KELİMELER VE KAVRAMLAR (41) GAZAB
GAZAB
Nefsin hoşa gitmeyen birşey karşısında intikam arzusuyla heyecanlanması; infiale kapılmak, öfke, hışım, hiddet, düşmanlık ve saldırıya meyleden saldırganlık hâli.
Aşırı gazap aklın öyle bir afetidir ki, en lâtif varlığı bile mecnun hâline getirip hunhar bir hayvana dönüştürebilir. Hiddet; akıl ve idrakin yerine heyecan, dürüstlüğün bitişi, gözlerin görmemesi, kulakların duymaması demektir ve böyle birini ne din, ne kanun ne de nasihatçıların sözleri engelleyemez. Hiddetle başlayan, cinnet geçirerek kötülük yapar, sonra da pişman olur.
Gazap, kişiye edebi kaybettirir; edeb kaybolunca da insanın yapamayacağı rezillik yoktur. Çoğunlukla hiddetlenmenin zararı sahibine aittir. En kötü gazap hâli tez geçip geç gidendir. Bu, kişiyi intikamcı yapar ve helâkına sebep olur.[1]
İnkâr edenler var ya, muhakkak onlara: “Allah’ın (size) gazabı, sizin kendinize olan gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkâr ederdiniz” diye seslenilir.(Mü’min 10)
“Karşılığında nefislerini sattıkları şeyi kıskançlıkları sebebiyle Allah’ın, kullarından dilediğine lütfuyla indirdiği vahyi inkâr etmeleri ne kötüdür! Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenlere alçaltıcı bir azap vardır.”(Bakara/90)
“Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ve (mü’min) insanların güvencesine sığınmadıkça kendilerini zillet kaplamıştır. Onlar Allah’ın gazabına uğradılar ve yoksulluk onları kapladı. Bunun sebebi onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyor olmaları idi. Bütün bunların sebebi ise, isyan etmekte ve (Allah’ın koyduğu) sınırları çiğnemekte oluşları idi.”(Al-i İmran/112)
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: “Allah celle şânühû mahlukâtın olmasına hükmettiği zaman -Müslim’in rivâyetinde: “Allah mahlûkâtı yarattığı zaman”- yanında bulunan, Arş’ın fevkindeki bir kitaba şunu yazdı: “Muhakkak ki rahmetim gazabıma galebe çalmıştır.”[2] Buhârî’nin bir diğer rivâyetinde: “Rahmetim gazabıma galebe çaldı” denmiştir.Buhârî ve Müslim’in bir rivâyetlerinde: “(Rahmetim) gazabımı geçti” denmiştir.[3]
Rasulullah (sav) buyurdular ki ; “Allah Teala Hazretleri kendisinden istemeyene gazap eder.”[4]
Öfke anlamına gelen gazap ile alakalı rahmet ve savaş peygamberli (sav) şu tavsiyelerde bulunmuştur;
Ebû Vâil (radıyallahu anh) anlatıyor: “Urve İbnu Muhammed es-Sadî’nin yanına girdik. Bir zât kendisine konuştu ve Urve’yi kızdırdı. Urve kalkıp abdest aldı ve:
“Babam, dedem Atiye (radıyallahu anh)’den anlatır ki, o, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini nakletmiştir:
“Öfke şeytandandır, şetyan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın.”[5]
İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün):
“Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz?” diye sordu. Ashab (radıyallahu anhum):
“Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!” dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hakim olabilen kimsedir.”[6]
Hz. Muâz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: “İki kişi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın huzurunda küfürleştiler. (Öyle ki) birinin yüzünde (diğerine karşı) öfkesi gözüküyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Ben bir kelime biliyorum, eğer onu söyleyecek olsa, kendinden zuhur eden öfke giderdi; Eûzu billahi mineşşeytanirracim” buyurdular.”[7]
Görülüğü gibi Rasulullah (sav), öfkenin dindirilemesini tavsiye etmiştir. Zira öfkenin insana galebe çalmasıyla kontrol şeytana geçip zararı, tahribatı büyük olan sonuçlar ortaya çıkacaktır.
İslam Ahlakı Açısından Gazap :
“Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.”(Al-i İmran/134)
Takva; sebepler ve etkenler arasında bu alandaki işlevini işte böyle yerine getirmektedir. Öfke, kandaki âni bir hareketlenmenin yardımcı olduğu ya da arttırdığı beşerî özelliğin tepkilerinden ve gereklerinden biridir. Takvâdan doğan lâtif ve şeffaf etkenler, kişilik ve zaruretlerin ufkundan daha yüce ve daha engin ufuklara çıkmakla elde edilen ruhsal güç olmadıkça insan öfkeyi yenemez.
Öfkeyi yenmek ilk aşamadır. Ancak tek başına yeterli değildir. İnsan bazen, hınç almak ve şiddetli kin beslemek için öfkesini yutabilir. Bu durumda bir anlık öfke, korkunç bir intikama, dışa vurmuş bir kızgınlık, gizli bir kine dönüşür. Oysa öfke ve kızgınlık, hınç ve kine oranla daha pâk ve daha temizdir. Bu yüzden, ayeti kerime muttakîlerin ruhlarındaki, bu yenilmiş öfkenin ulaşması gereken sonucunu göstermekte ve bunun affetme, hoşgörü ve serbestlik olduğunu bildirmektedir.
‘Öfke’ yenildiği zaman, ruh üzerinde bir ağırlık, kalbi kavuran bir alev ve vicdanı kaplayan bir duman olur. Ancak ruh genişlediği, kalp affettiği zaman ruh, ağırlıklardan kurtulup nurlu ufuklara açılır. Kalp, kavurucu alevlerin etkisinden kurtularak esenliğe, vicdan da huzura kavuşur.[8]
Allah’ın Gazabına Uğrayanlar :
“… Üzerlerine zillet (alçaklık) ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musîbetler (onların başına), Allah’ın âyetlerini inkâra devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Onların hepsi, sadece isyanları ve düşmanlıkları sebebiyledir.” (2/Bakara, 61)
“… Allah’ın indirdiklerini inkâr edip kendi canlarına karşılık satın aldıkları şey (azap) ve o sebeple de gazap üstüne gazaba uğramaları ne kadar kötü! Ayrıca, kâfirler için ihânet edici bir azap vardır.” (2/Bakara, 90)
“Nerede olsalar, onlara aşağılık damgası vurulmuştur. Yalnız, Allah’ın ipine ve insanlar ile yaptıkları antlaşmalara bağlı kalanlar müstesna. Onlar Allah’ın gazabına uğradılar, alınlarına perişanlık damgası vuruldu. Bu, onların Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve sebepsiz yere peygamberleri öldürmeleri yüzündendir. Çünkü onlar Allah ‘a başkaldırmış ve ölçüleri çiğnemişlerdir.”(Ali/İmran 112)
“Böylece gazap üstüne gazaba uğradılar.” Üst üste gazaba maruz kalmış olarak döndüler. Gazap lanetten daha ağırdır. Yani onlar gazapla içice olmuş bir halde geri döndüler.[9]
“Hani şeytan onlara yaptıkları işleri güzel göstererek kendilerine «Bugün sizi hiçbir insan grubu yenemez, ben sizin arkanızdayım» dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce, birdenbire geri dönerek, «Benim sizinle hiçbir ilgim yok, ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah’tan korkarım, çünkü Allah’ın azabı ağırdır» dedi.”(Enfal /48)
Ali İbn Ebu Talha’nın İbn Abbâs’tan rivayetine göre o, şöyle demiştir: Bedir günü İblîs, şeytânlardan bir ordu içinde yanında sancağıyla Müdlic oğullarından bir adam suretinde, Sürâka İbn Mâlik şeklinde gelmiş ve müşriklere: Bugün insanlardan sizi yenecek yoktur. Ben de size muhakkak yardımcıyım demişti. Karşılıklı saf tuttuklarında; Allah Rasûlü (s.a.), bir avuç toprak alıp müşriklerin yüzlerine atmış onlar da arkalarını dönüp kaçmışlardı. Cibril (a.s.) İblîs’e geldi. İblîs onu görünce, eli müşriklerden bir adamın elindeyken elini çekmiş ve taraftarları ile birlikte arkalarını dönüp kaçmışlardı. O adam: Ey Sürâka sen kendinin bize mutlaka yardımcı olduğunu sanıyordun ya, dedi. Bunun üzerine îblîs : «Doğrusu sizin görmediklerinizi görüyorum, ben Allah’tan korkuyorum. Çünkü Allah azabı şiddetli olandır dedi. Bu, melekleri gördüğü zaman olmuştur.[10]
