BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Sonsuz Hamd alemlerin Rabbi olan Allah c.c ‘a mahsustur. Tüm mükemmel vasıfların ona ait olduğunu bilir O’nu bütün noksanlıklardan tenzih eder ve O’na övgülerimizi arz ederiz. Kulluğu ancak O’na yapar yardımı bir tek O’ndan diler ve O’na övgülerimizi arz ederiz. Salat ve selam Alemlere Rahmet olarak gönderilen mahlukatın ekmeli ve önderi yaşayan kur’an Hz. Muhammed sav’e aline ashabına ve onları takip edenlerin üzerine olsun inşallah.
Allah c.c eşrefi mahluk olarak yarattığı insanı, yaratılışının gayesi olan kulluğu ifa edebilmesi için gerekli bütün vasıtalarla donatmıştır. “Allah sizi, hiçbir şey bilmez halde, analarınızın karınlarından çıkardı, size kendisine şükredesiniz diye işitme duyusu, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl 78)
İnsan, verilen bu uzuvlar ı gereğince kullanıp görevini yapmadığında aslında yaratılışta mahlukatın en şereflisi olsada aklını vahye tabi kılıp verilen görme işitme ve idrak vasıflarını Rablarini tanıtan ayet ve delilleri anlama yolunda kullanmayıp nefsi ihtirasları istikametinde kullandığında esfeli safiline yuvarlanmış aşağılarının aşağısına tart edilmiş olanlardan olacaktır.
“6- Ey insan, seni engin kerem sahibi Rabbine, karşı aldatan nedir
7- O, seni yaratan, belini doğrultan ve seni dengeli kılan.
8- Dilediği biçimde sana şekil veren Rabbine” (infitar 6-7)
Bu ayetlerin izahatında Allah Rasulü sav , insanı aldatan baş faktörün onun cehaleti olduğunu bildirmiştir. Evet cehalet insanı aldatan ve kaybına sebep olan bir durumdur. İnsan annesinden bu hal üzere doğar ancak bu halden sıyrılması için ona kulaklar gözler ve kalpler verilmiştir. İşte onları bu istikamette kullanmayanlar ziyan edenlerden olacaklardır ki bu gün Rableri tarafından, gözlerinin önüne serilen delilleri, kalpleriyle idrak edebilmek için çabalamak yerine o idrak mevkii olan uzvunu bunun dışında bir gayeyle kullanıp nimeti ziyan eden kimselerin bir vasfı olan HASETTEN bahsedeceğiz inşallah.
Kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek olan haset, Kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayri ahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir. Bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesinden, kaynaşmasından doğar. En çok da tanıdık ve akrabalar arasında kendisini gösterir:
Biliyoruz ki bir cismi gayesi dışında kullanmak onu faydasız hale getirir. Örneğin bir bıçakla ekmek veya sebze doğramak yerine taş ve benzeri gibi sert bir çisim kesmeye kalkışmak onu köreltir. Çünkü gayesi dışında kullanılmıştır. İşte kalpte böyledir. Onu da yaratılış gayesinin dışında kullanmak köreltir ve değersiz bir et parçası haline çevirir.
“imandır o cevher ki ilahi ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek sinede yüktür”… yüreklerimizin paslanıp bir yük haline gelmemesi için bu gibi kalbi ilgilendirmeyen boş şeylerden uzak tutmalı onu Rabbimizin gerek kevni gerekse nazil kıldığı ayetleriyle meşgul etmeliyiz. Esasen alimler “takvanın aslı, Kalbi, onu ilgilendirmeyen boş şeylerden uzak tutmaktır” demişlerdir.
Aynı zamanda Haset, çirkin huyların en zararlılarındandır. Herkeste bulunmakla birlikte dereceleri farklıdır. Kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider; kiminde ise iyice yerleşir, bütün benliğe hâkim olur ve gittikçe artar. İşte asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset sonuncusudur. İmam Gazalî’ye göre haset ancak bir nimete karşı olur. Allah bir kimseye bir nimet bağışladığı zaman diğer insanda ona karşı iki türlü hal belirir. Birincisi, o nimeti çok görerek onun elinden gitmesini istemektir; buna haset denir. Hasedin tezâhürü de insanın elindeki varlığı, nimeti çok görmek ve yok olması halinde sevinmektir. İkinci hal ise ne varlığa sevinmek, ne de yok olmasını istemektir. Buna karşılık o insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını istemektir. Buna da gıpta denilir.
“Mü’min gıbta; münâfık haset eder” sözü bu iki durumun farkım ve bulunduğu insanın niteliğini ortaya koymaktadır.
Haset, yani başkasının elinde bulunan bir nimetten hoşlanmayarak onun yok olmasını istemek haramdır. Ancak bir fâcir veya kâfirde bulunup fitne uyandıran, insanlar arası ilişkilerin bozulmasına, herkese eziyet edilmesine neden olan nimetin ortadan kalkmasını istemek, bundan hoşnut olmamak haram ve günâh değildir. Çünkü onun yok olmasını istemek bir nimeti çekemeyerek yok olmasını istemek değil; bir fitne ve zulüm aracının ortadan kalkmasını istemek demektir.
Hasedin haram olmasının sebebi Allah’ın kullar arasında yaptığı taksim ve takdire razı olmamayı, teslimiyet göstermemeyi ifade etmesi ve Kur’ân-ı Kerîm’de ifade ettiği gibi kâfirlerin özelliklerinden birisi olarak sayılmasıdır: “Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır,” size bir kötülük dokunsa, ondan ötürü sevinirler” (Âlu İmran, 3/120). Ehl-i kitabın içlerindeki hasetlerin kendilerini nasıl bir yola sürüklediği de şöyle anlatılmaktadır: “Kitap sahiplerinin çoğu, gerçek kendilerine belli olduktan sonra sırf içlerindeki hasetten ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler” (el-Bakara, 2/109). Kendilerine kitap ve ilim geldikten sonra insanların birbirlerine düşmelerinin sebebi de haset olarak ifade edilmiştir: “Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece azalarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar (azabın ertelenmesi hakkında) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilir (işlerileri bitirilir)di” (eş-Şurâ, 42/14).
Bir sonraki yazımda bu konuyu biraz daha açmaya çalışacağım inşallah. Rabbim idrak edebilmeyi ve amel edebilmeyi nasip etsin. AMİN.
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN.