sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KELİMELER VE KAVRAMLAR 24) DİN

KELİMELER VE KAVRAMLAR 24) DİN
11.05.2022
1.184
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

DİN

Din kelimesi anlam sahasında geniş bir yer tutar. Kuran’da ve Sünnet’te çok yerde geçen bu kelime itikaddan amele, amelden ukubata insanın bütün faliyetlerini etkileyen bir amil olma özelliğine sahiptir.

Dinin Lugat manası: Din lugatta “D-y-n” kökünden gelip şu anlamları ifade eder: Adet, siyaset, galebe, taat, zorlamak, yol, ceza, teslimiyet, borçlanmak, boyun eğmek, hakkını almak, boyun eğdirmek, idare etmek, hüküm, egemenlik, kanun, millet, taklit, mükafatlandırmak, iyi yada kötü karşılık, bağlılık, zillet, mülk, zorla itaat veya isyan, alışkanlık haline getirmek, nizam ve şeriat gibi daha birçok manalara gelir.

Istılah Olarak Dinin Anlamı: “Yüce Allah’ın, kullarının kendisi vasıtası ile hakka ulaşmaları için peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah’ın koyduğu hükümler.” anlamındadır. Bu anlamıyla din hem inanç konularını hem de amelî konuları kapsamaktadır. Her peygamberin getirdiği “millet” hakkında da kullanılabilir. Allah’tan geldiği için (Allah’ın dini şeklinde) Allah’a; Peygamber tarafından tebliğ edildiği için (Peygamber’in dini şeklinde) peygambere; ona uyup bağlandıkları için de (meselâ “Müslümanların dini” şeklinde) ümmete izafe edilebilir.[1]

Kur’an’da ve hadiste din ile ilgili olarak şunlar geçmektedir ;

Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam’dır.(Al-i İmran/19)

Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.(Al-i İmran/85)

“O, Resulünü hidâyetle, Hak Din ile, bütün dinlere  galip kılmak için gönderendir. İsterse müşrikler hoş görmesin” (Tevbe, 33).

“Yeryüzünde bir fitne kalmayıncaya ve Din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar, onlarla muharebe edin…” (Enfâl, 39).

“Allah’ın yardımı ve fetih gelince, insanların grup grup Allah’ın dinine girdiklerini görünce, hemen Rabbini hamd ile teşbih ve tenzih et. O’nun yarlıgamasını iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 1-3).

Bütün bu âyetlerdeki “Din” kelimesi ile kastedilen mânâ, ameli, ahlâki, fikri, itikadî… her cephesini içine alan kapsamlı ve mükemmel bir hayat nizamıdır.

Allah ilk iki âyette, kendi nazarında arzu edilen doğru hayat nizâmının Allah’a itaat ve kulluk esasına dayalı bir nizâm olduğunu açıklıyor. Allah’tan başka bir otoriteye itaat üzerine kurulan diğer nizâmlara gelince, onlar Allah katında makbul değildir. Zaten bu nizâmların, tabiatları icâbı makbul olma imkanları da yoktur. Çünkü bu, insanın Allah’ın kulu, kölesi ve O’nun mülkünde ancak bir tabi oluşundandır. Bunun için insanın, Allah’tan başka bir otoriteye kulluğu veya Allah’ın dışında bir varlığa tâbi olması kabul edilemeyecek bir durumdur.

Üçüncü âyette Allah (c.c) Rasûlünü (s.a) insan hayatı için bu doğru Hak Nizâm’ı kurmak üzere gönderdiğini ve risaletinin gayesinin, bu Nizâm’ı diğer nizamlardan üstün kılmaktan ibaret olduğunu açıklamaktadır.

Dördüncü âyette Allah, (c.c.) İslâm dinine inanan müminlere fitne yok edilinceye, diğer bir tabirle Allah’a isyan esası üzerine kurulan bütün nizamlar yok edilinceye, bütün kulluk ve itaat nizamı sırf Allah için oluncaya kadar, yeryüzündekilerle savaşmayı ve bundan hiçbir suretle vazgeçmemeyi emretmektedir.

Son olarak beşinci âyette ise Allahu Teâlâ, Peygamberi’ne (s.a.) yirmi üç senede devamlı bir mücadele ve çalışmadan sonra, İslâm’ın bilfiil bütün boyutlarıyla iktisâdi, siyâsî, içtimaî, tâlimi, ahlâkî, fikrî ve akîdevî bir nizam olarak oluştuğu, İslâm devriminin tamamlandığı ve Arap Yarımadası’nın her tarafından gelen çok sayıda topluluğun bu nizâma dahil olduğu sırada -ki Peygamber, gönderilmiş bulunduğu risâlet vazifesini yerine getirmiş idi- O’na şöyle hitab etti: “Senin risâletinde gerçekleşmiş bu büyük işi kendi çalışmanla olmuş zannetme; o takdirde aldanırsın. Ancak noksanlıktan ve ayıptan münezzeh, kemâl sıfatı ile benzersiz olan senin Rabbin, bunu gerçekleştirendir. Öyle ise O’nu hamd ile tesbih et ve son derece mühim olan bu işi yapmanda seni muvaffak kıldığından dolayı şükret ve O’ndan şunu dile: Yâ Rab! Senin hizmetini ifa etmekle görevli bulunduğum yirmi üç sene zarfında, yapmam gereken şeyler hususunda olabilir ki benden kusurlar ve hatalar sâdır olmuştur; beni affet!”[2]

“…Hüküm ancak ALLAH ‘ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emir etmiştir . Işte dosdoğru din budur…” (Yusuf, 40)

“O halde sen yüzünü bir mûvahhid olarak Din’e, Allah’ın fıtratına çevir ki, O insanları bunun üzerinde yaratmıştır.Allah’ın yaratışında hiçbir değişiklik olmaz. Bu dimdik ayakta duran bir Din’dir. Fakat insanların çoğu bilmezler” (Rûm, 30)

Bugün, dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyeti beğendim.(Maide,3)

İbn Teymiyye de terim olarak “din”i şöyle açıklamaktadır: “İslâm, İman, İhsân diye ifade edilen her üç kademe, “din”in kapsamı içerisindedir. Çünkü sahih hadiste de belirtildiği gibi Hz. Cebrail  gelip bu konularda soru sorarak cevaplarını aldıktan sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “O, Cebrail’di. Size dininizi öğretmek üzere gelmiştir. Böylece o, bunların hepsinin “din”inizin kapsamına girdiğini açıklamış oluyor. ” Din ile Allah’a itaat ve ibadet ettiği için “Allah’ın dini” denilir. Kula izafe edilmesinin sebebi ise itaat edenin o olmasıdır.”[3]

Temimu’d-Dâri (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyissalâtu vesselâm): “Din nasihatten (hayırhahlıktan) ibarettir!”  demişti. Biz sorduk: “Ey Allah’ın Resulü! Kimin için hayırhah olmaktır?”

“Allah için, Allah’ın kitabı için, Resulü için ve Müslümanların imamları ve hepsi için!” buyurdular”.[4]

Ebu Sa’îd (radıyallahu anh) hazretleri der ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:

“Kim: ‘Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, Resûl olarak Hz. Muhammed’i seçtim (ve onlardan memnun kaldım)’ derse cennet ona vâcib olur”.[5]

Çeşitli Dinlerde Allah İnancı

Allah inancı kabile, ulusal, evrensel, ilkel dinler ve yeni inanç sistemlerinin hemen hepsinde vardır.Dinler tarihi araştırmaları sonunda ilk inanışlar için fetişizm, totemizm ve animizme dayalı olarak yapılagelen antropolojik açıklamalara bir yenisi ilave edilmiştir. Yaşayan en düşük kültür seviyesine, düşünce şekillerinin en uzak eskiye dayanan kalıplarına ve beşeri hayatın en kaba şekline rastlanan Avustralya’nın güneydoğusundaki ilkel denilen kabileler üzerinde yapılan son çalışmalar, onların yüce bir varlığa inandıklarını ortaya koymuştur.

Eski antropolojik teorilerle açıklanmasına imkan bulunmayan bir inanışa göre, ölüm öncesinden itibaren var olan yüce ilah (kanunların sahibi) göklerin üzerinde varlığını hala sürdürmekte, insanları ve davranışlarını gözlemektedir. Orta Avustralya’daki Atnatular’ın İnancına göre ise varlığı kendisi ile kaim olan, göklerde ikamet eden, lütufkar, merhamet sahibi ve ezeli bir İlah’ın varlığı inancı mevcuttur. Dinler tarihi alanında yapılan bu tür yeni araştırmalar, eski batıl dinlerin inanışlarında Allah’ın birliğine dayalı bir telakkinin bulunduğunu, birden fazla ilahın mevcudiyeti (politeizm) bir sapma olarak sonradan ortaya çıktığını belge olarak göstermektedir. Bu sonuç semavi kitapların beyanına da uygun düşmektedir.[6]

Kur’an şöyle diyor ;

Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.” (Mü’min/26)

Kur’an’da anlatılan Musa(as)-Firavun kıssasına bakıldığı zaman burada Firavun’un değiştirilmesinden korkutuğu dinin yalnızca bir inanç ve vicdani kanaat olmadığı açıktır.Firavun, kendi kurduğu sistemin toplum düzeninin genel-geçer olan şeriatının (kanunlarının) Musa(as) eliyle değiştirilmesinden korkuyordu. Musa(as)’ın daveti, onun kurduğu toplumsal düzene, kendi hevasından uyduruğu ilkelere, egemenliğine aykırı düşüyorudu. Musa (as)’ın başarısı, onun saltanatının ve düzeninin sonu idi. Şunu altın tekrar çizmek gerekir ki din olayı yalnızca bir inanç, bir vicdani kanaat, ahlaki davranışlar ya da belli zamanlarda ve özellikte gizli olarak yerine getirilen kişisel tapınmalar değildir.

Dinlerin tarihi inceendiği zaman, görülecektir ki tarih boyunca sayısız din uydurulmuş, akla hayale gelmeyen şeyler ilah haline getirilmiştir.Günümüzde de durum değişmemiştir.İnsanlar inanma tapınma ve bir hayat anlayışına ve düzene bağlanma ihtiyaçlarını çeşitli doktrinlere ve ideolojilere bağlanarak karşılamaya çalışmaktadırlar.Bugün, sosyalizm, kominizm, kapitalizm, modernizm, laisizm, hristiyanlık, yahudilik, hinduizm vb adlarla karşımıza çıkan bütün inançlar, hayat felsefeleri ve ideolojiler birer dindirler.[7]

Dinlerin Tasnifi

Hz.Adem (as) ile başlayan, insanlığın ilk dini olan Tevhid Akidesinden zaman zaman insanlar ayrılıp başka başka itikadlara sapmışlarıdır.Daha sonra Allah (cc) yine tevhid dini üzere şeriat ve peygmaberler göndermiştir.Bu durum Hz.Muhammed(sav)’e kadar devam edip durmuştur.Son olarak nazil olan Kur’an-ı Kerim ve Hz.Muhammed(sav)’in peygamberliği kıyamete kadar devam edecektir.Bu dönem içerisinde dahi yine insanların çoğu Hak Dinin dışında başka dinlere sapmışlar ve bu sapıklık dahi kıyamete kadar devam edecektir.Dinlerin tasnifini 3 durumda incelemek mümkündür ; a)Hak Din b)Muharref Dinler c)Batıl Dinler

a)Hak Din :

Bu din, Hz.Adem’den bu yana devam eden ve bütün peygamberlerin takip ettiği yol olarak, Allah(cc) tarafından kabule şayan yegane din olan İslam’dır.Bu dine ; Hak Din, Gerçek Din, Tevhid Dini, İslam Dini de denir. Bunun dışında kalan bütün dinler, batıldır,delalettir,sapıklıktır ve cehennemin yoludur.Hak Dini, başka bir din ve ideoloji ile karışımı da batıl ve şirk olur.Zira muharref dinler böyle teşekkül etmiştir.

“Hak Din, Allah katında İslam’dır…” (Al-i İmran/19)

b)Muharref Dinler :

Kitabı olan dinler balangıçta ilahi vahye dayandığı halde sonradan insanlar tarafından tahrif edilen dinlerdir.Bu dinlere ‘Muharref Dinler’ veya ‘Kitabi Dinler’ denilir, mensuplarına da ‘ehli kitap’ denilir.Yahudilik ve Hristiyanlık gibi.

“Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. “Bu Allah katındandır” derler. Oysa o, Allah katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı (böyle) yalan söylerler.”(Al-i İmran/78)

c)Batıl Dinler :

Başlangıçta ve gelişiminde tamamen beşer aklının ve hevasının mahsulü olan dinlerdir.Bu tür dinlerin meydana çıkış nedenleri çok çeşitli sebeplere dayanır. Örn;

1) Bir kişi veya grubun kendi hakimiyyetini kısmen veya tamamen toplumlar üzerinde kılmak.

2) Bir başka dine galip gelmek için halkı kendi etrafında örgütlemede müessir olması için.

3) Hak dine karşı alternatif oluşturmak için.[8]

                                                          DİN GÜNÜ

Âhirette hesabın görüleceği gün. Din günü, âlimlerin ittifakıyla “âhiretteki hesap günü”dür. İyilerin iyiliklerinin, kötülerin kötülüklerinin tam karşılığının verileceği gündür. Dînin gayesi, Allah’a itaat edenle isyan eden arasındaki hesabın görüleceği din gününü duyurarak insanı itaate davet etmektir. Bu sebeple hesabın görüleceği güne din günü denilmiştir.

Hz. Ali şöyle demiştir: ‘Cennete müştak olan bir kimse, şehvetlerden arınmalıdır. Ateşten korkan bir kimse ise haramlardan uzak durmalıdır’. Sonra kişi, korku ile ümitten istifade edilen sabır makamını mücahede makamına çıkarır. Allah’ın zikrine koyulmak, Allah’ın nimetlerini düşünmek makamına götürür. Daima Allah’ı anmak insanı Allah ile yakınlaşmaya, daima düşünmek ise, mârifetin kemâline vardırır. Mârifetin kemâli ve Allah ile yakınlaşmak da insanı muhabbete kavuşturur. Muhabbetin arkasından rıza, tevvekül ve diğer makamlar gelir. İşte dinî konakları seyredenin sülûkünde bu tertip gözetilir. Yakînden sonra, korku ve recâdan başka bir makam yoktur. Onlardan sonra da sabırdan başka bir makam yoktur.[9]

 

Mümin’in hali ümit ve korkudur .Havf (korku) gelecekle ilgilidir. Çünkü insan ya başına hoşlanmadığı bir şeyin gelmesinden, ya da arzu ettiği bir şeyi elde edememekten korkar. Kulun Allah’tan korkması, Allah’ın kendisini dünya ve ahirette cezalandırmasından korkması şeklinde olur.[10]

Din gününün sahibidir(Fatiha)

“Ve diyorlardı ki: ‘Biz öldükten, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz? Önceki atalarımız da mı?’  De ki, öncekiler ve sonrakiler. Belli bir günün buluşma vakti için mutlaka toplanacaklardır. Sonra siz ey sapık yalancılar, elbette bir ağaçtan, bir zakkum ağacından yiyeceksiniz. Onunla karınlarınızı  dolduracaksınız. Üzerine de kaynar su içeceksiniz. Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onların ağırlanışı bu şekilde olacaktır.” (Vâkıa: 56/47-56)

 

Bu âyetlerde “Din” kelimesi, muhasebe, yargılama ve mükâfat verme mânâlarında kullanılmıştır.

 

İnsan, teklifsiz, başı boş ve kendi keyfine bırakılmamıştır. Onun yapacağı işler ve yapmaması gerekenler, ilâhî hükümlerle bildirilmiştir. Dünyada irâdesiyle Allah’a kulluk etmesi için ona her türlü imkân sağlanmıştır. Allah’ın kendisine verdiği, maddî mânevî tüm imkânları O’nun istediği gibi kullanan kimse, dünyada ebedî hayatı kazanmış olur. Aksini yapan kişi de bu ebedî hayatın mutlu sonucunu elde edemez. Bunun içindir ki, her insanın âhiret hayatı, dünyadaki ömrüne göre değil; dünya hayatında yaptığı işlerine göre olacaktır.

 

Ebû Hureyre (r.a.)’den, Rasülüllah (s.a.s.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Yedi kimseyi Allah, kendi zıllinden (arşın gölgesinden) başka bir gölge olmayan kıyâmet gününde kendi arşının gölgesi altında barındıracaktır. Bunlar; 1- İmâm-ı âdil (adâletli müslüman devlet başkanı, idareci), 2- Rabbına itaat ve ibâdet eden genç, 3- Gönlü mescidlere bağlı olan kimse, 4- Birbirlerini Allah için seven ve yine Allah için buğz eden iki kimseden her biri, 5- Makam ve güzellik sahibi bir kadının isteğine rağmen “ben Allah’tan korkarım” diyerek haram işlemeyen erkek, 6- (Gönül hoşnutluğu ile) infak ettiğinden sol elinin haberdar olmayacağı kadar gizli olarak sadaka veren kimse, 7- Tenhada (lisanen veya kalben) Allah’ı zikredip de gözü yaşla dolup taşan kişi.[11]

Hadislerde belirtilen bu faziletli haller kişi için kurtuluş sebebidir.Hesap gnüne iman etmiş müminler olarak azimli ve gayretli olmalıyız.

“O din günü nedir? Bunu sana hangi şey öğretti? O din günü nedir? Tekrar bunu sana hangi şey öğretti. O, öyle bir gündür ki, hiçbir kimse kimseye, hiçbir şeyle fayda vermeye güç yetire yemeyecektir. O gün emir yalnız Allah’ındır” (İnfitâr, 17-19).

O din günü nedir? Sana hangi şey öğretti? O din günü nedir? Tekrar (bunu ) sana hangi şey öğretti?” Sana ceza ve hesap gününü bildiren, öğreten nedir? Cümlenin tekrarı düşünüp taşınmayı gerektirecek şekilde, kıyamet gününün durumunu tazim, kadrini vurgulama ve durumu hakkında korkutma içindir. Kişi o korkuları bilse, bir an bile Allah’a taattan geri kalmaz. Masiyetten yer ile gök arası kadar uzaklaşır. Ama insan gaflet, dalgınlık ve bilmezlik içindedir. Emellerle yaşar, bazan da gerçeklerden kaçıp düşlere dalar.[12]

[1] Râgıp el-Isfâhânî, el-Müfredat fî Garîbi’l-Kur’an

[2] Mevdudi – 4 Terim

[3] Mecmû’u Fetâvâ İbn Teymiyye, XV, 158

[4]  Müslim, İman 95, (55); Ebu Davud, Edeb 67, (4944); Nesai, Bey’at 31, (7, 156)

[5]  Ebu Dâvud, Salât: 361, (1529)

[6]  Ş.Sarı İslam akaidi c.5 Sh. 15

[7] H.Ece İslam’ın Temel Kavramları-Din

[8] Dinlerin Tasnifi/Şahı Merdan Sarı

[9] İ.Gazali ihya-u ulumiddin

[10] (Kuşeyrî, Risale (çev. S. Uludağ) s. 263).

[11] Buhârî, Bed’ul Ezân: 384, Tecrîd-i Sarih Ter. c. 2, s. 617.

[12] Tefsiru’l munir(İnfitar 17)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.