KELİMELER VE KAVRAMLAR 17) BEY’AT
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek.
Kabul etmek, razı olmak ve tasdik etmek anlamında kullanılan bir ıstılah. Bey’at “Bir mükellefin, ehil olan bir cemaat (Ehlu’l-hall ve’l-akd) tarafından tesbit edilen Halîfe’ye (İmam’a, Ulû’l-emr’e) itaat edeceğine ve sadık kalacağına dair söz vermesidir.” Bu bir anlamda mükellefin İslâmî olan (meşrû) her emirde hoşuna gitse de, gitmese de itaat edeceğine dair yaptığı bir sadakat yeminidir. Zira Resul-u Ekrem (s.a.s.)’in: “Müslümanlar gerek hoşlarına giden, gerek hoşlarına gitmeyen her hususta, kendilerinden olan emir sahiplerine itaat ederler. Bununla yükümlüdürler. Ancak günah işlemeleri emredilirse itaat etmezler” (Buhârî, Ahkâm, 4) buyurduğu bilinmektedir. Yine diğer bir hadîs-i şerif’te: “Âllahu Teâlâ’ya isyan olan yer ve konuda mahlûka itaat yoktur. İtaat ancak ma’ruftadır” (Müslim, İmâre, 39; Ebû Davûd, Cihad, 87; Nesâî, Bey’at, 34; İbn Mâce, Cihad, 40) buyurulmuştur. Dolayısıyla bey’at sonucunda ortaya çıkan itaat İslâmî hükümlerle sınırlıdır. Allahû Teâlâ (c.c.)’nın indirdiği hükümlerin hakkı ile edâ edilmesi ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemesi için, bey’at zaruridir. İslâm ûleması “bey’at ile ilgili ilimlerin, mükellef olan her erkek ve kadın üzerine farz-ı ayn olduğu” hususunda müttefiktir. Nitekim İbn Hümâm: “Mü’minlerin kendi içlerinden bir imam seçmelerinin lüzumunun sebebi, İslâmî emirleri hakkı ile edâ etmek içindir” (İbn Hûmam, Kitâbu’l-Musâyere, İstanbul 1979, s. 265) diyerek, meselenin hassasiyetine işaret eder.
Dolayısıyla bey’at, müslüman kadın ve erkeğin, müslüman lidere karşı görev ve sorumluluğu, Kur’an’da belirtilip sünnet ile açıklanarak uygulandığı şekilde, kabul etmek için yaptıkları sözleşmedir.
İmama itaat edilmesi için; onun kendisine itaat edilecek derecede doğru ve bilgi sahibi, cesur ve dirayetli olması, hür olması, kendisine bey’at edenler arasında bir ayırım yapmadan onlardan herhangi birine bir zarar geldiği zaman bunun bütün topluma geldiği ve toplum için bir tehdit oluşturduğu görüşünde bulunması, düşmanın her türlü hile ve metodunu anlayacak kapasitede olması ve tâğûtî metotlardan uzak olarak işlerini şûrâ ile yapması gerekmektedir.[1]
Akabe beyatları:
Birinci Akabe Beyatı :
Bir gece Kureyşüler Ebû Kubeys dağı üzerinden şöyle diyen bir ses işittiler:
«İki Sa’d (kabilesi) eğer müslüman olacak olursa Muhammed Mekke’de muhaliflerinden korkmayacak hale gelmiş olacaktır.»
Sabah olunca Ebû Süfyan: “İki Sa’d da kim? Sa’d b. Bekr yada Sa’d b. Temim’mi?” dedi. İkinci gece olunca -sahibi görünmeyen- bir sesin şöyle dediğini duydular:
-Ey Sa’d kabilesi, Evs’in Sa’dı! Sen yardımcı ol. Ey Hazreçlilerin Sa’d’ı zarif gençler. Hidayet da’vetçisine katılın ve arif insanların Cennetteki idealini Allahtan temenni edin. Zira hidayet arayan kimseye Allanın sevabı, Firdevs cennetinde ipekli perdelerin salındığı bahçelerdir.
Bunun üzerine Ebû Süfyan, “Vallahi bu Sa’dlar Sa’d b. Muâz ile Sa’d b. Ubâdedir” dedi.[608]
Bekkâî, İbni İshak’tan naklediyor: Allah (c.c) dinini ortaya çıkarmak ve peygamberine izzet vermeyi arzu buyurunca {onun emri ile) Rasûlullah (s.a.v) Ensar ile buluşmuş olduğu O hac mevsimi yine tebliğe çıkmış ve kendini kabilelere arzetmişti. Nitekim önceieride bö-yle yapıyordu. Akabe denen (Şeytan taşlanan yerle Mekke arasındaki) yerde bulunduğu bir sırada (Medine’de oturan) Hazreç kabilesinden bir kervana rastladı. Asım b. Amr b. Katâdenin bana kendi kav-minden bir şeyhden anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v) “siz kimsiniz?” diye sormuş onlarda; “Hazreçten bir gurub demişler. Efendimiz (s.a.v) de:
«Yahudilerle müttefik olanlardanım?» buyurunca “evet” demişler. Efendimiz onlara: “oturmazmısmız, sizinle biraz konuşayım?” deyince “tabi olur” dediler, ve onunla birlikte oturdular. Rasülü Ekrem onları Allah’a da’vet edip İslam’ı tanıttı, ve onlara Kuran okudu.
Medinelilerin İslam’a girmelerinden âmil olan, Allanın en büyük Iutfu, Yahudilerin onların diyarında beraber yaşamaları idi. Yahudiler kitab ehli olup bilgi sahibiydiler. Medine arapiarıysa şirk koşup ve putlara tapan bir toplum idi. Medineiiler onların ülkelerine harb açıp elde etmişlerdi. Bu yüzden yahudilerle araplar arasında ne zaman bir olay çıksa yahudiler hemen: “Yakın da bir peygamber gönderilecektir. Zamanı gölgenin üstümüze gelişi kadar yakındır. Biz ona uyacak ve sizi Âd ve İram kavimlerinin öldürüldüğü gibi öldüreceğiz” derlerdi.
Rasûl-i Ekrem bu Hazreçli gurupla konuşupta onları İslam’a çağırınca, birbirleriyle “Ey topluluk! Bilinki vallahi bu yahudilerin (ge-fecğini haber vererek) bizi korkuttukları peygamberdir. Sakın bu zata katılmada yahudiler sizden önce davranmasın” diye konuşup peygamberin bu da’vetine icabet ederek müslüman oldular, ve Efendimize:
-Biz kavmimizi terk etmiş idik. Bizim kavmimizin arasında olan şer ve düşmanlık gibi dünyada aralarında böyle şey olan bir kavim yoktur. Belki Allah senin vasıtanla onları birleştirecektir. Biz şimdi onlara gidelim ve onları senin dinine çağırıp bizim sana katıldığımız şeyi onlarada tanıtalım. Allah onları senin etrafında toplarsa senden daha güçlü kimse olamaz, dediler. Daha sonra Mekke’den ayrıldılar.
İkinci Akabe Beyatı :
Efendimiz (s.a.v) amcası Abbasla birlikte Akabe koyağındaki ağacın altında toplanan yetmiş kişilik Ensar topluluğunun yanma geldi, ve Onlara:
“Sözcünüz konuşsun. Ama sözünü uzatmasın. Zira Müşriklerin casusları sizi gözlüyor” buyurdu. Es’ad b. Zürâra (r.a)ta “Yâ Muhammed! Sen Rabbin için isteyeceksen onu iste. Sonrada kendin için iste. Bizden ne isteyeceksen onu da isteyip sonrada Allah’a karşı bizim görevimiz ne ise bize onu haber ver,” dedi. Rasûlü Ekrem (s.a.v) de:
«Rabbim için ona ibâdet edip hiç birşeyi Ona ortak koşmamanızı, kendim ve Sahabem için kendinizi savunduğunuz bütün şeylerden bizi savunup barındırmanızı istiyorum» buyurdu. “Biz bunları yerine getirince mükafatımız ne olacak?” diye sordularda, Nebi (s.a.v) de:
«Cennet sizin olacaktır» buyurdu. Onlarda “Senin için bunları yerine getiririz” dediler.
Bu hadisi îmam Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Zekeriyya b. Ebû Zâide-MUcâlid-Şa’bî isnadıyla Ebû Mes’ud el-Ensâri’den (r.a) buna yakın ifadelerle nakledip: “Ebû Mes’ud yaşça onların en ufağıydı” der.
îbni BUkeyr de İbni İshak’tan Âsim b. Ömer ve Abdullah b. Ebî Bekr ikilisi aracılığıyla Abbas b. Ubâde b. Nadle (ki bu zat Salim oğullarının kardeşi idi.) nin şöyle dediğini haber veriyor:
“Ya Hazreç topluluğu! Siz Rasûlullah’a ne üzerine biat ettiğinizi biliyormuzsunuz? Siz ona Bizansla da kara derililerlede harbetmeküÜzere biat etmiş oluyorsunuz. Yarın musibetler malınızın tadını bozar, şereflilerinizi öldürünce onu terkedip teslim edecekseniz, şimdiden kararınızı ona göre verin. Vallahi böyle yapmanız dünya ve ahiret rüsvaylığının ta kendisidir. Yok onunla alenen bir olup ona vefa gösterecekseniz bu dünya ve ahiretin hayrıdır” dedi. Râvi Âsim derki: Vallahi Abbas b. Ubâde bu sözlerini sırf Rasûlullah’a yaptıkları bu bîat akdini pekiştirmek için söylemiştir.
Yine Ravi Abdullah b. Ebî Bekir de bu konuda “O gece bu konuşmalarla o kavmin işini geciktirerek durumlarını en güçlüleri olan Abdullah b. Ubeyye göstermek için böyle söyledi” der. Ensar da “bütün bunlara karşılık bize ne var ey Allanın Rasülü?” dedilerde Efendimiz (s.a.v)de “Cennet var” buyurdu, “öyleyse uzat elini” deyip ona biat ettiler. Abbas b. Ubâde de “Dilersen yarın bunu onların Üzerine kılıçlarımızla yazalım” (saldıralım) dedi. Efendimiz de: “Ben böyle birşeyle emrolunmadirn” buyurdu.[2]
Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde beyatla ilgili şunlar geçmektedir ;
“Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir. “(Fetih/10)
Bu ayetin tefsirinde Seyyid Kutub(rha) şunları kaydetmiştir ; İşte bu manzara, insanın aklından, biatı bozma düşüncesini kökünden söküp atmaktadır. Çünkü Resulullah kişi olarak ortadan kalksa bile yüce Allah mevcuttur ve diridir. Allah almakta bu biatı ve O vermektedir. Biatı gözetleyen de kendisidir.
“Her kim ûlû’l-emr’e itaatten bir karış kadar ayrılırsa kıyamet gününde Allah’a ameli hususunda, lehinde hiç bir hücceti olmaksızın kavuşacaktır. Her kim de (Ulû’l-emr’e) bey’at sorumluluğu olmadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölür” (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, el-İmâre, 58,1851) buyurduğu sabittir.
Müminler için iki yol vardır: Eğer meşrû bir ûlû’l-emr mevcut ise, O’na bey’at etmeleri ve meşrû emirlerine itaat hususunda gayretli olmaları esastır. Yok eğer tağûtî bir yönetimin istilâsı altında iseler; kendi içlerinden bir ûlû’l-emr seçmek ve istilâyı ortadan kaldırmak için, dilleriyle, mallarıyla ve canlarıyla cihat etmek zorundadırlar.[3]
[1] Y.Kerimoğlu-Kelimeler Kavramlar
[2] Tarihu’l-İslam – Zehebi
[3] Y.Kerimoğlu-Kelimler Kavramlar