bin Ahtab, çıkıp Kurayza reisi Kâab bin Esed’e geldi. Ona, Resûlullah ile olan anlaşmalarım bozmasını teklif etti ve şöyle özetledi durumu: «Kureyş’i, liderleri ve komutan­ları başlarında topyekûn getirip Rume vadisinde dereler kavşağına indirdim. Gatafan’ı da tüm ileri gelenleri ile birlikte, Zenb-i Nakbî ‘le Uhud arasına yerleştirdim. Bana Muhammed ve adamlarının kö­künü kazımadan dönmeyeceklerine de ahdedip söz vermiş durum­dalar.»

Kâab ona: «Vallahi sen bana çağın en büyük kötülüğünü müj­deliyorsun! . Yazıklar olsun sana Huyey, benim yakamı bırak, ben ahdimde durayım… Çünkü ben Muhammed’den hep iyilik ve dürüst­lük gördüm.»

Ama Huyey çok gecikmeden Kâab’ı hıyanete ve ahdini bozmaya razı edivermişti. Ve bu haber de Resûlullah (s.a.v.)’a ulaştı. O da hemen Sa’d bin Muâz’ı durumun tahkiki için gönderdi. Ve bir de parola söyledi. Haber doğru ise, kendisinin anlayacağı kapalı bir ifade ile bildireceklerdi… Sa’d oraya varıp haberin doğruluğunu tes-blt itti ve Resûlullah (s.a.v.)’a döndü: «Adal ve Kare» dedi.

Bununla Adal ve Kare kabilelerinin, (Hubeyb ve arkadaşlarına olan) hıyaneti gibi bir durum, demek istiyordu. Resûlullah (s.a.v.) bunu işitince, «Allahü Ekber, ey Müslüman cemaat, müjdeler olsun size!..[6][109]» buyurdu. [7][110]

Bu Esnada Müslümanların Tavrı Ne İdi

Beni Kurayza’nın anlaşmayı bozduğu haberi muslümanlara eriş­ti. Münafıklar fiskosa başladı. Düşman her yandan kuşatmıştı. Mü­nafıkların fitnelen de onların moralini bozuyordu. Ve Medine için­de pervasız lâflara bile koyuldular. Birisi de şöyle diyordu: -Mu-hammed bize Kisrâ ve Kayser’in hazinelerini va’dediyordu. Halbuki şu gün tuvalete bile gitmeye mecali olan yok.» Resûlullah durumun bu merkezde olduğunu ve belâ çemberinin müslümanlar üzerinde da­raldığını görünce, Sa’d bin Muâz ile Sa’d bin Ubâde’yi çağırdı. On­larla bir barış plânı istişare etmek istedi. Gatafan’a Medine’nin ara­zi mahsulünün üçte birini vererek savaştan çekilmesini teklif ede­ceklerdi. Ama bu iki zât: «Yâ Resûlâllah! Bu senin hoşuna giden şah­sî görüşün mü? Allah’ın sana talimatı gereği mi? Yoksa bizim için bulduğun bir çare midir?» diye sordular. «Hayır, tamamen sizin Me­dine halkının fayda ve izzeti için düşündüğüm bir çaredir», buyur­du. Sa’d bin Muâz bunun üzerine: «Vallahi buna ihtiyacımız yok. Biz bunu ödemeyiz, kılıç aramızda hakem olur ancak.» Resûlullah’ın yüzü güldü ve «Canınız ne isterse» buyurdu.

İbn Ishâk’ın Âsim bin Amr bin Katâde, Muhammed bin Mes-leme bin Şihâbü’z-Zühri kanalıyla rivayetine göre: Bunun akabinde ne savaş oldu, ne de barış kararı (Gatafan oğullarıyla müslümanlar arasında), sadece bu mealde bazı teşebbüsler oldu.

Düşman ise, Hendek önüne varınca şaşkına dönmüştü. -Bu, şimdiye kadar Arapların denemediği bir harb hiyle ve taktiğidir». Ve hendek çevresine inip müslümanları kuşatma altına aldılar. Ama belli bir çarpışma olmadı. Ancak hendeğin bazı dar yerlerinden geçmeye teşebbüs eden bazı müşrikler oralardan iz açtı ise de hemen müslümanlar buraları tıkadılar. Müşriklerin bazısı geriye kaçtı, ba­zısı ise öldürüldü. Öldürülenlerden biri de Amr bin Ve’d idi ki: Haz-ret-i Ali (r.a.) onu katletmişti. [8][111]

[1][104] Bak: Fethu’1-Bârî: 7/275 ve Fethü’r-Rabbânî, tmam Ahmed tertibi” 21/67.

[2][105] Siyfetü Ibn Hİşâm, Tabakat-ı Ibn Sa’d.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 305.

[3][106] Tabakat-ı tbn Sa’d, Siyer-i tbn Htşâm.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 305-306.

[4][107] Buharı:  6/46, Fethu’1-Bârİ:  7/279-280.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 306-307.

[5][108] Nûr sûresi, âyet: 1.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 307.

[6][109] Tabakat~ı îbn Sa’d, SIyer-i İbn Hİşâm.

[7][110] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 307-308.

[8][111] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 308-309.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.