Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (cc.)’a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, a’line, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmetin üzerine olsun.
Bu ay mücrimleri tanımaya devam ediyoruz.
– Onlara dedik ki: “Hepiniz oradan inin. Size benim tarafımdan bir hidayet rehberi geldiğinde, kim o hidayetçimin izinde giderse, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (BAKARA 38)
Eğer benden size bir hidayet, yani göndereceğim bir peygamber ve size indireceğim bir kitap gelir de “her kim hidâyetime tâbi olur, bana iman ve itaat ederse” Onlar için ahirette her hangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü de çekmezler. (Safvetü’t-Tefasir)
Fakat gönderilen elçilere ve indirilen kitaba sırt çeviren mücrimlerin sonunun helak olduğunu görmekteyiz. Şimdi ayetlerden mücrimlerim bu kötü sona nasıl ilerlediklerini daha yakından görelim.
Araf Suresi
130- Muhakkak biz Firavun hanedanını, düşünüp ibret alsınlar diye yıllarca kuraklıkla ve mahsul kıtlığı ile tutup sıktık. (Enam 42,43,44. Araf 94,95,96 bak)
131- Fakat onlara iyilik gelince: “Bu bizim hakkımızdır” dediler. Eğer kendilerine bir fenalık gelirse, Musa ve beraberindekilerin uğursuzluğu olarak kabul ederlerdi. İyi bilin ki onların uğursuzluğu ancak Allah tarafındandır. Fakat onların çoğu bilmezler.
Allahu Teâlâ’nın: “Düşünüp ibret alsınlar diye” sözü, kullarının ibret almalarını istediğine, küfür üzere kalmalarına razı olmadığına işaret eder.
Firavun’a ve kavmine gelen ceza ayetlerinden ilki, kıtlıktır. İki ceza arasının sekiz gün olduğu rivayet olunur. Bir ay ya da kırk gün olduğu da söylenmiştir.
İkinci ceza ayeti, meyvelerin kimseye yetmeyecek şekilde azaltılmasıdır.
Bu iki ceza şekli, diğer ceza çeşitlerinden daha hafifti. Belki vazgeçerler diye, hafiften başlanmıştır. Fakat insanlar kendilerine o cezalar, meşakkatler gelince, ibret alıp korkmadılar. Küfür ve masiyetlerini daha da artırdılar. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Fakat onlara iyilik gelince: “Bu bizim hakkımızdır” dediler. Eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve beraberindekilerin uğursuzluğu olarak kabul ederlerdi.”
Firavun ve kavmi, kavuştukları bolluk, meyveler, rızık genişliği, afiyet, selamet ve hayvanlar gibi iyilikleri kendilerinden biliyorlar, bu ikram ve nimetlere kavuşmayı hak ettiklerini iddia ediyorlar, zekâ, amel ve bilgilerindeki üstünlük sebebiyle bunları kazandıklarını söylüyorlardı. Kuraklık, kıtlık, hastalık, zarar ve belaya uğradıklarında da, bunu Musa ve kavminden biliyor, onların uğursuzluğu sayıyorlardı.
Oysa gerçekte onların başına gelen kıtlık ve musibetler, Hz. Musa ve kavmi yüzünden değil, günahları sebebiyle Allah’tan geliyordu. Fakat onlar bunu anlamayan kimselerdi.
Kuş sesinde uğursuzluk görmeyi -hangi halde olursa olsun- İslâm nehyetmiştir. Cahiliyye döneminde bir kimse, çoğu kere, bir ihtiyacı olduğu zaman, bir kuş yuvasına gelir, onları uçururdu: Kuşlar sağ tarafa doğru uçarsa, o kişi işine devam ederdi. Bu hayvanlara “sâih” derlerdi. Eğer kuşlar sol tarafa doğru uçarsa, o işi bırakırdı. Bu hayvanlara da “bârih” derlerdi… Resulullah (s.a.) de, Ahmed ve Müslim’in Cabir’den rivayet ettikleri hadislerinde: “Kuşlarda ve baykuşlarda, hayır ve şer yoktur” buyurmuşlardır. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,
132- “Bizi büyülemek için hangi mucizeyi getirirsen getir, asla sana iman etmeyiz” dediler.
Hz. Musa’ya karşı söyledikleri şu sözlerle, bâtılda ısrar ettiler: Bize hangi mucizeyi getirirsen getir, hangi hüccet ve delili gösterirsen göster, bizi ikna etmek ve dinimizden döndürmek için neyi ortaya koyarsan koy, onu reddederiz. Sana ve getirdiğin şeylere inanmayız, peygamberliğini ve sözlerini asla tasdik etmeyiz.
Onun için Allah onları, küfürlerinden, yalanlamalarından ve suçlarından dolayı cezalandırdı. Onlara tufanı gönderdi. Tufan, ekinleri ve meyveleri yok edecek derecede aşırı yağmur yağmasıydı. Nitekim İbni Abbas şöyle demiştir: Tufan: Onları saran ve rahatsız eden yağmur, ya da seldi.
Cenab-ı Hak, Firavun kavmine çekirge gönderdi, bütün ekinlerini ve meyvelerini, sonra da her şeyi, hatta kapıları, evlerin tavanlarını, elbiseleri yediler. Fakat İsrailoğullarının evlerine bir tane bile çekirge girmedi. Firavun’un kavmi, Musa (a.s.)’dan yardım istedi. Yedi gün sonra bu durumdan kurtuldular. Musa (a.s.), boş bir alana çıktı, asasıyla doğuya batıya doğru işaret etti. Çekirgeler geldikleri yerlere geri döndüler. Onlar yine, biz dinimizi terketmeyiz, dediler.
Bir ay sonra, onlara güve, ya da kene musallat oldu. Çekirgelerin geriye bıraktıklarını yediler, yeryüzünü yaladılar. Yahut bir ay sonra, onlara küçük sinekler, ya da pireler veya sivrisinekler musallat oldu, çekirgelerden sonra, onlara kımıl felâketi geldi. Kurtlar ekinleri yediler, yeşil olan her şeyi yok ettiler. Yine Musa (a.s.)’dan yardım istediler, bu hal kaldırıldı. Onlar yine eski hallerine döndüler.
Bu sefer Allah, kurbağalar gönderdi. Kurbağalar evlerine girdi. Kaplarına, yiyeceklerine doldular. Öyle ki, bir kimse konuşmak istediği zaman, kurbağa ağzına sıçrıyordu. Yatakları kurbağalarla doldu, uyuyamaz oldular. Kurbağalar kendilerini kaynar vaziyetteki çanak çömleklere atıyorlardı. Firavun kavmi yine Musa (a.s.)’dan yardım istediler. “Bize bu kere de acı, merhamet et, içten tevbe edip bir daha eski halimize dönmeyeceğiz” dediler. Onlardan söz aldı ve onlar için Allah’a dua etti. Bunun üzerine Allah, onlardan bu durumu kaldırdı. Ancak yine verdikleri sözü bozdular.
Sonra Allahu Teâlâ, onlara kan gönderdi. Suları kana döndü. Nehirlerden ve kuyulardan su aldıkları zaman, onu taze kan şeklinde buldular. Durumdan Firavun’a şikayetçi oldular. Şöyle dedi: “O size sihir yapmıştır.” Firavun Kıpti ile Yahudiyi aynı yerden su almak için bir araya getirdi. Yahudinin aldığı şey su, Kıpti’nin aldığı şey kan oluyordu.
Bunların hepsi de apaçık ayetlerdi. Allah’tan olduklarına, bunlara O’ndan başka kimsenin gücü yetmediğine, küfürlerinin cezası olduklarına, Musa (a.s.)’ın doğruluğuna işaret ettiklerine -ki bunların meydana geleceğini söyleyerek onları korkutmuştu- hiçbir kimsenin şüphesi olamaz.
Firavun ve kavmi, inat ve kibirleri üzere kaldılar. Allah’a ibadet etmekten geri durdular. Öğüt almadılar, kendilerine ve başkalarına karşı suç işleyen, suç ve günahta ısrar eden kimseler oldular. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,
ARAF 133- Biz de kudretimizin ayrı ayrı alâmetleri olmak üzere başlarına tufan, çekirge, haşereler, kurbağalar ve kan gönderdik, yine inad edip direndiler ve çok mücrim (suçlu) bir kavim oldular.
134- “Azap başlarına çökünce, “Ey Musa sana verdiği peygamberlik payesine dayanârak, bizim için Rabbine dua et. Eğer bu azabı başımızdan savarsan, andolsun ki, sana inanacak ve İsrailoğulları’nı seninle birlikte göndereceğiz ” dediler. “
135- “Fakat o azabı günün birinde dolduracakları belirli bir sürenin sonuna kadar başlarından savar-savmaz hemen sözlerinden dönüverdiler. “
136- “Sonunda onlardan öç aldık. Ayetlerimizi yalanladıkları, onları umursamadıkları için kendilerini denizde boğduk. “
Rabbim bizlere olaylardan ve kıssalardan ders alabilmeyi nasip etsin. (AMİN)