sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

İSLAM DAVASININ MÜNTESİPLERİNE..! -1-

26.10.2020
899
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

Hamd âlemleri yoktan var eden var etmekle bırakmayıp yöneten ve idare eden Allah azze ve celleye mahsustur. Salat ve selam sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) e bu yolun nurlu yolcusu diğer intişar edenlerin üzerine olsun.

Mesele şu ki Allah azze ve celle insanı yaratmış ve ona emanet yüklemiştir. Kul bunun şuurunda olarak emanetin ne olduğunu öğrenmek ve uygulamakla mükelleftir. Öğrenmek demişken Allah (c.c) a hakkıyla kul olabilmek O’nun kelamını anlamakla mümkündür. Anlayabilmek için de ilim âşıklarının arasına dâhil olmak gerekir. Allah azze ve cellenin kelamını anlayabilmek ancak O’nu hakkıyla tefsir eden, açıklayan âlimlerin tefsirlerine müracaat etmekle mümkündür. Bu yazımızda inşAllah Hucurat Suresinin tefsiriyle başlayacağız. Peki, neden Hucurat Suresi? Çünkü insan Allah azze ve cellenin kendisini koyduğu yeri bilmesi gerekir. Yani onun için çizdiği belirli sınırları ve hudutların çerçevesini bilmesi gerekir.

Hucurat Suresi 1-2-3. Ayeti Kerimelerde Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: ‘’Ey iman edenler, Allah’ın Resul’ünün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona bağırıp-söylemeyin; yoksa şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider.  Şüphesiz, Allah’ın Resul’ünün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.’’

Surenin başlangıcı çok hoş bir nida ile başlıyor. Ey iman edenler..!

Allah azze ve celleden kendisini görmedikleri halde kendisine inanan kimselere seslenme ile kalplerini kendisine bağlayan ve onlara kendilerinin O yaratıcıya ait olduklarını hissettiren niteliklerle, kalplerini coşturmayla başlıyor. Yine bu Sure onlara, Yüce Allah’ın güzelliğinin taşıdıklarını, onların şu evrende O’nun kulu ve askerleri olduklarını, bu arada kendilerinin O’nun planladığı ve istediği bir durum üzere bulunduklarını, kendisinden bir tercih ve onlara bir ihsan olmak üzere kendilerine imanı sevdirdiğini ve kalplerine güzel gösterdiğini hissettiren niteliklerle kalplere sesleniyor.

O halde iman edenlerin Allah azze ve celle nerede olmalarını istiyorsa orada durmaları ve Yüce Allah’ın huzurunda gerek kendi haklarında gerekse başkaları hakkında hüküm ve yönetmesini bekleyerek emredileni yapmak, dağıtılandan hoşnut olmak, hep O’na teslim edip O’na teslim olmak üzere beklemeleri gerekir.

‘’ ’Ey iman edenler, Allah’ın Resul’ünün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.’’

Ey iman edenler! Ne kendiniz hakkında ve nede çevrenizde yaşantınızla ilgili işlerde Yüce Allah’a ve O’nun Peygamberine karşı öneride bulunmayınız. Bir konu hakkında Yüce Allah Peygamberinin dili ile bir şey söylemeden önce sizler konuşmayınız. Sizler bir konuda Yüce Allah’ın ve O’nun elçisinin sözüne başvurmadan hüküm vermeyiniz. Müminim diyen bir kişiye yakışanda budur zaten. Mücahid’de: ‘Bir konu hakkında Allah azze ve celle Peygamberinin dili üzere hükmünü verene kadar, Peygambere danışmadan kendi başınıza hareket etmeyiniz.’ Der. Hz. Dahhak ise: ‘Yüce Allah’ı ve Peygamberini bırakıp da dininizin hükümleri ile ilgili olarak hüküm vermeyiniz.’ der. Talha oğlu Ali İbni Abbas’dan naklederek: ‘Ayetin anlamı Kitap ve Sünnete aykırı olarak bir şey söylemeyiniz, demektir,’ der.

Bu ayet Allah’a ve O’nun Peygamberine karşı takınılması gereken terbiyenin ifadesidir. Ve yine bu ayet emir alma ve yerine getirme konusunda bir sistemin ifadesidir. Ve bu ayet yasama (kanun koyma) ve aynı zamanda ona göre hareket etmeye dair prensiplerden birini oluşturmaktadır. Bu prensip Yüce Allah’tan korkma prensibinden doğmakta ve sonunda yine O’na bağlanmaktadır. Allah azze ve cellenin çok işiten ve çok bilen olduğu bilincinden kaynaklanan Allah korkusuna bağlanmaktadır. Ve bütün bunlar şu büyük ve köklü gerçekleri canlandıran ve onlara dokunan kısa, bir tek ayette yer alıyor.

Müminler Rablerine ve Peygamberlerine karşı terbiyelerini takınmışlar ve Allah (c.c) a ve O’nun Peygamberine karşı içlerinden hiçbir kimse öneri getiremez, içlerinde hiçbir kimse Rasullullah görüşünü belirtmesini istememişse görüş ileri süremez olmuştur. Artık müminlerden hiçbir kimse bir konuda veya bir hüküm hakkında kendi görüşüyle hüküm veremez olmuş, ancak daha önce o konuda Allah (c.c.) ın ve Peygamberin sözüne başvurmak gerektiğini hissetmiştir.

İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi ve İbni Mace Hz. Muaz’da naklederek anlatırlar: Rasullullah kendisini Yemen’e vali gönderirken ona sorar:  ‘’Neyle hüküm vereceksin?’’ Oda: ‘’Yüce Allah’ın kitabıyla.’’ Karşılığını verir. Rasullullah: ‘’Ya aradığın hükmü onda bulamazsan?’’ diye sorar. Hz. Muaz: ‘’Allah’ın Peygamberinin Sünnetine başvururum.’’ Karşılığını verir. Rasullullah tekrar sorar: ‘’Ya onda da aradığın hükmü bulamazsan?’’ Hz. Muaz: ‘’Kendi görüşüme göre içtihat ederim’’ deyince Peygamber elini göğsüne vurarak derki: ‘’Hamd olsun Allah’a ki, Allah’ın Peygamberinin göndermiş olduğu elçiyi Allah’ın Peygamberini hoşnut kılacak bir şeye başarılı kıldı.’’

Ve bu terbiye öyle bir noktaya varır ki, Rasullullah (s.a.v) onlara o günkü günlerini, bulundukları yeri sorar. Onlar bunu gerçekten bildikleri halde cevap vermekten çekinirler. Allah (c.c) ın ve O’nun elçisinin huzurunda ‘ileri gitme’ durumuna düşmekten korktukları için sadece ‘Allah ve O’nun Resulü daha iyi bilir.’ Diye cevap verirler.

Ebu Bekir’in naklettiği bir hadiste Sakıfli El Haris oğlu Nefi derki: Rasullullah veda haccında bizlere bu ay hangi aydır diye sorduğunda bizler ‘Allah ve O’nun Peygamberi daha iyi bilir.’ Dedik. Peygamber sustu. Bizler zannettik ki Peygamber o aya başka bir isim verecek. Rasullullah devamla ‘’Zilhicce ayı değil mi?’’ diye sordu. Bizlerde ‘’Evet.’’ Dedik. Peygamber sordu ‘’Bu belde neresidir?’’  Bizler ‘’Allah ve O’nun peygamberi daha iyi bilir.’’ Dedik. Peygamber sustu. Bizler Rasullullah oraya başka bir isim verecek zannettik. Bunun üzerine Rasullullah: ‘’Haram belde değil mi?’’ diye sorunca ‘’Evet.’’ Dedik. Sonra Rasullullah ‘’Bugün hangi gündür?’’ diye sordu. Bizler ‘’Allah ve O’nun Peygamberi daha iyi bilir.’’ Dedik. Peygamber bir süre sustu. Bizler zannettik ki O bu güne başka bir isim verecek. Peygamber ‘’Kurban bayramı günü değil mi?’’ deyince, bizler ‘’Evet’’ dedik.

İşte bu Yüce Allah’a karşı edep, ondan çekinme ve takva manzarasıdır. Müslümanlar bu seviyeye bu seslenişe, bu yönlendirmeye ve çok işiten bilen Allah (c.c) dan korkmaya kulak vererek yükselmişlerdir. İkinci edep ise Müslümanların Peygamberleri ile konuşmalarında O’na seslenişlerinde görülen ve kalplerinde O’na besledikleri saygıdır. Bu öyle bir saygıdır ki, O’nunla konuşurken ses tonlarında ve seslenişlerinde ortaya çıkmalı, davranışlarında Rasullullah’ın şahsını kendileri ile bir tutmamalı, O’nun aralarında bulunduğu andaki davranışları farklı olmalıdır. Yüce Allah onları bu mükemmel seslenişle bu terbiyeye çağırmakta ve bu korkunç uyarıya aykırı davranmamaları için onları sakındırmaktadır.

 

‘’Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona bağırıp-söylemeyin; yoksa şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider.’’

Ey iman edenler..! Kendilerini imana çağıran Peygambere saygı beslemeleri için… Siz farkına varmadan amelleriniz boşa gitmemesi için… Bu uyarı onlar bilmeden, hissetmeden amellerinin boşa gitmesi sonucunu doğurabilecek bu kaygan zeminde kaçınmaları ve korkmaları içindir. Bu uyarı onların ruhlarında gerçekten derin ve şiddetli etkisini göstermişti.

Hz. Zübeyr’in oğlu der ki: Hz. Ömer bu ayetin inişinden sonra, Peygamber O’na ne söylediğini sorup anlamaya çalışmadıkça o kendi yanından sesini yükseltip de O’na bir söz işittirmemiştir. Hz. Ebu Bekir’inde, ‘’Bu ayet inince Ya Rasullullah, vallahi seninle ancak sır kardeşim gibi (yani fısıltı gibi) konuşacağım dedim.’’ Diye söylediği rivayet olunur.

Böylece o insanların kalpleri bu sakındırmanın etkisi altında işte böylece titremiş ve şiddetle sarsılmıştır. O insanlar farkına varmadan amelleri boşa gider korkusu ile Rasullullah’ın huzurunda böylece edeplenmişler, edebide elde etmişlerdir. Zaten amellerinin boşa gittiğinin farkına varsalar durumlarını düzeltirlerdi. Ancak ne var ki kendilerine gizli kalan bu kaygan zemin onlara çok daha korkunç geliyordu. Bunun için o zeminden korkmuşlar ve sakınmışlardır. Allah (c.c) onları takvaya ve seslerini Rasullullah’ın huzurunda kısmaya hayret verici bir ifade biçimiyle çağırıyor.

‘’Şüphesiz, Allah’ın Resul’ünün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.’’

Takva büyük bir bağış ve büyük bir lütuftur. Yüce Allah onu imtihandan, denemeden, ayıklamadan ve deneyden sonra kalpleri lütfeder. Allah (c.c) takvayı ona hazır olan ve onu hak etmiş olduğunu ispat eden kalbe yerleştirir. Seslerini Peygamberin huzurunda kısan kimselerin, Yüce Allah kalplerini denemiş ve bu bağışı (takva bağışını) almak üzere kalplerini hazırlamıştır. Allah (c.c) takvanın yanında takva ile onlar için bağışlama ve büyük bir mükâfat yazmıştır. Bu korkunç sakındırmadan sonra derin bir teşviktir. Allah (c.c) seçkin kullarının kalplerini bununla terbiye etmiş ve bu terbiye ve nurun yol göstericiliğinde ilk çağın (sahabe çağı) insanlarının yönelmiş oldukları büyük dava için onları hazırlamıştı. Bugünde bu davanın müntesipleri sahabe devrindeki insanların terbiyesiyle terbiye olunmadıkça ve nurun yol göstericiliğine uymadıkça İslam davasının müntesipleri olamazlar. Allah (c.c) bizleri takva ile kuşanan Hakkın şahitleri olabilmeyi, İslam davasının neferleri olabilmeyi nasip etsin.

Bir dahaki yazımızda Hucurat Suresine devam edeceğiz inşAllah.

Rabbim Hakk’ı Hakk bilip Hakk’a sarılmayı, batılı batıl olduğunu bilip batıldan uzaklaşmayı nasip etsin inşAllah…

Velhamdülillahi Rabbil Âlemin

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.