Allah (c.c)’ın cezalandırması iki şekildedir. Birincisi; dünyada cezalandırması; Allah ( c.c) suç işleyen insanları bazen dünyada da cezalandırır. Musibetler, felaketler, acı olaylar ve sıkıntılar yaşatmak suretiyle insanları cezalandırır. Dünya’ daki müsibet ve sıkıntılar Mü’minlere de gelir, kafirlere de gelir, eğer Mü’minler musibet ve sıkıntılara katlanıp Allah ( c.c )’a taatlerinden gevşeklik yapmazda kulluğa devam ederlerse onlar için bir rahmet olur. Sevaplarının artması, imanlarının kuvvetlenmesi ve manevi derecelerinin yükselmesine neden olur. Ancak isyan eden ve küfredenler için ise dünyada da bir ceza olur. İkincisi ise; uhrevi cezalandırmadır. Her kesin işlemiş olduğu suçların karşılığı verilir. Şirkin haricinde Allahu Teala Mü’minlerin işlemiş olduğu günahları dilerse affeder dilerse de azapla karşılıklandrır. Ancak müşrik ve kafirlere şidettli ve ebedi bir azab vardır. Ahiretteki azablandırma aynı ölçüde değildir. Bazılarının azabı şiddetli, bazılarının azabı ise daha da şiddetlidir. Cehennemde azabı en hafif olanlar günahkar Mü’minlerdir. Çünkü günahkar Mü’minler cezalarını çektikten sonra cennete gireceklerdir. Kafirlerin içinde azabı en hafif olan Ebu talib’dir. Azabı en şiddetli olanlarda münafıklardır.[11]
HELAK; Allah azze ve cellenin peygamber göndermiş olduğu toplulukların peygambere karşı takınmış olduğu tavır sebebiyle İNDALLAH’ tan gelen azabtır. Bununla alakalı Kur’an’ı Kerim helak sebeplerini bildirmekle beraber kavimlerden de söz etmiştir;
Nuh a.s kavmi;
Onlardan önce Nuh kavmi de yalanlamış, kulumuzu tekzib ederek; delidir, demişler ve yolunu kesmişlerdi. O da Rabbına yalvarmış: Ben; yenildim, bana yardım et, demişti. Bunun üzerine Biz de gök kapılarını boşanan sularla açmıştık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık da su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşiverdi. Onu tahtadan yapılmış, mıhla çakılmışa bindirdik. Küfredilmiş olana mükafat olmak üzere Bizim gözetimimizle yüzüyordu. Andolsun ki Biz, onu bir ayet olarak bıraktık. Düşünüp ibret alan var mı? Benim azabım ve tehditlerim nasılmış? Andolsun ki; Biz, Kur’an’ı düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı? (Kamer/ 9,17)
Hud a.s kavmi;
Ad kavmi de tekzib etti. Benim azabım ve tehdidim nasılmış?
Nitekim uğursuz günde üzerlerine şiddetli bir rüzgarı devamlı olarak gönderdik. İnsanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi koparıp yere seriyordu.
İşte Benim azabım ve tehditlerim nasılmış? Andolsun ki; Biz, Kur’an’ı, düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı? (Hud 18,22)
Salih a.s kavmi;
Dediler ki: İçimizden bir insana mı uyacağız? O zaman biz, sapıklık ve delilik etmiş oluruz.
Zikir, aramızdan ona mı verilmiş? Hayır o, pek yalancı ve şımarığın biridir.
Yarın kimin pek yalancı, şımarığın biri olduğunu bileceklerdir.
