sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

Hudeybîye Anlaşması | Siyer Programı – 45. Bölüm

Hudeybîye Anlaşması | Siyer Programı – 45. Bölüm

Hudeybîye Anlaşması

Tarihi: Hicretin altıncı senesi sonu, Zilka’de ayındaydı.

Sebebi: Resülullah (s.a.v.)’ın umre niyyetiyle Mekke’ye gidece­ğini, müslümanlara ilân etmesidir. Bunun üzerine Ensâr ve Muha­cirden bindörtyüzü aşan bir kalabalık O’na iştirak etti. Resülullah (s.a.v.î yolda umre niyyetiyle ihrama girdi. Yanma kurbanlık da almıştı. Bununla da, niyyetinin harb değil, sırf Beytullah’ı ziyaret ve ona ta’zimden ibaret olduğunu göstermiş oluyordu. O, Zulhuleyfe1-de iken, Mekkelilerin durumunu anlayıp gelmesi için Huzâa kabilesin­den Bişr bin Süfyân’ı gözcü olarak çıkarmıştı.

Resülullah (s.a.v.) kafileyle ilerledi ve Eştat» gölüne ulaştı. Ve ona şu haber verildi: Kureyş sana karşı büyük bir kalabalık topla­mış. Sana karşı Ehâbişlerle de[1][1] anlaşmışlar. Sana karşı savaşarak seni, Kabe’yi ziyaretten men etmek emelindedirler. Bunun üzerine Resülullah: «Ne dersiniz, cemaat?» diye sordu. Hz. Ebû B^kir (r. a.) : «Yâ Resûlâllah! Sen Beyt-i Haram’ı ziyaret için çıktın. Kim­seye saldırmak, kimseyi öldürmek niyyetin yok. O halde Kâbe’ys yönelmelisin. Ama sana engel olan olursa biz de savaşırız onlarla». O da (s.a.v.), Allah adına söz veriniz, diye buyurdu..

Sonra Resülullah (s.a.v.) : «Bize, onların izleyecekleri güzergâ­hın dışında bir yoldan rehberlik edecek var mı?» dedi. Beni Eslem’-den bir kişi; «Ben, yâ Resûlâllah», dedi. Ve onları alıp, iki dağ arası, taşlık bir yoldan götürdü. Resülullah ve ashabı da yürüdü. Nihayet Seniyyetü’l-Mirar»’a (Hudyebiye üstüne varan bir dağ yoludur) var­dılar. Devesi orada çöktü, yürümedi. Halk: Yallah, yallah diye deve­yi zorlayıp yürütmek istedilerse de, hayvan kımıldamadı. Bu sefer de, Kasva inad etti dediler. Resûlullah (s.a.v.) ise: Hayır, Kasva’mn böyle bir inadlık huyu yoktur. Ancak vaktiyle fili köstekleyendir onu tutan. Nefsim yed-i kudretinde olana yemin olsun k:: Kureyşli-ler benden ne isterlerse, Allah’ın yasakladığı şeylerden, onların bu isteklerini muhakkak yerine getireceğim[2][2] buyurdu. Sonra deveyi zorlayınca hayvan sıçrayıp kalktı. Dönerek su gölcüklerinin bu­lunduğu Hudeybiye’nin en sonuna vardı. Oraya varınca da halk çabucak birikmiş suları bit.rdi. Ardından da susuzluktan şikâyet-lenmeye başladılar. Resûîullah (s.a.v.) da torbasından bir ok çıka­rıp su çukuruna saplayıp eşmelerini emretti. Vallahi daha o ok çukura saplanınca su fışkırdı, onlar oradan ayrılıncaya kadar, ka­narak içtiler[3][3].

Onlar bu haldeyken de, Bedii tbn Varaka el-Huzâi bir grupla geldi. Ben, Kâab bin Lüvey ile Âmir bin Lüvey’den ayrıldığımda, Hu-deybiye kuyusuna iniyorlardı. Yanlarında yavrulu sağmal deve var-di[4][4]. Onlar seninle savaşarak, Kabe’yi ziyaretine engel olmak niy-yetindeler… Resûlullah ise: Biz kimse ile savaşmak niyyetiyle gel­medik, niyyetimiz umredir. Gerçi Kuryş’i savaş eskitti ve zarara soktu. Ama onlar dilerlerse yeniden mütareke yapıp müddeti uza­tırım. Aramızda emniyet doğar, eğer ben halkı da’vete girişirsem, isterlerse halkın girdiği (dine girerler). Yok, çarpışmak isterlerse zaten toplanmışlardır, gönülleri bilir. Yâni onlar direnirlerse; nefsim yed ı kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki; bu din uğruna başım gövdemden ayrılıncaya kadar savaşacağım onlarla. Allah’ın takdiri böylece gerçekleşecek dedi. Bedii ise; senin söylediklerini aynen on­lara söyleyeceğim dedi ve yollandı. Kureyş’e varınca, Rsûlullah (s.a.v.)’in söylediklerini onlara aynen aktardı. Bunun üzerine Urve bin Mes’ûd ayağa kalkıp; Bedii îbn Varaka’mn anlattıklarını taf­silatıyla konuşmak üzere Resûlullah (s.a.v.)’a gitme teklifinde bu­lundu. Onlar da hadi git bakalım dediler. O da Resûlullah’a gidip konuştu. O da Bedil’e söylediklerini aynen Urve’ye söyledi. Urve ise: Sen kendi kavminin işini bitirmek ister misin? Ve yine senden ön­ce Araplardan bir kimsenin kendi milletinin kökünü kazıdığını gö­rüp işittin mi? Peki durum başka olursa? Vallahi ben (iki ihtimal­den) başka bir yol da görmüyorum. Ancak her an seni bırakıp da­ğılacak, derme çatma bir kalabalık görüyorum. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir söze katıldı ve ona: «Sen Lât putunun bilmem nesini em­meye bak! Biz mi onu bırakıp kaçacağız?» diye çıkıştı.

Urve geriye dönerek: Kim o dedi. Halk da, Ebû Bekir deyince Ur­ve şöyle cevab verdi: Vallahi eğer senin bana geçmişte yaptığın, be­nim de henüz altından çıkamadığım o iyiliğin olmasa sana cevab vermeyi bilirdim[5][5].

Bundan sonra da Resûlullah (s.a.v.) ile konuşmaya devam etti Konuşurken ikide bir onun sakalını eliyle sıvazlıyordu[6][6]. Muğîre bin Şu’be ise elinde kılıcı, başında miğferiyle Resûlullah (s.a.v.)’in ba-şucunda nöbet bekliyordu. Urve her elini uzattıkça, Muğire kılınan kı-nıyla onun elini itiyor ve çek elini Resûlullah (s.a.v.)’in sakalından diye ihtar ediyordu. Nihayet Urve başını kaldırıp; bu kim? dedi. Re­sûlullah (s.a.v.), Muğire’dir, diye cevab verince: Vay hain, dedi Ur­ve; daha dün değil miydi pisliğini temizledim![7][7]

Daha sonra Urve, Resûlullah (s.a.v.)’m ashabını göz ucuyla ta-kib ediyordu: Gördü ki; O’nun ashabı, faraza o aksırsa da ağzından bir damla tükürük birinin eline düşse, hemen onu (teberrüken) yü­züne gözüne sürerdi. O ashabına bir iş teklif etse, hepsi birden ko­şuşur, abdest almaya kalksa, onun suyunu dökmek için birbiriyle savaşırlardı âdeta. O konuşurken, herkes sesini kısar huzurunda. O’na aşırı saygılarından dolayı yüzüne dikkatle bakamıyorlar bile…

Urve dostlarına dönünce: Kabile halkım!.,. Ben nice meliklere elçi gitmişimdir. Ben Kayser’in, Necaşi’nin ve Kisrâ’mn huzurunda bulundum ama yemin olsun; Muhammed (s.a.v.)’e ashabının göster­diği ta’zim ve itaatin hiçb’r melike yapıldığına şahid olmadım. Size iyi bir hâl çaresi teklif ediyor, onu kabul etmelisiniz.

Bunun ardından da; Süheyl bin Amr’ı temsilci olarak gönderip; müslümanlarla anlaşma yapıp yazmakla vazifelendirdiler. O da Resûlullah’ın yanma gelip oturunca; haydi sulh metnini yazalım de­di. Resûlullah da Hz. Ali’yi kâtib olarak çağırdı. (Müslim’in nakline göre) Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ali’ye «Bismillâhirrahmânirrahlm yaz» deyince, Süheyl itiraz etti. «Errahmân» ne demek bilmiyorum. Ama «Bismik Allahümme» yazabilirsin. Fakat müslümanlar, «Vallahi – Bis-millâhirrahmânirrahim – den başka birşey yazamayız» diye itiraz et­tiler. Ama Resûlullah (s.a.v.) «Bismik Allahümme» yaz diye emir ver­di. Sonra da; «îşte bu Muhammed Resûlullah tarafından tertib edil­miştir» diye yazılması emrini verince; bu sefer Süheyl itiraz etti: Hayır, eğer biz senin Allah Resulü olduğunu kabul etsek, zaten sana karşı çıkıp savaşmaz, seni Beyt’in ziyaretinden de menetmezdik. Ama «Muhammed îbn Abdullah» yazabilirsiniz!..» dedi.

Yine Resûlullah söz aldı ve: «Vallahi ben, inkâr etseniz de ben Allah’ın Resulüyüm». Bununla beraber (kâtibine diyor) Muhammed bin Abdullah yaz, buyurdu. (Müslim’in bir başka rivayetinde ise; O, Hz. Ali’ye ifadeyi silmesini emretti. Ali ben silenıem dedi. O da: o halde o kelimenin yerini bana göster, buyurdu. O da ibareyi gös­terince, onu kendisi sildi). Resûlullah, tekrar Süheyl’e : Ama ara­mızda şart olarak, bize Beyt’i ziyaret müsaadesi vereceksiniz, de­yince; Süheyl tekrar itiraz etti: Vallahi Araplar bizim bu şartı bas­kı altında kabul ettiğimizin dedikodusunu yaparlar. Ama yeni se­ne için bu olabilir. Ve hem de müslümanların yanında, kınında kı­lıçlarından başka bir şey bulunmamalı… Bu da yazıldı. Sonra Sü-‘ heyl şunu teklif etti- Bizden size gelecek kişiyi, sizin dininize girse bile bize iade edeceksiniz. Ama sizden bize bir kişi gelir iltica eder­se, biz iade etmeyiz… Müslümanlar bunu da tepkiyle karşıladılar. Allah Allah, nasıl olur da bir müslüman bize gelir de geri çeviririz? Resûlullah’a dönüp sordular: Yâ Resûlâllah (s.a.v.), bunu da mı ya­zacağız? O, «Evet» dedi. «B.zden onlara gidecek kimseyi, Allah biz­den uzak kılsın. Onlardan bize geleceği ise, Allah ergeç bir çıkış yolu gösterecektir[8][8]» buyurdu.

Bu şartlar üstüne anlaşma müddeti – îbn îshâk, Îbn Sa’d ve Ha-kim’in rivayetlerine göre – on yıldır. Hırsızlık veya hıyanet de olma­mak şartıyla… Ayrıca; çevre kabilelerden, isteyenler Kureyş ile, iste­yenler de müslümanlarla anlaşmaya taraf olarak kalabileceklerdi.

Buna dayanark, Huzâa kabilesi hemen müslümanların tarafın­da; Beni Bekr ise, Kureyş yanlısı olarak anlaşmaya girdiklerini ilân ettiler.

Anlaşma ve metnin yazılışı tamamlanınca, müslüman ve müş­riklerden birer hey’et bu anlaşmaya şahid gösterildi. Sahîhayn’de ise; Ömer Îbni’l-Hattâb’dan şöyle denildiği nakledilmiştir: «Ben Resû-lullh’a geldim o gün ve sordum» :

—  Sen Allah’ın gerçek Nebisi değil misin?

—  Evet, dedi.

—  Sen ve biz Hak üzere, düşmanımız da bâtıl yolda değil mi?

—  Evet, dedi. Ben yine :

—  Bizim şehidlerimiz cennetlik, onların ölüleri cehennemlik de­ğil mi?.

—  Evet, dedi. Şimdi ben sordum:

—  Peki biz dinimizi niçin alçaltıyoruz?

—  Ben Resûlullah’ım, O’na âsi olmam, O da benim yardımcım-dır, diye cevab verdi.

—  Peki; sen değil miydin,  bize  gelip Beyt’i  tavaf edeceğimizi müjdeleyen?

—  Evet tamam, dedi; ama size ben bu yıl tavaf edeceksiniz de­dim mi?

—  Hayır, dedim. O da dedi ki:

—  Eh, sen en yakın zamanda tavaf edeceksin…

Ama Ömer, hâlâ yatışmadı ve sabırsızlıkla Ebû Bekir (r.a.)’e gi­dip, Resûlullah’a sorduklarına benzer şeyleri sordu. Ebû Bekir (r.a.):

—  «Hattâb oğlu… O, Allah’ın Resulüdür, Allah’a asla karşı gel­mez. Allah da onu asla desteksiz bırakmaz…»  dedi. İşte o sırada Fetih sûresi nazil oldu.

Resûlullah Cs.a.v.) onu Hz. Ömer’e gönderip okutturdu. Ömer (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’a:

—  Bu, o fetih midir yâ Resûlâllah? diye sordu. O da:

—  Evet, diye cevab verince, Ömer (r.a.)’in gönlü yatışabildi ni­hayet[9][9].

Daha sonra Resûlullah Cs.a.v.), ashabına dönerek:

—  Haydi kalkın! Kurbanlarınızı kesip, traş olun, diye emir ver­di. Ve bunu üç kere tekrarladığı .halde, hepsi susuyor ve hiçbir ferd kalkmıyordu. O bu sefer zevcesi Üramü Seleme’nin yanına gitti. Ona halkın tutumunu anlatınca, o da:

—  Yâ Resûlâllah! Sen bunu ille arzuluyorsan; çık ve hiçbirine birşey söylemeden kurbanını kes, berberini çağırıp traş ol.  O da aynen öyle yaptı. Kurban kesip traş oldu. Halk da onu görünce kalkıp kurban kesti, traş oldular. Ama o derece üzgündüler ki, nerdey-se traş yerine birbirini öldüreceklerdi.

Medine’ye dönünce de, birtakım Muhacir kadınları geldiler. Bun­lar din uğruna göçen kadınlar olup, aralarında «Ümmü Külsüm bin-ti Ukbe» de vardı. Cenâb-ı Hak bunlar hakkında da şu âyeti inzal buyurdu:

«Ey iman edenler! Size mü’min kadınlar Muhacir olarak geldi­ği zaman, onların gerçekten iman ed:p etmediklerini deneyiniz. Al­lah onların imanlarını çok iyi bilir. Fakat, siz onların mü’min kadın­lar olduklarına inandıktan sonra, artık, onlan kâfirlere teslim etme­yiniz. Bunlar, onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar». Bunun için de Resûlullah (s.a.v.) onları bu haliyle kâfirlere iade et­mekten imtina etti[10][10] [11][11]

[1][1] Ehâbiş: Kinâne kabilelerinden bir kol. Hubşl dağı eteğinde yaşarlardı. (Mütercimler)

[2][2] Çarpışma, kan dökme veya akrabalık gereklerini ifa… (Mütercimler)

[3][3] Bu, Buhâri’nin «Kitâbü’ş-ŞarU’ındaki rivayet, Îbn tshâk ve öbürlerinde de var. Buharı ayrıca «Meğâzî» bölümünde şunu nakleder: O. kuyunun kena­rına oturup, bir kabla su getirip, ağzına alıp çalkaladı, dua etti. Onlara da bir saat duâ edin dedi. Ve artık onlar kanıncaya kadnr su İçtiler. H. tbn Hâ-cer ise: Fethti’l Bâri’de: Bu iki hali birlikte mütalâa mümkündür, der. Yine bir hadîste dr, elini yu kabına koyunca parmakları arasından su fışkırmaya başladı. Bu bir başka zaman vâki olmuş olabilir de. Bütün bunlar, sabit ve sahihtir.

[4][4] Avzu MrtAfll diyo adı geçen deveyi yanlarında Getirmişler. Su ve yiye­nle İhtiyaçlarını karşılayarak müslümanları bekleyip engellemek gayesindey-dller.

[5][5] Burada Urve bir zamanlar bir diyeti Ödeyemediğinden Hz. Ebû Bekir’in ken­disine karşılıksız yardımını zikretmektedir.

[6][6] Bu tür davranış Araplarda samimiyet ifadesiydi.  (Mütercimler)

[7][7] Muğîre, câhiliyye döneminde onüç kişiyi öldürmüş de, Urve d^1 onun nâmına diyetlerini ödemiş. Onu başına kakıyor…

[8][8] Bu parantezli kısımlar Müslimin ziyâdesidir. Ama Öbür bütün hadis Buhârl’-nin metnine dayanır.

[9][9] Müttefekun aleyh.

[10][10] Çünkü Hudeybiye musalâhasındaki Mekke”den gelenlerin iade olunmaları mad­desi  erkekler  hakkında  İdi.   kadınları  ilgilendirmiyordu.

[11][11] Buhârî.

Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 331-336.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.