sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KALPLER ALLAH(C.C)’I ANMAK İLE HUZUR BULUR

A+
A-

Gerçekten Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah(C.C)’a sığınırız.

Allah (C.C), kimi hidâyette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiş­tir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah(C.C)’dan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (SAV) Al­lah(C.C)’ın kulu ve Rasûlüdür. Salât ve selâm O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun. Allah (C.C) Rad suresi 27ve 28.ayeti kerimelerde şöyle buyurmaktadır;

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ

İnkârcılar, “Ona rabbinden bir mûcize indirilseydi ya!” diyorlar. De ki: “Allah dilediğini saptırır; kendisine yöneleni de gerçeğe ulaştırır.” (Ra’d – 27)

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. (Ra’d – 28)

Küfre sapanların doğru yolu bulamamalarının, mûcize gösterilip gösterilmemesiyle ilgili bir yönü yoktur. Eksik olan mûcize değil, doğru yolu bulma arzusudur. Bu bir tercih meselesidir. Tercihini sapıklıktan yana kullananları Allah sapıklıkta bırakır. Onlar bu sapıklık içinde şaşkın şaşkın dolaşır dururlar. Allah’a yönelip tercihini hidâyetten yana kullananları ise Allah(C.C) doğru yola ulaştırır. Görüldüğü üzere tercih ve sorumluluk kula, yapılan tercihe göre sonucu yaratmak ise Allah(C.C)’a aittir. Allah Teâlâ bir lutuf olarak gönderdiği peygamberleri mûcizelerle de desteklemiştir; ancak inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği mûcizeleri yeterli bulmuyor, herkesin kabule mecbur kalacağı bir mûcize istiyorlardı. Böyle bir mûcize ise imtihan amacını ortadan kaldıracağı için ilâhî hikmete uygun değildi. Gerçek şu ki, burada eksik olan mûcize değil, doğruyu bulma arzusudur, Nitekim yüce Allah 27. âyetin son cümlesinde doğruyu arayıp ona yönelenleri yani tercihlerini bu yönde kullananları hidayete erdireceğini haber vermektedir.

İnabe: Hakk’a teslimiyetle yönelmek ve Hakk’ın âyetlerini derinden derine düşünerek O’na dönmek ve tevbe etmektir ki, asıl anlamı “hayır nöbetine girmek” demektir. Binaenaleyh hidayetin şartı nefsin istek ve iradesinden çıkıp, Hak Teâlâ’nın iradesine yönelmek, O’na teslim olmak ve bağlanmak demek olan cüz’î iradedir. Yukarıdan beri birkaç yerde açıklandığı üzere her kişinin ömründe, ömürler birbirine eşit olmasa bile, kendisine verilmiş olan bir süre söz konusudur. O süre içinde hidayeti seçmek için kendisine bir imkan tanınmış demektir. İşte ömür denilen süre içinde hidayeti veya dalaleti seçmek kulun tercihine bırakılmıştır. Bu süre için de tercihini iyi kullanıp Hakk’a boyun eğmeyenler için dalalet, artık cebrî ve vazgeçilemez bir huy halini alır ki, daha sonra hidayeti arzu etse de kolay kolay muvaffak olamaz. Ve işte idlalin ilâhî meşiyyetle ilgisi, mümkün olan vaktinde boyun eğip kabullenmekle bağlantılı olduğuna dikkat çekmek için de ek bir cümle ilave edilerek, cebir itirazlarına yer bırakılmamıştır. O, Allah’a gönül verip inabe edenler ve hidayete erenler kimlerdir bilir misiniz – Ki bunlar, Allah’ın zikri ile kalbleri tatmin bulmuş olarak iman edenlerdir

Âyetin bağlamı dikkate alındığı takdirde Allah(C.C)’ı zikretmekten maksadın Kur’an olduğu düşünülebilir. Zira bir önceki âyette inkârcıların kabul etmedikleri şey Kur’an’dı; buna karşılık müminlerin gönüllerini huzura kavuşturan zikir de yine Kur’an’dır. Ayrıca Kur’an-ı Kerîm’de birçok yerde zikr kelimesi Kur’an’ın adı olarak geçmektedir.Bununla birlikte zikr masdar olarak “anmak” mânasına gelir; âyette bu mânanın yani dil veya kalp ile Allah’ın anılmasının kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Allah’ın hidayete erdirdiği kimseler Allah’a ve Kur’an’a gönülden ve samimi olarak inanan, Kur’an-ı Kerîm’i okumakla ve Allah’ı anmakla kalpleri huzur, ruhları sükûnet bulan kimselerdir.

Yani bunlar iman etmek için Allah’ın bir hatırlatması, özel bir bildirisi, en açık seçik tebliği olan Kur’ân’dan daha büyük, daha faydalı bir âyet, bir mucize olamıyacağını bilirler ve kalpleri bununla tatmin bulur, doyuma ulaşır da artık tezkir değil ilzam ve zaruret ifade edecek, binaenaleyh imanın vereceği faideyi veremiyecek olan zorlama âyetlerini gözetmezler.

Kur’an, Allah’ın bir hatırlatması, en açık tebliği, en büyük bir mûcizesi ve en faydalı bir âyeti ve en muknî bir delilidir. Kalpler onun tilâveti ve âyetleri üzerinde tefekkürle mutmain olur, huzur ve sükûna erer. Çünkü gönüller, farkında oldukları veya olmadıkları sorularının cevabını orda bulurlar. Gönül aradığı cevapları buldukça rahatlar, ikna olur, huzura erer. Burada, Allah’ı hatırlatan ve O’nun birliğini gösteren deliller üzerinde düşünmek, böylece O’nun sonsuz kudret ve azametini idrak etmekle kalplerin huzur bulacağı mânası da vardır.

Gönüller O’nun dışında hangi dünya nimetine meylederse etsin, hangi isteğe ulaşırsa ulaşsın, onların hepsinin daha iyisi ve daha üstünü, daha ötesi bulunduğundan, hiçbirinde karar kılamaz. Hiçbiri ruhun hasretini gideremez, heyecanını doyum noktasına ulaştıramaz. Kalp, imkân bulduğu takdirde haz ve lezzette daha yükseğine ulaşmak ister. Fakat kalp ilâhî mârifetten, Allah’ı zikirden zevk almaya başlayınca, bütün maksatların ve bütün işlerin Allah’a yönelmiş olduğunu anlar ve artık O’ndan yüksek bir makam ve merciye, O’nun dışında bir maksuda geçmek mümkün olmaz.

Bundan dolayıdır ki, mari-fetullah’a yükselemeyen ve Allah’ı zikretmeyen kâfir ve gafil kalpler, hiçbir zaman ıstıraptan kurtulamaz, kalb huzuru, gönül huzuru veya “cemiyyet-i dil” denilen mutluluğu tadamaz. Huzur bulamaz, çırpınır da çıpınır durur. Üstelik bu çırpınış bir aşk neşvesinin uyandırdığı vuslat heyecanı da değildir, geçici sebeplerin, boş emellerin sarsılıp yıkılışından kaynaklanan bir hicran acısıdır ki, “Allah” demedikçe sürekli olarak devam eder gider

Müminlerin kalpleri ancak Allah(C.C)’ı hatırlamak, ayet ve delil­lerini düşünmek ve mükemmel kudretini yakînen bilmekle huzura kavuşur, onların sıkıntı ve huzursuzlukları yok olur. Zira bu kalplere artık iman nuru yerleşmiştir.

Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: “Sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar ve yatışır.” (Zümer, 39/23). Mümin, Allah’ın cezalandırmasını hatırladığı zaman korkar. Allah şöyle buyurmuştur: “Mümin­ler ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.” (Enfal, 8/2). Yi­ne mümin, Allah Tealâ’nın sevap ve rahmet vaadini hatırladığında kalbi huzu­ra kavuşur ve sükûnete erer. “Ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını arttırır ve Rablerine güvenirler.” (Enfal, 8/2).

Kalpler, nefislerin meylettiği dünyalıklaria değil, yalnız Allah’ın (celle celâlühü) zikriyle mutmain olur. Bu, açık bir gerçektir.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.