sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KALBİN BOZULMA SAFHALARI

A+
A-

Kur’ân’da geçen üç kelime vardır ki, bunlar hemen hemen günahın kalpteki oluşumuna hasrolunmuştur: Zeyğ, rayn ve kasvet. Kalbin maruz kaldığı zeyğ ve rayn, kasvet’e kadar, inkara uzanan yolda iki alt safhayı teşkil etmekte; kasvet ise, kalbin bütün hayır ve gerçekler için kapalı, her türlü kötülük ve günah için ise açık ve hazır olduğu durumu resmetmektedir.

Zeyğ: İstikametten sapmak, meyletmek anlamına gelen bu kelime(el-Isfehani, el-Müfredat, s. 318.)Kur’ân’da sekiz yerde geçmektedir. Üç yerde bakışlar (ebsar) için[Ahzab:10; Sád:63; Necm:17.] bir yerde de ilahî emirden sapma anlamında[ Sebe:12.] kullanılmıştır. Diğer dört yerde ise tamamen kalbin haktan, doğru olandan aksi istikamete meyletmesi manasına kullanılmıştır.[Al-i Imran: 7,8; Tevbe:117;]

Dinin emir ve kayıtlarından kalbin sapmasını ifade eden zeyğden, tevbe yoluyla kurtulup, yeniden aslî çizgiye dönmek mümkündür. Nitekim Tevbe suresinin bir ayetinde, başlangıçta kritik bir anda Tebuk seferine çıkmaya pek arzulu olmadıkları halde, nefislerinde gerçekleştirdikleri bir mücahedeyle zaaflarını aşan bir kısım müslümanlar için şu ifadelere yer verilir:

“Allah, Peygamberini savaşa katılmayanlara izin verdiğinden ötürü afetti(ği gibi), o güçlük saatinde ona uyan muhacirleri ve ensarı da affetti. O zaman içlerinden bir kısmının kalpleri zeyğe (kaymağa) yüz tutmuşken, yine de onların tevbesini kabul buyurdu.”[Tevbe:117,]

Haktan sapma basit bir muhalefetle başlar; günah adına atılan bir adımla genişler. Söz gelimi, bir kere yalan söyleme, inkara doğru atılmış bir adım ve aynı zamanda imandan da o miktar soğuma demektir. Keza, bir kere zinaya yaklaşma, küfre doğru bir adım ve imana da o ölçüde yabancılaşma demektir. Kur’ân-ı Kerim’in tam bu noktada -Cenab-ı Hakk’ın vermiş olduğu hidayetten sonra- inanan insanların kalplerinin zeyğe düşmemesi için şu duayı öğütlemesi gayet dikkat çekicidir;

“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme.”[Al-1 Imran:8]

Bu sapmaların kalpte etkilerinin yaratılması ise, Allah’ın bir kanunudur.Bu bağlamda Saff suresi’nde geçen bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur:

“…Onlar (haktan) sapınca (felemmâ zâğû) Allah da onların kalplerini (hidayetten) uzaklaştırdı/saptırdı…”[Saff:5.]

Pek çok ayette vurgulandığı üzere, kalpte meydana gelen müspet veya menfi her türlü oluşum Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşir. Nitekim bu ayette, izâğe (saptırma/eğriltme işi) açık bir şekilde Allah’a isnad edilir. Ancak bu ayetin baş tarafında ‘felemmâ zâğû’ şeklinde yer alan cümle ile, buna sebep olanların, insanların bizzat kendilerinin olduğu hatırlatılır ve böylece bunun, ‘cezanın cürme terettübü’ nevinden bir durum olduğu vurgulanır. Netice olarak diyebiliriz kî, zeyğ, başlangıçta Yaratıcı tarafından istikamete programlanmış kalbin, iman ve salih amelle işlettirilmeyip hevanın etki alanına terk edilmesiyle, duyarlılığını kısmen veya tamamen kaybettiği halin ifadesidir. Başka bir ifadeyle, zeyğ, boşluk kabul etmeyen kalbin, istikametten ayrılması neticesinde, yerini kaçınılmaz olarak bir eğriliğe/bozukluğa bıraktığı durumun adıdır.Hakk’kın ,kabulüne güçlük teşkil eden bu durumu, Kur’ân’da günahların kalpte meydana getirdiği ifsadın bir ilk basamağı olarak değerlendirebiliriz. Rayn: Lügatte, pas, is ve kir[ el-isfehani, el-Müfredat, s. 303] gibi anlamlara gelen rayn, Kur’ân’da, günahların kalbi istila etmesi anlamında kullanılır. Bu kelimenin geçtiği bir ayette şöyle denir:

“Doğrusu, (işleyip) kazandıkları, kalplerinde rayn/pas olmuştur/tutmuştur.”[Mutaffifin:14]

Üst üste işlenen ve nihayetinde kalbin körelmesine yol açan bir maraz olarak da tarif edilen[ibn Teymiyye, el-iman,s.29.] rayn, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanında ise, şu ifadelerle ele alınır;

“Kul bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer sahibi pişman olur, tevbe ve istiğfar ederse (ondan sıyrılırsa) kalbi yine parlar/saydamlaşır. Yok (tevbe ve istiğfar etmeyip) günaha devam ederse bu leke çoğalır. Nihayet arta arta öyle bir raddeye gelir ki, leke bir kılıf gibi bütün kalbi istila eder; işte Allah’ın Kur’ân’da zikrettiği rayn budur.”[Ibn Mace, Zühd 29; Müsned,II,97.]

Amellerin, kalbi nasıl etkilediğini çarpıcı bir biçimde ortaya koyan söz konusu bu ayet ve hadisler göstermektedir ki, günahlar devam ettikçe kalpleri bir kılıf gibi kaplamakta ve kalpte silinmesi güçleşen ikinci bir tabiata sebep olmaktadır. Söz konusu bu kalpler, işledikleri günahlar içinde öylesine örtülmüş kalmıştır ki, fıtratlarında hakka Ram olan kabiliyetleri kapanır hale gelmiştir. Zira işlenen herbir günah, emsali günahlara birer çağrı ve davetiye mesabesinde olması hasebiyle fasit bir dairenin oluşmasına sebebiyet vermiştir. burada da ‘müsebbebi (sebebe bağlı olarak meydana gelen böyle bir neticeyi) Allah yaratmıştır. Ancak müsebbebin yaratılmasına sebeb olan yine insanın kendisidir. Bu bağlamda, rayn ile yakın bir anlamda Kur’ân’da zikredilen diğer bir ifade de rics kelimesidir. Rics: Lügat anlamı itibariyle, ‘ters, pislik’ manasına gelen rics, kendisi pis ve kirli olan şeyler için kullanıldığı gibi, kalbi bir ters tabakası gibi örten pislikleri ifade için de kullanılır.[el-isfehani, el-Müfredat, s.274] İnsanın gerçek benliği kalpte olduğundan kalbini ricsin kapladığı insanlar da, bütünüyle rics olma noktasına gelmişlerdir; bu bakımdan ehl-i nifak ve küfrün amelleri de rics sayılmıştır. Kur’ân’da, kalplerinde maraz bulunanların rics üstüne ricse maruz kalacakları ve bunun küfr içinde bir ölümü netice vereceği bildirilmiştir: “Bir sûre indirildiği zaman, içlerinden biri çıkar, ‘bu sure hanginizin imanını artırdı?’ der. Fakat müminlere gelince, her inen sure, onların imanını artırmıştır, ve onlar birbiriyle müjdeleşip durmaktadırlar. Kalplerinde hastalık olanlara gelince; (bu sureler) onların ricslerine rics katmıştır. Ve onlar kafir olarak ölüp gitmişlerdir.”[Tevbe:124-125] Günahlarla kararmış bir kalpte, -tabir yerindeyse- güneşin ışınlarından daha parlak ve daha müessir vahyin manevî şuaları kolayca yer bulamaz; göz bakar, kulak dinler ama, ne baktığından ne de dinlediğinden bir şey anlar. Kısaca ifade edecek olursak, gerek düşünce gerekse amel bakımından üst üste işlenen günahlar kalbin, ‘hakkı anlama ve kabul etme kabiliyetinin’ sönmeye yüz tutmasını netice verir ki, bu durum, Kur’ân dilinde ‘rayn/pas’ kelimesi içinde somut bir ifadeyle anlatılmıştır.Kasvet: Lügatte, katılık, sertlik ve kuruluk anlamlarına gelen kasvet, kalp ile birlikte kullanıldığında kalbin kararması ve katılaşmasını ifade eder.Böyle bir kalp, bütün fıtrî ünitelerini kaybetmiş demektir. Kur’ân’da inkara saplanmışların/şartlanmışların kalpleri bu katılığa benzetilmiştir.[ el-isfehani, el-Müfredat,s.609,] öyle ki, kalpleri taştan daha da katı hale gelen[Bakara:74] bu insanlar için, dağlar yerinden oynasa, yer yarılsa [Ra’d:13 enam/111] gökten onlara melekler inse yahut ölüler kendileriyle konuşsa[En’am: 111.] yine de onların kalbine hiç bir hayır işlemez.[er-Razi, Fahruddin, Mefahitu’l-Gayb,III,] 129.] Bütün bu ifadeler ilahî sadânın çağrısına inatla direnen kafir/inkarcı yüreklerin halini anlatmak için kullanılır. Ayet-i kerimelerde, inkarcıların, inanma kabiliyetlerini yitirmiş kalplerinin kasveti, taşın katılığına/sertliğine benzetilmiştir. Kur’ân’daki bu teşbihleri değerlendiren Ebu Mansur el-Maturidî, ‘kalbin, katılık hususunda başka bir şeye/madene değil de taşa benzetilmesinin hikmetiyle’ alakalı olarak şu ifadeyi kullanmıştır: “Ateş, demir ve madenleri eritebildiği halde, taşı eritememektedir.” [el-Maturidi, Ebu Mansûr, Tevilatu Ehli’s-Sunne] Kur’ân, bitmez zannedilen hayat içinde, nefsin uzayıp giden tutkularını ve Allah’a verilmiş olan ahdin/sözün dikkate alınmayıp bile bile çiğnenmesini, kalp kasvetini besleyen sebepler arasında zikreder:

“Müminlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’ân sebebiyle kalplerinin ürpermesi/yumuşaması zamanı daha gelmedi mi? Sakın onlar ehl-i kitab gibi olmasınlar. (Zira) onların kalpleri, uzayıp giden zaman içinde (kapıldıkları nefsanî arzuların ağında) katılaşmış ve çoğu fâsık (fısk-ı fücur sahibi) olmuşlardı.”

“Ahitlerini/sözlerini bozduklarından ötürü, onları rahmetimizden mahrum bıraktık, kalplerini de kaskatı hale getirdik.”[Maide:13.]

Geçmişte yaşamış insanların şahsında, Kur’ân’ın, kalp kasvetini sık sık gündeme getirmesi, hal-i hazırdakileri ve gelecektekileri bu tehlikeli akıbetten sakındırmak içindir. Kasvetin beşer tarihinde en tipik temsilcileri oiarak karşımıza, İsrailoğulları çıkmaktadır. Tevhidden sonra şirke kayan bu tiplerin halini, Kur’ân, bir başka ayetinde şöyle aktarır: “Bunun arkasından yine kalpleriniz katılaştı. Şimdi o taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşın öylesi vardır ki, yarılıp ondan su fışkırır, öylesi vardır ki, ondan ırmaklar akar, öylesi de vardır ki, Allah korkusundan aşağıya düşer.”[Bakara: 2/60-A’raf:143) ] Bu ayet, yahudilerin kalplerinin, hakkı kabul etmeme ve yapılan öğütlerden etkilenmeme hususundaki sertlik ve katılıklarının, taşları bile imrendirecek bir dereceye vardığını anlatmaktadır.Aynı insanların daha sonra, Hz. Peygamberi bir çok sıfatı ile tanımış olmalarına rağmen iman etmemeleri de, ancak böyle bîr katılıkla izah edebilir…Kalp kasveti, ilahî hidayet ve rahmetten nasibini almamış her bir insan için söz konusu olabilecek bir durumdur.Kasvetin, bütün günah ve kötülüklerin kaynağı olması ve bu durumun kulu Rabbinden uzaklaştırması sebebiyledir ki, Kur’ân, kasvetli kalpleri ayıplayıcı bir üslupla kınamıştır:”Allah’ın zikrine (mesajına ) karşı kalbi kasvet kesilmişlere yazıklar olsun.”[Zümer: 22.] Kısaca ifade etmek gerekirse, Kur’ân’da ‘kasvet’ ifadesiyle dile getirilen bu aşama, “Allah onların kalplerini mühürlemistir” ayetindeki haberin tahakkuk ettiği bir durumdur. Artık ne imana yol kalmıştır ne de küfürden kurtuluş çaresi. Böyle bir neticeye kul yönelmiş Allah da yaratmıştır.

“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme.”

Amin. Selam ve dua ile …

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.