BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
KALBİ TÜKETEN GİZLİ YANGIN
Hamd âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim, din gününün sahibi ALLAH Azze ve Celle’ye olsun. Salât ve Selam örneğimiz, önderimiz, liderimiz kendisine uyulmadığı ve izinden gidilmediği müddetçe kurtuluşun mümkün olmadığı Hz. Muhammed(sav)’e âline ve ashabına olsun İnşaAllah…
Haset, bir başkasına verilen nimetin yok olmasını istemek ya da o nimetin ona layık olmadığını düşünerek gönülden rahatsızlık duymaktır. Bu duygunun kökeninde kibir, nefis ve dünya sevgisi yatar. Haset, yalnızca kişinin iç dünyasında kalmaz; ilişkileri bozar, kalbi karartır ve kul ile Allah arasındaki bağı zayıflatır. Şeytanın insana attığı en zehirli vesveselerden biridir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
“De ki: Sığınırım insanların Rabbine… Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden…” (Felak Suresi, 113/1-5)
Bu ayetle birlikte, hasedin sadece bireysel bir ahlaki zaaf değil, başkalarına zarar verebilecek derecede tehlikeli bir hastalık olduğu da anlaşılır. Hasedin şeytani bir yön taşıdığı açıktır. Zira şeytanın ilk günahı da hasettir. Âdem (a.s)’a secde emredildiğinde, iblis onun yaratılışını kıskandı ve secdeyi reddetti.
“Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” (Sad Suresi, 38/76)
Haset, kalpte başlayan bir mikroptur. Zamanla kişiyi iftiraya, gıybete, hatta zulme götürür. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu tehlikeyi şöyle dile getirmiştir:
“Sizden önceki ümmetlerin hastalığı size de bulaştı: kin ve haset. Haset iyilikleri yakar, tıpkı ateşin odunu yakması gibi.” (Ebu Davud, Edeb, 44)
İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn adlı eserinde hasedi, kalbin büyük hastalıklarından biri olarak tanımlar ve tedavisinin “kalbi tevhid ile doldurmak” olduğunu vurgular. Ona göre, haset kişinin kaderi kabul etmemesi anlamına gelir. Yani Allah’ın taksimine itirazdır. Bu yüzden haset sadece bir kul hakkı değil, Allah’a karşı bir edepsizliktir.
İmam Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn şerhinde, hasedin kalple ilgili olduğunu ve bazen dille ya da fiille ortaya çıkmasa bile kalpteki bu duygunun kişinin sevaplarını yiyip bitireceğini söyler. Ona göre, hasedi fark eden bir müminin hemen nefsini terbiye etmesi farzdır.
İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî isimli Buhârî şerhinde, “haset edenin duası kabul olmaz, çünkü o Allah’ın takdirine razı değildir” der. Yani Allah birine nimet verdiğinde, haset eden kul adeta “Ona değil, bana vermeliydin” der gibi bir konuma düşer. Bu da imanın zedelenmesidir.
İbn Teymiyye ise hasedi, şeytanın insan üzerindeki en etkili vesveselerinden biri olarak değerlendirir. Ona göre kişi, başkasıyla rekabet etme ihtirasına düştüğünde, Allah’ın lütfuna razı olmaz hale gelir ve bu da onu zulme sürükler.
Haset, bir tür içsel intihardır. Başkasının elindekine üzülürken, kendi sahip olduklarını görmez olur. Bu psikolojik bir felçtir. Düşün ki, komşunun balkonunu güzel bulduğun için kendi evini ateşe veriyorsun! Aklen hiçbir anlamı olmayan bu davranış, kalben insanı yer bitirir.
Bir düşünce deneyi yap: Allah sana bir nimet verecek, ama o nimet komşuna da verilecek. Kabul eder misin? Haset eden kişi bu durumda ya nimetten vazgeçer ya da komşusunun onu almaması için kendi hakkını da feda eder. İşte bu, şeytanın tam da görmek istediği durumdur: zararına razı gelen bir kul.
İnsanın hakikati sadece bedenle sınırlı değildir; asıl varlık yönü ruhudur. Ruhun merkezi ise kalptir. Kalp, Kur’an ve Sünnet’te sadece maddi bir organ olarak değil, aynı zamanda düşünce, niyet ve iman merkezidir. Bu sebeple kalbin temizlenmesi, insanın manevi arınmasının ve Allah’a yaklaşmasının en temel adımıdır.
Kalb-i selîm, şirkten, nifaktan, kibirden, hasetten, riya ve dünya hırsı gibi manevi kirlerden arınmış kalptir. Bu tür kalp, Allah’a tam teslim olmuş, yalnızca O’na yönelmiş bir kalptir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de kalbin temizliğine büyük önem vermiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır; o düzgün olursa bedenin tamamı düzgün olur, o bozulursa bedenin tamamı bozulur. Dikkat edin, o kalptir.” (Buhari, İman, 39)
Kalbin bozulması, kişinin sadece ahlaki değil, aynı zamanda itikadi yönünü de zedeler. Bu nedenle kalbin arındırılması, sadece güzel ahlak kazanmak değil, aynı zamanda doğru bir iman üzere yaşamak demektir. Kalp, sürekli olarak günahlarla ve dünyevi tutkularla kirlenir. Bu yüzden sürekli bir temizlik, yani tezkiye gerektirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Nefsini temizleyen (tezkiye eden) gerçekten kurtuluşa ermiştir. Onu kirleten ise ziyana uğramıştır.” (Şems Suresi, 91/9-10)
Haset, kalbin sessiz yangınıdır. İnsan fark etmeden içine düşer ve fark ettiğinde çok şey kaybetmiş olabilir. Kur’an ve Sünnet hasedi lanetlemiş, Ehl-i Sünnet âlimleri ise onu imanı zedeleyebilecek kadar ciddi bir kalp hastalığı olarak görmüştür. Kurtuluş, Allah’ın taksimine razı olmak, nimetlere şükretmek ve başkası için hayır dilemekle mümkündür. Unutulmamalıdır ki Allah katında gerçek büyüklük, kıskandığın nimete değil, razı olduğun kaderine sabretmekle ölçülür.