Gerçekten onları, imtihan etmek için dişi deveyi gönderen Biziz. Onları gözetle ve sabret.
Onlara, suyun aralarında taksim olunduğunu da haber ver. Her biri su nöbetinde hazır bulunsun.
Arkadaşlarını çağırdılar, o da sarılarak onu kesti.
İşte, Benim azabım ve tehditlerim nasılmış?
Nitekim üzerlerine bir tek çığlık gönderdik de ağılcıların kullandığı kurumuş ot gibi oldular.
Andolsun ki; Biz, Kur’an’ı düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı? (Hud 23,32)
Lut a.s kavmi;
Lut kavmi de uyarıları yalanladı.
Biz de üzerlerine taş yağdıran bir rüzgar yolladık. Ancak Lut’un ailesi müstesna. Onları seher vakti kurtardık.
Katımızdan bir nimet olarak. İşte Biz; şükredeni böyle mükafatlandırırız.
Andolsun ki; onlara, azab ile yakalayacağımızı da haber vermişti. Ama onlar bu uyarıları kuşku ile karşılayarak yalanladılar.
Andolsun ki; onlar, misafirlerine kötülük yapmayı kasdetmişlerdi. Biz de gözlerini kör ettik. Azabımı ve tehdidimi tadın.
Andolsun ki; bir sabah erken, önü alınmaz bir azab geldi başlarına.
Tadın, işte azabımı ve tehditlerimi.
Andolsun ki; Biz, Kur’an’ı düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünüp ibret alan var mı?
(Hud 33,40)
Kafirlere, Nuh kavmi, Ad kavmi, Semud, Lut ve Firavun’un kavminin tarihçesi beyan edilmekte ve bu kavimlerin peygamberlerini yalanladıkları için azaba çarptırılarak ne feci bir sonla karşılaştıkları açıklanmaktadır. Bu kavimlerin isimleri tek tek belirtilerek “Kur’an’ın bir öğüt ve azabdan kurtuluşun bir yolu olduğu ve geçmiş kavimlerin akibetinden ders alarak doğru yola giren bir kavmin, önceki kavimlere gelen azabtan kurtulacağı” bildirilmektedir. Şimdi bu kadar kolay bir yoldan ve öğütten yüz çevirmek, dolayısıyla azabın gelmesi için ısrar etmek, akılsızlığın ta kendisi değil midir?
Geçmiş toplumların ibret verici tarihlerine değinildikten sonra kafirlere hitap edilerek şöyle denilmiştir. “Önceki toplumlar da sizler gibi inatçılık yapmışlar ve azaba uğramışlardı. Şimdi sizler de aynı yolu takip ederseniz aynı sonuçla karşılaşırsınız. Çünkü sizler, herhalde bu kuraldan istisna edilerek, azaptan kurtulacak değilsiniz. Şayet kabilenizin gücüne güveniyorsanız, güvendiğiniz bu gücü zelil edecek ve sizlere diz çöktürecek o vakit pek uzak değildir. Bilin ki kıyamet günü ahiretteki durumunuz çok daha kötü olacaktır.”[12]
[1] Şamil.İ.A
[2] Buhârî, Tevhîd 15, 22, 28, 55, Bedi’ül’-Halk 1; Müslim, Tevbe 14, (2751); Tirmizî, Daavat 109, (3537)
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/262.
[4] Ebu Hureyre/ Tirmizi, Da’avat 3, (3370), İbn-Mace, Dua 1,(3827)
[5] Ebû Dâvud, Edeb 4, (4784)
[6] Müslim, Birr 106, (2608); Ebû Dâvud, Edeb 3, (4779).
[7] Tirmizî, Da’avat 53, (3448); Ebû Dâvud, Edeb 4, (4780)
[8] Fi-Zilali’l Kur’an-Al-i İmran/134 tefsiri
[9]Et Tefsirul munir
[10] İbni Kesir( Enfal 48 tefsiri)
[11] Şahımerdan Sarı İslam akaidi c 5 sh 503
[12] Tefhimu’l Kur’an/Kamer Suresi Mukaddime