ISLAH İÇİN FETHEDİLECEK İLK TOPRAK KİŞİNİN KENDİ YÜREĞİDİR
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ISLAH İÇİN FETHEDİLECEK İLK TOPRAK KİŞİNİN KENDİ YÜREĞİDİR
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah cc’a Mahsustur. Salat ve selam fethedilecek ilk toprak parçası olan nefsin terbiyesi için rol model olan Hz. Muhammed (sav)’e Aline ,Ashabına ve onların izini takip eden müminlerin üzerine olsun inşallah.
İnsanın yaratılış maksadı Allah cc’a kulluktur. Bunun delilini Zariyat suresi 56 ve 57. Ayetlerde görmekteyiz.
“ Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Ben onlardan rızık istemiyorum, beni beslemelerini de istemiyorum.”
. Bizler bu dünyada misafiriz. Misafir ev sahibinin kıymetini ,ikramını görüp isyan etmemesi dostlarını dost ,düşmanlarına da düşmanlık etmesi yakışır. Kulluk kalbin dilin ve bedenin kulluğunu kapsar. Emirlerini yerine getirip ,yasaklarından sakınmakla olur.
Amel = terk +fiil
Terk: terk edilmesi gerekenlerdir. Küfür, şirk, haramlar, mekruhlar, şüpheli şeyler ve yapılması caiz olmayan şeylerdir.
Fiil: iman + salih ameller: Farzlar, vacipler, sünnetler,müstehaplar, ve yapılması caiz olan şeylerdir.
Allah c.c ‘a kulluk gayesiyle yola çıkan insan bu yolda istikrarlı bir şekilde yürümesine mani olacak kendisini zaafa uğratacak engellerle karşıkarşıyadır. bu engellerin en başında kişinin kendi nefsi gelir. İçimizde var olan bu olguyu iyi tanımalı onun olumsuz telkinlerine duyarsız kalmalı her anı değerli olan zamanı gereği gibi kullanmalıyız.
Kişinin nefsinin kötülüğe teşvik etmesinin etkisinden kurtula bilmesi için kişisel gayretin yeterli olmayıp Allah’ın yardımının gerekli olduğu şu şekilde ifade edilmektedir.
“Bununla birlikte nefsimi aklamak, onu masum göstermek istemiyorum. Çünkü Rabbimin rahmeti ile korudukları dışındaki tüm nefisler, insanı ısrarla kötülüğe kışkırtırlar. Hiç şüphesiz Rabbim affedicidir, merhametlidir.”(Yusuf 53)
Nefis muhasebesi yapan kişi yaşayış tarzını Allah’ın istediği şekikde düzenleme gayreti içine gireceği için bütün söz ve fiilleri yaratılış amacına uygunluk sağlamaya başlar.
Bu durumda insanların imtihanda başarılı olabilmesi için en güzel davranışı sergilemek “O hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için, ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.” (Mülk 2) şeklinde ifade edilen temel kriteri iyi anladığı anlamına gelir.
İnsanın iç dünyasında itidali koruması gerektiğini Maverdi şu şekilde ifade eder: “nefsi kötülemek ve ona iyi zanda bulunmak hususunda mutedil davranmalıdır. Çünkü kötülemekte gerçek ölçüyü aşarsan onu aşağılık duygusuna itersin, iyi zanda gerçek ölçüyü aşarsan kendine çok güvenenlerin gevşekliğine düşersin.”
Başkalarının hatalarından önce kişinin kendi hatalarını görmesi en büyük elzemlerdendir. Allah Rasulü Hadisi şerifte “ ne mutlu o kimseye ki kendi kusuru onu başkalarının kusurlarıyla uğraşmaktan alıkoyar.”
İmam-ı gazali bu noktada güzel bir tavsiyede bulunur. “ya nefsinle meşgul ol veya nefsini ıslah ettikten sonra başkasıyla meşgul olan biri ol. Sakın kendi nefsinle meşgul olup, onu ıslah etmedikçe başkalarıyla meşgul olan tiplerden olma.”
Başkalarının hatalarıyla ilgilenmek kişiyi içine yuvarlandığı derin uçurumları fark etmesine engel olur. Bunun için gazali bir adım daha atarak kötülüklerden kurtarma düşüncesiyle olsa dahi kendisini unutup başkalarıyla ilgilenmeyi ahmaklık olarak nitelendirir. Başkasının salahı uğrunda kendi nefsini helak eden kimse ahmaklardan sayılır. Elbiselerinin cepleri yılanla akreple ve daha başka öldürücü mahlûklarla dolu bir kimsenin kendi hayatını düşünmeyerek, başkasınının yüzüne konmuş olan sineklerle meşgul olması ne büyük bir aptallıktır. Zira başkasının yüzündeki sinekleri kovmak akrep ve yılanların kendisini sokup öldürmesine mani olmaz. İnsanların günahlarıyla uğraşmakta bir hastalıktır. Bu hastalıktan kurtulmanın çaresi her konuda olduğu gibi peygamberimizin tavsiyesine uymaktır. Allah Rasulu şöyle buyurmaktadır: “ başkalarının kusurlarını hatırlamak istediğin zaman kendi kusurlarını hatırla.”
Kur’an-ı kerimde nakledilen bir çok olay bize Allah’a karşı gelmenin ve Haktan yüz çevirmenin en önemli sebeplerinden birinin nefsi üstün görmek ,onu kusursuz saymak olduğunu göstermektedir. “Ey Muhammed! Heva ve hevesini tanrı edinen Allah’ın bir bilgiye dayalı olarak şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala anlamıyor musunuz?” (casiye 23)
Kıyamet günü muHakkak olacak olan şey kötü nefisler o gün kendisini çok kınayacak dünyada yaptıkları gafletlere günahlara çok pişman olacaklar hatta her nefis daha iyi niye çalışmadım, daha güzel işler niçin yapmadım diye pişmanlık duyacaktır. “O gün insanın gerek yapıp önünden gönderdiği, gerekse arkasında izleri kalan tüm işleri kendisine bildirilir.”( kıyamet 13) buyuruyor Rabbimiz. İnsanın yapıp ettiklerinden hesaba çekileceği gibi sorumlu olup yapması gerekirken yapmadıklarından da hesaba çekileceğini bildiriyor. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Acizde nefsini hevasının peşine takan ve Allahtan temennide bulunan kimsedir.” (Tirmizi)
Akıllı insan ahiret gününde kendisini ateşten koruyan insandır. Bu da bu dünya hayatının akıllıca değerlendirilmesiyle olur.
Henüz nefes alıyorken , can bedende iken azgın nefsi dizginlemek ve iyi daha iyi kul olmak için şu kıssadan hisse alalım inşALLAH.
Çocukluğumdan beri dar mekânlardan sıkılır ve bu tür yerlerden feryat edercesine uzaklaşırdım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım. Oysa ki o dar mekânlara, şimdi ister istemez girecektim.
Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görebiliyordum.
– Genç yaşta öldü zavallı, diyorlardı. Halbuki yapacak ne kadar çok işi vardı.
Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Meselâ oğluma iyi bir
işyeri
açamamış, araba ile renkli televizyonun taksitlerini henüz
bitirememiştim. Büyük bir firma kurup dostlarımı orada toplamak da artık hayâl
olmuştu. Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve
çatının akan yerlerini aktaramamıştım. Yarıda kalan işlerimi arka arkaya
sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen
bu ses beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve:
– “Geçti artık geçti”, diyordu. İçimden “keşke geçmemiş olsaydı” diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım.
Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde:
– Aman Allah’ım! dedim. Ne olacak şimdi hâlim? Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına karışıyordu.
Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve “herhalde ölüm haberimi duymamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da milli takımın son oyununu methediyordu.
Tabutumu taşıyan diğer biri ise, yanındakinin kulağına fısıldayarak:
– Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli, diyordu. Sırılsıklam olduk birader. Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi? Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan bir çukura doğru indirdi. Boylu boyunca yattığım yerden etrafıma baktım. Aman Allah’ım!.. Bu kabir değil miydi? O ana kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim? Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum. Tekrar zifiri karanlıkta kalmış ve bütün âcizliğimle dua etmeye başlamıştım.
– Yâ Rabbi, diyordum. Bir fırsat daha yok mu?, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi, cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim. Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak:
– Geçti artık geçti, diye tekrarladı. “Her şey bitti artık.”
Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu. Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım beni ayıltmaya çalışarak:
– Geçti artık geçti, diye bağırıp duruyordu.
“Geçti bak, hiçbir şeyin kalmadı.” Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak hâlinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu. Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toparlamaya çalışırken
– Yâ Rabbi, sana zerrelerim adedince şükürler olsun, diyordum. İyi bir kul olmak için ya bir fırsat daha vermeseydin?
İşte bizde henüz fırsat elimizdeyken buz misali gibi erimekte olan şu hayatın kıymetini bilmeli ve bu hayatın bir daha verilmeyeceğinin bilinciyle hareket etmeliyiz İNŞALLAH.
SELAM VE DUA İLE
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN..