İNSANIN TEPKİLERİ HASSASİYETLERİYLE AYNI İSTİKAMETTEDİR
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd; Alemleri yoktan var eden, Rahman ve Rahim, Din günün sahibi, kendisinden başka bir ilah bulunmayan, yarattıklarını rızıklandıran, yegâne Hakimiyetin sahibi olan Allah (c.c)’ya mahsustur.
Salat ve Selam; Alemlere rahmet olarak gönderilen, kendisine itaat edilmedikçe kurtuluşun asla mümkün olmayacağı, Allah (c.c)’ın dininden asla taviz vermeyen, , müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı ise şiddetli olan Rasulullah(sav)’a, aline, ashabına ve onun izinden giden müminlerin üzerine olsun inşaAllah.
Bu beş duyu belki yaratıcıyı değil ama yaratıcının eserlerini insanın idrakine gösterir. Doğal olan ise eseri görenin eserin var edicisini araması, Onu tanımaya çalışması ve Ona varmasıdır. Kur’an-ı Kerim bunun böyle olması gerektiğini bildirmiş olduğu ayetlerle göstermektedir.
Bu duyuları işlevsiz bırakanların aslında tavsif edilmesi gereken gerçek sıfatları Allah(cc) Ayet-i kerimesinde şu ifadelerle dile getiriyor;
“Yoksa sen, onların büyük çoğunluğunun gerçekten senin davetine kulak verdiklerini yahut doğru dürüst düşündüklerini mi sanıyorsun? Aksine onlar, başka değil, bir hayvan sürüsü gibidirler, hatta tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar.”[Furkan 44]
Evet, onlar hedefsiz, amaçsız ve sadece yiyip içen, uyuyup kalkan ve güdülerle nesillerinin devamını sağlayan herhangi bir hayvandan farksızdırlar ve hatta onlardan daha fazla yolunu şaşırmış, doğru yolu bulmaktan daha uzak düşmüş mahluklardırlar. Zira hayvanların duyuları şehvetleriyle irtibatlıdır oysa insanlarınki ek olarak akıl, ruh ve kalpleriyle de bağlantılıdır.
İşte konunun başına aldığımız ayet-i kerime hassasiyetten yoksun olan insanların en dip noktasında yer alanları tanıtıyor bizlere… Körkütük vasfına haiz, hayvandan daha çok hidayetten uzak düşmüş insanları…
Seyyid Kutub (rh.a) bu ayetin tefsirinde şu ifadelere yer veriyor :
İfadeye kesinlikten sakınan ve insaflı bir hava egemendir: Çünkü “onların çoğu” deniyor ve suçlama hepsini kapsayacak şekilde genelleştirilmiyor. Çünkü aralarında azınlık durumunda olan bir grup doğru yola girmeye eğilim gösteriyor, gerçek karşısında durup düşünüyor. Ancak, kişisel-arzusunu buyruğuna itaat edilen bir ilah haline getiren, akılları hayrete düşüren kanıtlardan habersiz olan çoğunluk ise hayvanlar gibidir. Çünkü, düşünme, kavrama ve bunun sonucunda bilinçli olarak tavır takınma yeteneğine sahip olmaktan, ikna edici belge ve delil karşısında durup kabul edebilmekten başka, insanı hayvandan ayıran hiçbir özellik yoktur. Daha doğrusu insan, bu özelliklerinden yoksun olduğu zaman kesinlikle hayvandan daha aşağı bir düzeye iner. Çünkü hayvan yüce Allah’ın kendisine bahşettiği içgüdü yeteneği ile yolunu bulur ve görevini eksiksiz olarak, doğru bir şekilde yerine getirir. Ama insan yüce Allah’ın kendisine bahşettiği bu özellikleri bir kenara bırakıyor ve düşünme yetisini kaybederek hayvandan bile daha aşağı bir düzeye düşüyor.
Kur’an-ı Kerim’in bir üslubu da işlediği karakterleri veya eylemleri bazen en uç noktadan örnekler vererek işlemesidir. Örneğin kesinlikle kabul edilecek tevbe ile kesinlikle kabul edilmeyecek tevbe örneklerini işlediği gibi…
“Allah’ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden pişmanlık getirenlerin tövbesidir; işte Allah bunların tövbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çattığında “Ben şimdi tövbe ettim” diyenlerle kâfir olarak ölenler için kabul edilecek tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.”[Nisa 17-18]
İşte konunun başına aldığımız ayet-i kerime bu uç noktada yer alan karakterleri işliyor.
Şüphesiz insanın bu duyulardan istifadesi onun melekut alemindeki duyularının işlevsel olmasına bağlıdır, yani canlı, diri bir gönlünün olmasına bağlıdır. Yoksa zahir duyuların kalp ve akıl ile bağlantılarını koparıp sadece bedenini canlı tutacak şehvetiyle tek bağlantılarını bırakmışsa bu duyuların onu ideal insan yapmasına kafi gelmeyeceği aşikardır.
Müminin farkı işte burada ortaya çıkıyor. Mümin diri/canlı bir gönle sahip olandır. Kalp gözüyle görüp kalp kulağıyla işitendir.Müminler arasındaki derece farkı da bu diriliğin oranıyla orantılıdır. Kalbi diri olduğu oranda yüce makamların sahibidir. Hayatında karşısına çıkan olaylara verdiği tepki de bu kalp diriliğine göre şekil alır.
Hz. Aişe (r.anha) annemiz Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin tepkilerini anlatırken şu izahatı yapar:“O (Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem) kendi nefsi için hiç kızmazdı. Ama söz konusu olan Allahu Teala’nın hudutlarının çiğnenmesi ise kızgınlığı hemen yüzüne vurur, yüzü kıpkırmızı olur, iki kaşı arasındaki damarı kabarırdı.”
Hz. Rasulullah (s.a.v); “Amellerin en faziletlisi, Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir.” Derken müminin sahip olması gereken hassasiyete de aslında işaret ediyor. Çünkü İnsanın tepkileri hassasiyetleriyle aynı istikamettedir. Eğer hassasiyetleri Allah, Allah’ın dini, Allah’ın rızası ise tepkileri de o doğrultuda olacaktır. Ama Allah muhafaza hassasiyetleri dünyası ise, nefs-i emmaresi ise tepkileri de yine aynı şekilde o doğrultuda olur.
O yüzden kafir göz önünde olan Allah (cc)’ın bunca ayetini göremez, görse bile kör tabiatın eseri olarak görür. Mümin ise;
Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, sen bütün noksan sıfatlardan münezzehsin. Bizi cehennem azabından koru! [Ali İmrân Suresi 191] der.
Bu hassasiyetlere sahip olmak da nefsin isteklerine ram olmakla değil, ayakta dururken, oturur halde iken her halükarda Allah’ı(cc) zikredip O’na ibadet etmekle elde edilir.o yüzdenHassasiyetlerin istikamet üzere oluşması duyguların istikamet üzere olmasına bağlıdır. Duygular olmadan sırf akıl nasıl gerilemeyi engelleyemiyorsa aynı şekilde ilerlemeyi de sağlayamaz. Gönlün en büyük destekçileri de hassasiyetlerdir.
Rabbim hassasiyetlerimizi bize göndermiş olduğu nizama göre yaşayabilmeyi nasip etsin inşallah.
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN