İNANCIN RUHUNU YAKALAMAK VE RUHSUZLAŞMAK (2)
İNANCIN RUHU’NU YAKALAMAK VE RUHSUZLAŞMAK (2)
Gerçekten Hamd Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. O’na hamdederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah(Celle Celaluhu)’a sığınırız.
Allah(Celle Celaluhu), kimi hidâyette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiştir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah(Celle Celaluhu)’dan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a) Allah’ın kulu ve Rasûlüdür. Salât ve seiâm O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun.
Allah(Celle Celaluhu) Enam suresi 122.ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır;
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir. (En’âm – 122)
Bir önceki yazımızda yüce rabbimizin bizleri ölü bir haldeyken vahyin ruhuyla ”sanada böylelikle emrimizden ruh vahyettik”(Şura 52) bizi dirilterek nasıl imana eriştirdiğinden bahsetmiş ve şöyle demiştik;
“Evet karanlık içinde bocalamak, nereye gideceğini, ne yapacağını neye inanacağını ve kime güveneceğini bilemez bir halde yaşama devam etmektir. Böyle bir zifiri karanlık içerisindeyken bizlere bir ışık göründü aydınlattı kalplerimizi, ruhumuzu ve yolumuzu Allah(Celle Celaluhu)’ın rızasına doğru yol almaya başladık ilim ve idrak ile dirildi kalplerimiz ve bizler yeniden doğduk. İşte vahyedilen “ruh” bu, işte kuran-ı kerime ruh isminin verilişinin nedeni de budur. Elbette burada bizi bekleyen bir tehlikede söz konusu olup bu hidayetin kıymetini bilmeyip icaplarına riayet etmeyip de gün geçtikçe “ruhsuzlaşmak” tır. Dirilen kalpleri tekrar günahlar ile öldürmek, aydınlanan akıllarını tekrar karanlığa gömmektir.” İşte böyle tehlikeli bir halden uzak kalmanın yolu için şöyle buyurulmaktadır;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. (Enfâl – 24)
Allah(Celle Celaluhu) ve Rasûlü’nün davet ettiği hususlar, bizi ihyâ edecek, diriltecek ve bize hayat bahşedecek şeylerdir. Bunlar, bizi bitki ve hayvan seviyesinden çıkarıp insanlık seviyesine yükseltecek, Allah’a kullukla süslenmiş hür ve huzurlu bir hayata kavuşturacak, bu hedefe ulaştıracak ilim ve ameli tahsile yönlendirecek ve bize ebedî saadeti bahşedecek hayatî kâidelerdir. Kalplerin hayatı ve ihyası bu kaidelere riayet iken ölümü ve katılaşması bunlara uymamaktadır.
Âyetin “Allah kişiyle kalbinin arasına girer” (Enfâl 8/24) kısmıyla alakalı müfessirlerin verdiği şu mânalar gerçekten dikkat çekicidir;
› Şanı yüce Allah(Celle Celaluhu)’ın, kulların kalplerine onlardan daha çok hâkim olduğunu ve dilediği takdirde kendileri ile kalpleri arasına girerek, yine kendi dilemesi müstesna insanın hiçbir şey idrâk etmesine imkân vermeyeceğini haber vermektedir. Bu, insana açık bir ikazdır.
› Müslümanlar, Bedir günü düşmanların çokluğundan korkuya kapılmışlardı. Şanı yüce Allah(Celle Celaluhu), kişi ile kalbi arasına girdiğini ve bunu da onların korkularını güvenliğe değiştirmek suretiyle buna karşılık düşmanlarının güvenlik duygusunu da korkuya dönüştürmek suretiyle gerçekleştirdiğini onlara haber vermiştir.
› Bu ifadeyle Allah(Celle Celaluhu)’ın kulun kalbine sahip olup azmini kırması, niyet ve maksatlarını değiştirmesi ve ona düşüncelerini istediği şekilde yerine getirmesine imkân vermemesi şeklinde de anlaşılabilir. Buna göre Allah kulun saadetini isterse onunla küfür arasına; şekavetine hükmederse onunla îman arasına girebilir.
“İnsan ile kalbinin arası” ifadesi bir deyim olup bundan insanın şuuru, aklı ve duyguları kastedilmektedir. Mücahid, bu ayetin manası hakkında şöyle der: Kişi ile aklı arasına girer de, ne yaptığını bilmez. Buralarda bulunan hiçbir bilgiyi, kararı, eğilimi, duyguyu Allah’tan gizlemek mümkün değildir. Bu sebeple kullar rablerine sığınmalı; inanç, duygu ve düşüncelerini güzelleştirmesi için O’na yakarmalı, “Ey durumları değiştiren, gönülleri evirip çeviren rabbim! Halimi ve gönlümü güzelleştir” diye niyazda bulunmalıdır.Bu sebeple Resûlullah (s.a.s.) dâima: “Ey kalpleri ve basîretleri evirip çeviren Allahım, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl” diye dua ederdi. (Tirmizî, Kader 7)
Allah(Celle Celaluhu)’ın karşı konulmaz, latif gücünü gözler önüne seren ne müthiş, ne korkunç bir tablo… “Kişi ile kalbi arasına girer.” Onu ve kalbini birbirinden ayırır. Kalbi kontrolü altına alıp, sıkıca kavrar ve onu dilediği gibi yönlendirir, istediği yöne çevirir. Sahibi ise, bedenindeki kalbine hiçbir şekilde sahip olamaz. Kuşkusuz bu, Kur’an ayetlerinde kalbi gösteren gerçekten de korkunç bir tablodur. Ancak insanın sahip olduğu ifade yeteneği bu tablonun kalp üzerindeki etkisini tasvir etme, sinir ve duygular üzerindeki bu etkiyi niteleme gücünden yoksundur. Sürekli uyanık bulunmayı, daima sakınmayı, her zaman tetikte olmayı zorunluluk haline getiren bir tablodur bu. Kalbin heyecanlarına, korkularına ve paniğe kapılmasına karşı uyanık bulunma… Kalbi etkileyen vesveselerden ve parçalanmaya neden olabileceğinden korkulan eğilimlerden sakınmak… Kalbi saptıran, kötülüğü telkin eden, duygu ve vesveselere karşı hazırlıklı olma… Bunun yanında, herhangi bir yanılgı ya da gaflet veya dehşet anında bu kalbin başka taraflara yönelmemesi için Allah’la sürekli bir ilişki gerekmektedir. Onlara şöyle demektedir: Şayet isterse yüce Allah sizi doğru yolu bulmaya ve çağrıldığınız bu ilkelere olumlu karşılık vermeye zorlayabilir. Ancak yüce Allah, size lütfediyor, karşılığında sevap almanız için kendi isteğinizle olumlu karşılık vermeye çağırıyor. İnsanlığınızı yüceltmeniz ve yüce Allah(Celle Celaluhu)’ın insan denen yaratığa verdiği emanetin düzeyine yükselmeniz için kendi arzunuzla çağrıya kulak vermenizi istiyor. Kalpleriniz O’nun ellerindedir. Sonra siz, O’nun huzurunda toplanacaksınız. Ne dünyada, ne de ahirette kaçacak yeriniz yoktur. Bütün bunlara rağmen O, sizi özgür bir insanın, bir ücret karşılığı olumlu tepki göstermesi gibi karşılık vermenizi istiyor, başka seçeneği bulunmayan köleninki gibi değil.
Eğer bir kimse herşeyi bilen -o gizli niyetleri, arzu ve istekleri, kalblerdeki gizli düşünceleri bile bilir- Allah(Celle Celaluhu)’a hesap vereceğine ve en sonunda O’nun huzuruna döndürüleceğine samimiyetle inanırsa, böyle bir davranışta bulunmamak için elinden geleni yapacaktır.
Öyleyse ey müminler! Dünya ve ahiret saadetini, hayır ve salahınızı, her türlü hak ve doğruyu içine alan Allah(Celle Celaluhu)’ın ve Rasulünün davetine -ki o, Kur’ân, iman, cihad ve her türlü hayır ve taattır- icabet edin. Böylelikle dünyevi ve uhrevi her türlü tehlikelerden kendimizi korumuş yeniden yeniye her taat ve ibadetle hayat bulmuş ve dünya hayatının da ahiret hayatının da huzurunu yakalamış oluruz. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır;
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Erkekten ve dişiden, mümin olarak kim iyi amel işlerse muhakkak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve yapmakta oldukları amellerin daha güzeliyle mükafatlarını elbette vereceğiz. (Nahl – 97)
Cenâb-ı Hak, kulluk sözünde duran, her türlü ahitlerini yerine getirmeye çalışan ve yaptığını Allah(Celle Celaluhu) rızâsına uygun bir şekilde doğru ve güzel yapan kullarına dünyada bile pek hoş, huzurlu ve güzel bir hayat müjdelemektedir. Gerçekten de davranışlarında samimi, doğru, dürüst, şerefli, adil ve temiz olanlar bu dünyada çok daha güzel ve huzurlu bir hayat yaşarlar. Çünkü onlar, olgun şahsiyetleri ve ahlâkî hamîdeleriyle, bu meziyetlere sahip olmayanların göremediği saygı, şeref ve güven içinde yaşarlar. Kendilerince bir başarı elde etmek için kötü yollara teşebbüs edenlerin elde edemediği temiz ve şerefli bir başarı kazanırlar.
Her şeyin ötesinde, kulübede yaşasalar bile, saraylarda ve köşklerde oturan günahkârların yaşamadığı bir vicdanî huzuru ve tatmini yaşarlar. Âhirette ise onları Allah Teâlâ, yaptıkları amellerin en güzellerini esas alarak mükâfatlandıracaktır. Bire on, bire yüz, bire yedi yüz ve daha fazlasını ikram edecektir. Nitekim Cenâb-ı Hak: “Rabbinin huzuruna çıkıp hesap vermekten korkan kimseye iki cennet vardır” (Rahmân 55/46) âyetiyle, bir mânada hem mü’minin dünyada tadacağı manevî cennet huzuruna hem de âhirette varacağı cennete işaret buyurmuştur.
İşte Allah ve Rasulünün itaat ettiğimizde bizi davet ettiği dünya ve ahiret hayatında ki huzur ve güzellikler bunlardır. Bunun yanında maazallah itaat etmediğimiz de bizi tehdit etiği azap ise ruhsuzluk, huzursuzlukla başlayarak kalbin tekrar küfre, şirke ve isyanlara döndürülmesidir ki karşılığı cehennem azabı olan bedbahtlık ve mutsuzluktur. Yazımı şu kuran-i dua ile bitirmek istiyorum;
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
Ey Rabbimiz, bizi doğru yola iletdikden sonra kalblerimizi (Hakdan) sapdırma. Bize kendi canibinden bir rahmet ver. Şübhesiz bağışı en çok olan Sensin Sen. (Âl-i İmrân – 8)