KELİMELER VE KAVRAMLAR 5) AHLAK
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Huylar, seciyeler, mizaçlar, anlamında bir kavram. Hulk, hulûk kelimelerinin çoğul şeklidir. Hulk veya hulûk insanın beden ve ruh bütünlüğü ile alâkalıdır.[1]
Nihâye’de din, tab’ ve seciyye olarak açıklanır. Dilimizdeki huy’un karşılığıdır. Bazen tabiat kelimesini de bu mânada kullanırız.Hulk ile, bir bakıma insanın nefsi olan bâtınî sûreti ve evsâfı ifade edilir. Tıpkı zâhirî sûret ve evsâfına da halk dendiği gibi. Nefsin iyi ve kötü vasıfları vardır. Sevab ve ikab, zâhirî sûretin evsafından çok, bâtınî sûretin evsafına taalluk etmektedir.[2]
İslâm ahlâkı Kur’an-ı Kerîm’e dayanır. Yani her yönüyle Cenâb-ı Allah tarafından vahiy yoluyla belirlenmiş bir davranışlar manzumesidir. Her şeyden önce İslâm ahlâkı bir vazife ahlâkı şeklinde ortaya çıkmıştır. Zira Kuran-ı Kerîm’deki her emir, müminler için bir görev belirlemiştir. İnsanın bir mümin olarak bu emirlere muhatap olmayı kabul etmesi, bunları birer görev olarak telâkkî etmesi anlamındadır. Kur’an-ı Kerîm’de Resulullah (s.a.s.)’a hitaben: “Sen en yüce bir ahlâk üzeresin ” (el-Kalem, 68/4) buyurulmuştur.[3]
İbnu’l-Arabî de şunu söyler: “…Güzel ahlâka sahip olanlar cidden azdır. Kötü ahlâka sahip olanlar ise, insanların çoğunluğunu teşkil eder. Zîra insan tabiatına galebe çalan, şerdir. Bu sebeple eğer insan, fikrini, ayırt etme gücünü, hayâ duygusunu, korunma melekesini kullanmaksızın kendisini tabiatının akışına bırakıverecek olsa ona hayvanî huylar galebe çalar. Zîra insan fikir ve ayırt edebilme vasıflarıyla hayvanlardan ayrılır. Bunları kullanamazsa âdetlerinde onlara iştirak eder, kuvve-i şeheviye her çeşidi ile onu istila eder, hayâ uzaklaşır, yok olur…”[4]
Bir gün bir sahabe Hz. Muhammed (sas)’in eşi Hz. Aişe’ye, Hz. Peygamberin ahlakı hakkında soru sormuştu. Hz. Aişe’nin ona verdiği cevap oldukça dikkat çekicidir:
– Sen, Kur’an okuyor musun?
Sahabe,
– Evet, okuyorum, deyince Hz. Aişe şöyle devam etti:
– İşte, Allah’ ın Elçisinin ahlakı, Kur’an idi.[5]
Yukarıdaki hadisten de anlaşıldığı üzere İslam Ahlâkı ile ahlâklanabilmek için Rasulullah (sas) in yaşantısına başvurmaya ihtiyaç vardır.Zira Cenab-ı Hakk bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyurmuştur; “Andolsun ki; Allah’ın Rasulunde, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel örnekler vardır.”(Ahzab/21)
Rasulullah (sav) ; bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; “Ben ahlâkî erdemleri(Mekarim-i Ahlakı) tamamlamak üzere gönderildim.”[6] Allah Rasulu (sav) in gönderilmiş olduğu cahiliyye toplumu; ahlâki çöküşe uğramış vaziyette idi bunlara örnek verecek olursak ;
Cahiliyye insanları Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı,şarap içme adeti ,kumar çok yaygındı. Hatta kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı.Tefecilik,faizcilik,fuhuş gibi güzel ahlaka zıt hasletler o dönemde revaçta idi.
“Ahlak”, Hz.Muhammed (sav)’e peygamberlik verilmesiyle ve Kur’an’ın indirilmesiyle kullanılmaya başlanan İslâmi bir kavramdır.Cahiliyye döneminde bu kelime kullanılmamıştır.
“Ahlâk”, insandaki iyi ve kötü huyları, fazilet ve rezaletleri ifade eder.Binaenaleyh “ahlâk”, güzel ve kötü olmak üzere ikiye ayrılır.
Güzel Ahlâk : Kur’an’a, Sünnete ve akl-ı selime uygun olan, söz,fiil ve davranışlardır.Allah rasulu (sas), bizzat kendisi uygulayarak ve sahabesine teşvikte bulunarak güzel ahlakın portresini çizmiştir. Buradan yola çıkarak, güzel ahlaka örnek verecek olursak; “itaat, ittika, istikamet, ilim, ihlas, ihsan, iktisad, iffet, itikaf, istiğfar, infak“ başlıcalarındandır.
İtaat : Uyma, dinleme, alınan emre göre hareket etme anlamında bir terim.İtaat, Allah (cc)’a tabi olan Müslümanların en önemli özelliklerinden biridir.İlahi emir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulû’lemre (buyruk sahiplerine) itaat ediniz. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasule götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de neticede daha iyidir” (en-Nisâ, 4/59).
İttika : İttika, her şeyden önce Allah(cc)’ı tanımak ve Allah (cc)’ın hükümlerine karşı saygılı olmaktır.İbn-i Side ; ittikanın esas manası iki şey arasına engel koymaktır.Allah (cc)’dan ittika ise azab ile araya engel koymaya çalışmaktır.İlahi emir: “Ey iman edenler; Allah’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesile arayın. O’nun yolunda cihad edin ki, felaha eresiniz.”(Maide/35)
İstikamet : İnanan ve inancının gereğini yerine getiren, doğru insandır. iyi insan vasıfları arasında en başta doğruluk yer almış ve temel prensip olmuştur. Doğruluk; sözde, düşüncede ve davranışta gerçekleşir. Allah’tan gerçek manada korkmak, iyiliğe yönelmek, rahatlık ve gönül huzuru duymak, ancak doğrulukla mümkündür. Doğrular, en güç ve çetin işleri, doğrulukları sayesinde başarabilmişlerdir. Bu şekilde hareket edenler, peygamberlerin ahlâklarını kendilerine örnek almış olurlar. Zanna ve yalana tenezzül ve itibar etmezler.[7] İlahi emir: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”(Hud/112)
İlim : Yeryüzünde Müslüman,imanından sonra ilmi ile cahillerden ayrılır.Cehaleti bırakıp, cahillerden yüz çevirmek,güzel ahlaktandır.Kişi ilmi kadar sosyal ve ferdi ahlakı ile de İslam’a hizmet eder.İlahi emir: “De ki : Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?”(Zümer/5)
İhlas : Bir şeyi saf temiz ve arıtılmış hale getirmek. Kalbi saf etmek, çıkar ve şöhret amacı güdülmeyen, içten, riyasız, samimi sevgi ve bağlılık.[8] İbn Hazm (rha) der ki ; “İhlas, ubudiyetin sırrıdır.Cesedde ruh ne ise, amellerde ihlas odur.”[9]Rasulullah (sav); “Muhakkak ki Allah(cc), sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz; fakat o sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.”[10] İlahi emir : Dedi ki: “Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip–çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp–saptıracağım.
Ancak onlardan muhlis(ihlaslı) olan kulların müstesna.”(Hicr/39-40)
İhsan : İyilik, güzellik, uygun ve güzel olanı en güzel ve kusursuz bir şekilde yapmak. İhsan; Allah’ın huzurunda olduğunu onu gönül nuruyla görüyormuş gibi tasavvur ederek kulluk vazifelerini yerine getirmek. Bu anlamda ayet-i kerimede “öyle değil! Kim muhsin olduğu halde kendini Allah’a teslim ederse, onun mükafatı Rabbinin katındadır” (el-Bakara, 2/112). İnanç ve gönül planında ihsan ve teslimiyet Allah’ın kullarından istediği kurtuluş beraatıdır.[11]
Cibril (a.s) sahabilerden Dıhye (r.a)’in şeklinde Hz. Peygamber (s.a.s) in huzuruna gelmiş ve ona “ihsan nedir?’ sorusunu sormuştur. Peygamber (s.a.s) ihsanı şöyle tanımlamıştır: “Allah’a onu görüyormuşsun, sen onu (gözle) görmesen de o seni görüyormuşçasına kulluk etmendir”.[12] Seyyid Şerif ihsan teriminin tarifini yaparken bu hadisi zikrederek şöyle demektedir: “Basiret nuruyla Rabbü’l-Âlemîn’in huzurunda olduğunu tasavvur ederek kulluğu yerine getirmektir. Hadisteki “sanki onu görüyormuşsun” ifadesi Allah’ın bizatihi görülmesinin maksat olmadığını, Allah’ın sıfatlarını idrak ederek kulluk etmenin istenildiğini anlatmaktadır”.[13]
İktisad : Orta yolu tutmak, itidal ile hareket etmek, tutumlu olmak, gereğinden az veya çok harcamaktan kaçınmak.
miyet, yeme, içme, giyim, kuşam, eşya kullanımı gibi her hususla aşırılıktan kaçınmayı, orta yolu tutmayı emretmiştir. Savurganlık ve cimriliği yasaklamıştır. İşlerin hayırlısı orta olanıdır.[14]
Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Yürüyüşünde ölçülü ol; sesini kıs (bağıra bağıra konuşma)” (Lokmân, 31/19); “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme; büsbütün açıp tutumsuz olma. Yoksa pişman olur, açıkta kalırsın” (el-isrâ, 17/29).
İffet : İnsan rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy. Nefsi kötü isteklerinden men etmek. Âr, nâmus, hayâ duygusu.
Rasulullah (sav) iffetle ilgili olarak; “İffet sâhibi olunuz. Çirkin şeyler yapmayınız. Kadınlarınızı da, afîf (iffetli) yapınız.”[15] Buyurmuştur.
Hadisten de anlaşılacağı üzere iffet insanı her türlü rezaletten koruyan bir haslettir.İffet, kendisine yasaklanmış olanlardan uzak durmaktır. İlahi emir : “Evlenme imkânı bulamayanlar Allah’ın kendilerini lütfuyla zenginleştirene kadar iffetlerini korusunlar” (en-Nur, 24/32).
İtikaf : Lugat manası olarak, bir şeye tutunmak,ondan ayrılmamak,vaktini onunla doldurmak. İtikaf, müminlerin, Allah için her şeylerinden fedakarlık edebilecek bir bilinci kuşanmaları maksadıyla belirli vakitte özellikle Ramazan ayının son on günün içerisinde kendisini ibadete adamasıdır.İtikaf yapanada mu’tekif denir.Hasan el-Hudaybi (rha) der ki; “İslam’ı önce göğüslerinizde, gönüllerinizde hakim kılın; yeryüzünde, beldenizde de İslam hakim olacaktır.”
İstiğfar : Bir nesneyi kirden ve pastan koruyan bir mahfaza ile örtmek anlamındaki “ğa-fe-ra” kökünden gelen istiğfar terimi, daha çok Allah (cc) dan günahlarının bağışlanmasını kavlen ve fiilen istirham etmesi demektir.[16]
İnfak : Malı, Allahü teâlânın yolunda harcama. Nafaka zekat gibi verilmesi lâzım olan malı hak sâhibine verme.İlahi emir : “Onlar ki, infâk ettikleri zaman isrâf etmezler, sıkılık (cimrilik) da yapmazlar. (Harcamalarında) bu ikisi arası orta bir yol üzerinde bulunurlar.” (Furkân sûresi: 67) , “Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Al-i İmran/92)
Kötü Ahlak : Kur’an’a, Sünnete ve akl-ı selime uygun olmayan söz,fiil,davranışlardır.İnsan iki şeyden meydana gelmiştir; ruh ve nefis.Ahlak ağacının mahiyeti, onda yetişen meyvelerle bilinir.Peki senin tarlanda ne yetişiyor?. Güzel ahlakın semereleri mi yoksa kötü ahlakın semereleri mi ? Kendini ölçerek, ona göre bir yol tutmalısın. “Ve ona (kötülüğün ve iyiliğin) iki yolunu göstermedik mi ?” (Beled/10)
Kötü ahlakın başlıcaları şunlardır ; “tuğyan, yalan, kibir, gıybet, cehalet, iftira”
Tuğyan : Haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık; isyan, küfür. “Tuğyan” kelimesi “tağâ” (azdı, taştı, zulmetti) fiilinin masdarı olarak Kur’an’da dokuz yerde geçer. Ayrıca haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar manasında (taği) altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran “şeytan”, “put” ve “kâhin” anlamında (Tağut) sekiz yerde geçer. Masdar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime Kur’an’da toplam otuzdokuz yerde zikredilir.
Hadiste: Hızır’ın öldürdüğü çocuğun (bk. el-Kehf, 18/74, 80) inkarcı bir tabiata sahip olduğu, eğer yaşasaydı ebeveynini “tuğyan”a ve küfre sürükleyeceği (Müslim, Kader, 29; Ebu Davud, Sünen 16, Hadis No: 4705) bildirilmektedir. Yine hadiste malın “tuğyan”ı olduğu gibi ilmin de “tuğyan”ı olduğu bildirilmiştir. Yani ilim, sahibini, şüpheli hususlarda ruhsat kullanması suretiyle, helâl olmayan yollara sevk eder. İlmi dolayısıyla kendisinden aşağıda olan kimselere büyüklük taslar ve mal sahibinin yaptığı gibi ilmiyle amel etmeyerek ilminin hakkını veremezse bu ilmin tuğyanı olur (bk. İbn Manzur, Lisanu’l Arab, “Tağa” md.)[17](bkz:Tağut)
Yalan : Doğruya ihanetin ifadesidir.Yalan, gerçeğin karşıtı, kişinin doğruluktan ve dürüstlükten ayrılması, olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermesi demektir.Yalan söyleyen ve hile yapan kişinin, onur ve saygınlığı zedelenir.Yalan, mümin insana ait olan eminlik sıfatını ortadan kaldırır.Rasulullah (sav) ; “Yalan kötülüğe, kötülük Cehennem’e götürür. İnsan yalancılık yapa yapa, nihayet Allah katında yalancılardan yazılır”[18] buyurmuştur.İlahi emir : Allah’a karşı yalan söyleyenden ve kendisine geldiğinde doğruyu (Kur’an’ı) yalanlayandan daha zalim kimdir? Kafirler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok?(Zümer/32)
Kibir : Büyüklenmek, büyüklük taslamak, ululuk iddia etmek. Kendini başkalarından yüksek görerek onları aşağılamak.Şeytan’a ait bir özellik olan kibir, onun Hz. Adem’e secde etmesini engellemişti. Cenab-ı Allah bunu Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatmaktadır:
“(Hz. Adem’e) secde etmekten yalnızca İblis kaçındı. Kibirlendi ve kâfirlerden oldu” (el-Bakara, 2/34).[19]
Kibir inkârda önemli bir rol oynadığından Allah Teâlâ Kur’ân’da kibirden ve bu kelimenin türevleri olan istikbâr, müstekbir ve kibriya’dan sık sık bahsetmektedir,
Hz, Nuh (a.s) oğluna vasiyet ederken “iki şeyden seni menederim, biri şirk diğeri kibirdir”[20] buyurmuştur.
“Sonra da Musa’yı ve Harun’u, firavun ve topluluğuna mucizelerimizle gönderdik. fakat onlar, kibirlendiler ve suçlu bir kavim oldular” (Yûnus 10/75).(bkz:Müstekbir)
Gıybet : Bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı bir söz söylemek, çekiştirmek; meydanda olmama, kaybolma hâli.Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır.[21]
Kur’an ve Sünnet, gıybeti yasaklamıştır: “Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?” (el-Hucurat, 49/12)
“Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa Allah do onun kusurlarını araştırır. Allah, kimin kusurunu araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder”.[22]
Cehalet : Bilmeyen, iş bilmez, bilgisiz, tecrübesiz anlamlarına gelen ve halk arasında yol-yordam, ilim-irfandan haberdar olmayan kimse. Cahilin içinde bulunduğu hâle de cehalet denir.[23]İlahi emir : “Hani Musa kavmine: “Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. “Bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. (Musa) “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” dedi.”(Bakara/67) “Cahil yaşayan ölüdür.”, “Diri iken ölü.” denilmiştir. Hazret-i İsa da: “Ben ölüleri dirilttim fakat cahilleri diriltemedim.” buyurmuştur.
İftira : Olmayan birşeyi olmuş gibi anlatmak veya nakletmek. Hayatta insanoğlunun çeşitli arzu ve beklentileri vardır. Bu beklentilerine bazen erişemeyebilir. Böyle bir durumda, bazıları kendi kaderine razı olurken; bir kısım insanlar da arzu ettiklerini zorla elde etmeye çalışırlar. Bu bakımdan iftira, bir kimseyi veya bir şeyi elde etmek veya o şeyi başkalarından kıskanıp, zarar verme düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Her halükârda, dünya için önemli olan bir nesneye karşı olan zaafın neticesinde iftira yapılır.
İftiranın en ağırı namus üzerine atılan iftiradır. Bunu, Hz. Âîşe ile ilgili olarak “İfk”* olayında görmekteyiz Olay özet olarak şöyle cereyan etmiştir: Hz. Peygamber ashab-ı kirâmla sefere çıkarken, kura ile belirlenen bir eşini de beraberinde götürürdü. Bu usulle, Mustalikoğulları Gazâsına da Hz. Âîşe katılmıştı. Konaklama yerinde, devenin üzerindeki gölgelikten (mahfel) tuvalet ihtiyacı için çıkan Âîşe (r.anhâ), dönüşünde gerdanlığını düşürdüğünü farketmiş, aramak için yeniden çıkmıştır. Bu sırada ordu yola çıkmış, Hz. Âîşe, devenin üzerindeki gölgeliğin içinde zannedilmiştir. Dönüşte unutulduğunu anlayan Hz. Âîşe, orada beklemiş, ordunun arka gözcüsü Safvân b. Muattal O’nu devesine bindirerek yolda orduya yetiştirmişti.Münâfıkların reisi Abdullah b. Ubey ve arkadaşları bunu fırsat bilerek Hz. Âîşe’ye zina iftirasında (ifk) bulundular. Bir aydan fazla bir süreyle bu dedikodu Medîne’de dolaştı. Hz. Peygamber ve Âîşe validemizin yakınları bu olaya çok üzüldü.
Daha sonra Hz. Âîşe Nûr sûresindeki şu ayetlerle temize çıkardı:
“O uydurma haberi getirip iftira (ifk) atanlar, içinizden bir topluluktur. Onu kendiniz için bir ser sanmayın, bilakis o, sizin için hayırdır. İftirada bulunanlardan her birinin kazandığı günaha göre cezası vardır. Onlardan günahın en büyüğünü yüklenene de büyük bir azap vardır.””İftirayı işittiğiniz zaman, mümin erkeklerin ve mümin kadınların, kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup da: “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi?”
“Bir de dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki, bu şahitleri getiremediler, o halde onlar, Allah nezdinde, yalancıların da kendileridir”
“Eğer Allah’ın lütuf ve merhameti, dünyada ve ahirette üzerinizde olmasaydı, yaydığınız fitne yüzünden, size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.”
“Siz o iftirayı dilinize dolamıştınız. Hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığınız şeyi ağzınızla söylüyor ve onu önemsiz birşey sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah nezdinde büyük bir günahtır.O asılsız sözü duyduğunuz zaman: “Bunu konuşmak bize yakışmaz. Haşa! Bu büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?” (en-Nûr, 24/1116).[24]Raslullah (sav); “İftira eden kimse, bununla amacına ulaşamaz ve sonunda dünyevî ve uhrevî bakımdan kendisi zararlı çıkar. Nebî (s.a.s) “İftira eden kimse zarara uğramıştır”[25]
İman-Ahlâk İlişkisi :
Ahlâkın her iki yönüne değindikten sonra diyebiliriz ki ; iman ve ahlâk arasında ayrılmaz bir bağ vardır.İmanın kendisi olan kelime-i tevhid, “Lâ İlahe İllallah” boyutuyla, yapılması ve yapılmaması gerekenlerin, Alemlerin Rabbi tarafından belirlendiğinin göstergesidir.Mü’min bir fert, hayatının her alanını İslâm ahkamına göre uyarlamakla Mekarim-i Ahlak (Ahlaki Erdemler) sahibi olur.
İctimai Alanda Ahlak :
Sıla-i Rahim : En geniş şekliyle,akrabalık hak ve hukukunun yerine getirilmesi şeklinde ifade edilen sıla-i rahim; ferdin, baba, anne, dede, nine, kardeşler, amcalar, halalar, kardeş çocukları, dayılar, teyzeler, sonra da yakınlık dercesine göre; neseb bağı olan akrabalarına karşı, imkan nispetinde maddi ve manevi anlamda faydalı olmak, hizmet etmek, ilgi ve alaka göstermek, yerine göre iletişim araçlarıyla da olsa onlarla irtibatı devamlı hale getirmek gibi anlamlara gelmektedir.[26]
İlahi emir : “Allah size adaleti, iyiliği, akrabalara yardım etmeyi emreder. Çirkin davranışları ve iğrençlikleri yasaklar. Sözünü tutasınız diye O, size öğüt verir.”(Nahl/90)
Seyyid Kutub bu ayet-i kerimenin tefsirinde şunları kaydetmektedir ; “Akrabaya yardımda bulunmak” “ihsan”dandır. Burada özellikle akraba yardımının öne çıkarılışı, onun önemini ortaya çıkarmakta ve pekiştirmektedir. Bu yardımlaşma aile tutkusundan kaynaklanan bir yardımlaşma değildir. Bu yardımlaşmanın dayanağı, İslâmın kendi dayanışma düzeninin ilkesine göre yakın çevreden uzak çevreye doğru yayılan dayanışma ilkeleridir.[27]
Nasihat : İslâm’ın pratik hayata aktarılması, ahlâkî prensiplerin yaşanması, insanî erdemliliklerin, görgü kurallarının öğretilmesi amacıyla bilenlerin bilmeyenlere öğretmesi ve hatırlatmada bulunması amacıyla yapılan öğütlerdir. Bu öğütler yapılırken asla bir ard niyet güdülmez, dünyevî çıkarlar düşünülmez. Nasihat eden kişi güvenilir olur. Onun yaptığı nasihat samimiyetle yapıldığı takdirde etkisini gösterir. Müminler sürekli olarak birbirine öğüt vermek sûretiyle yardımcı olurlar.[28] Cenab-ı Allah; “Hatırlat, umulur ki bu hatırlatman müminlere yarar sağlar, (öğüt alırlar)” (ez-Zâriyat, 51/55) buyurmuştur.
Müslüman akidesi gereği nasihat eden ve nasihat alandır.İlahi emir : “Şu halde, eğer öğüt(nasihat) ve hatırlatma bir yarar sağlayacaksa, öğüt(nasihat) verip hatırlat.Allah’tan İçi titreyerek korkan öğüt(nasihat) alır-düşünür”(Ala/9-10) Bu konuya binaen Allah Rasulu (sav); “Din nasihattir”[29] buyurmuştur.İslam toplumsal hayatı muhafaza altına alan direktiflerle doludur.Nasihat kavramı birliğin ve dirliğin sağlamlaşması adına İslam’ın koymuş olduğu esaslardan sadece bir tanesidir.
Adalet : Adalet, yeryüzünde İslam dininin insanlığa evrensel ebedi armağanıdır.İslâm toplumlarında, adalet terimi insanın; Allah(cc), toplum, canlı varlıklar, maddi tabiat ve diğer insanlarla ilişkilerinin mahiyetinin ve dayanacağı temel ilkelerin doğru tespiti için belirliyici bir kriter olarak tanımlanır.İlahi emir : “…Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (en-Nisâ, 4/58) (Sad, 38/26) (bkz:Adalet)
[1] Şamil İA
[2] Kütüb-i Sitte Akçağ Yayınları(C5/s.299-312)
[3] Şamil İA
[4] Kütüb-i Sitte Akçağ Yay.(C.5/sh.301)
[5] Müslim, Salatü’l-Musafirin, 139.
[6] Ahmed b. Hanbel (Müsned-C2/sh381)
[7] Şamil İA
[8] Şamil İA
[9] A’malu’l Kulub (Muhammed Salih el-Muncid) sh.7,Beyrut/2005
[10] Müslim(Birr,33)
[11] Şamil İA
[12] (Buhârî, Tefsiru sûre (31); İman, 37; Müslim, İman, 57; Ebu Davud, Sünne, 16; Tirmizi, İman, 4; İbn Mace, Mukaddime, 9)
[13] (Seyyid Şerif e/-Cürcani, et-Ta’rifât, s. l2)
[14] Şamil İA
[15] Berîka
[16] El-İsfehani,el-Müfredat sh.542-543
[17] Şamil İA
[18] (Buharî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105)
[19] Şamil İA
[20] (Ahmed b. Hanbel, I, 170)
[21] Şamil İA
[22] (Ebû Dâvud, İbn Ebî Dünya).
[23] Şamil İA
[24] Şamil İA
[25] (Ahmed b. Hanbel, I, 91)
[26] Sâdi Ebu Ceyb, El-Kâmûsu’l-Fıkhiyye, sh.145,Beyrut/1982
[27] Fizilal’il Kur’an
[28] Şamil İA
[29] Ahmed bin Hanbel
Nihâye’de din, tab’ ve seciyye olarak açıklanır. Dilimizdeki huy’un karşılığıdır. Bazen tabiat kelimesini de bu mânada kullanırız.Hulk ile, bir bakıma insanın nefsi olan bâtınî sûreti ve evsâfı ifade edilir. Tıpkı zâhirî sûret ve evsâfına da halk dendiği gibi. Nefsin iyi ve kötü vasıfları vardır. Sevab ve ikab, zâhirî sûretin evsafından çok, bâtınî sûretin evsafına taalluk etmektedir.[2]
İslâm ahlâkı Kur’an-ı Kerîm’e dayanır. Yani her yönüyle Cenâb-ı Allah tarafından vahiy yoluyla belirlenmiş bir davranışlar manzumesidir. Her şeyden önce İslâm ahlâkı bir vazife ahlâkı şeklinde ortaya çıkmıştır. Zira Kuran-ı Kerîm’deki her emir, müminler için bir görev belirlemiştir. İnsanın bir mümin olarak bu emirlere muhatap olmayı kabul etmesi, bunları birer görev olarak telâkkî etmesi anlamındadır. Kur’an-ı Kerîm’de Resulullah (s.a.s.)’a hitaben: “Sen en yüce bir ahlâk üzeresin ” (el-Kalem, 68/4) buyurulmuştur.[3]
İbnu’l-Arabî de şunu söyler: “…Güzel ahlâka sahip olanlar cidden azdır. Kötü ahlâka sahip olanlar ise, insanların çoğunluğunu teşkil eder. Zîra insan tabiatına galebe çalan, şerdir. Bu sebeple eğer insan, fikrini, ayırt etme gücünü, hayâ duygusunu, korunma melekesini kullanmaksızın kendisini tabiatının akışına bırakıverecek olsa ona hayvanî huylar galebe çalar. Zîra insan fikir ve ayırt edebilme vasıflarıyla hayvanlardan ayrılır. Bunları kullanamazsa âdetlerinde onlara iştirak eder, kuvve-i şeheviye her çeşidi ile onu istila eder, hayâ uzaklaşır, yok olur…”[4]
Bir gün bir sahabe Hz. Muhammed (sas)’in eşi Hz. Aişe’ye, Hz. Peygamberin ahlakı hakkında soru sormuştu. Hz. Aişe’nin ona verdiği cevap oldukça dikkat çekicidir:
– Sen, Kur’an okuyor musun?
Sahabe,
– Evet, okuyorum, deyince Hz. Aişe şöyle devam etti:
– İşte, Allah’ ın Elçisinin ahlakı, Kur’an idi.[5]
Yukarıdaki hadisten de anlaşıldığı üzere İslam Ahlâkı ile ahlâklanabilmek için Rasulullah (sas) in yaşantısına başvurmaya ihtiyaç vardır.Zira Cenab-ı Hakk bir ayet-i kerimede mealen şöyle buyurmuştur; “Andolsun ki; Allah’ın Rasulunde, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için güzel örnekler vardır.”(Ahzab/21)
Rasulullah (sav) ; bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; “Ben ahlâkî erdemleri(Mekarim-i Ahlakı) tamamlamak üzere gönderildim.”[6] Allah Rasulu (sav) in gönderilmiş olduğu cahiliyye toplumu; ahlâki çöküşe uğramış vaziyette idi bunlara örnek verecek olursak ;
Cahiliyye insanları Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı,şarap içme adeti ,kumar çok yaygındı. Hatta kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı.Tefecilik,faizcilik,fuhuş gibi güzel ahlaka zıt hasletler o dönemde revaçta idi.
“Ahlak”, Hz.Muhammed (sav)’e peygamberlik verilmesiyle ve Kur’an’ın indirilmesiyle kullanılmaya başlanan İslâmi bir kavramdır.Cahiliyye döneminde bu kelime kullanılmamıştır.
“Ahlâk”, insandaki iyi ve kötü huyları, fazilet ve rezaletleri ifade eder.Binaenaleyh “ahlâk”, güzel ve kötü olmak üzere ikiye ayrılır.
Güzel Ahlâk : Kur’an’a, Sünnete ve akl-ı selime uygun olan, söz,fiil ve davranışlardır.Allah rasulu (sas), bizzat kendisi uygulayarak ve sahabesine teşvikte bulunarak güzel ahlakın portresini çizmiştir. Buradan yola çıkarak, güzel ahlaka örnek verecek olursak; “itaat, ittika, istikamet, ilim, ihlas, ihsan, iktisad, iffet, itikaf, istiğfar, infak“ başlıcalarındandır.
[1] Şamil İA
[2] Kütüb-i Sitte Akçağ Yayınları(C5/s.299-312)
[3] Şamil İA
[4] Kütüb-i Sitte Akçağ Yay.(C.5/sh.301)
[5] Müslim, Salatü’l-Musafirin, 139.
[6] Ahmed b. Hanbel (Müsned-C2/sh381)