sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KELİMELER VE KAVRAMLAR (55) İLAH

KELİMELER VE KAVRAMLAR (55) İLAH
08.02.2023
1.003
A+
A-

İLAH

Kendisine ibadet edilen, her şeyden çok sevilen, tazim ve tesbih edilen mutlak varlık.

Lügatta, örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk anlamında kullanılmakla beraber genelde ibadet edilen, tapınılan nesnelerin ortak adı olmuştur. Ancak İslâmiyet’in saf tevhid akîdesi, tapılacak, ibadet edilecek; kâinatın ve eşyanın yaratıcısı ve yoktan var edicisi olarak sadece Allah’ı kabul etmektir. Bu yüzden, Allah’ı lâfzî sadece İslâm’ın kabul ettiği ilah inancının âlemi (özel ismi)’dir.

 

1.İnsanın zihninde ibâdete ve ilâh edinmeye iten etkenin asıl kaynağı, kişinin muhtaç ve güçsüz oluşudur.

İnsan, kendisinin ihtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı ona yardım eden, gerektiği an onu koruyan, ızdırap ve korkusu halinde korkusundan onu emniyete çıkaran bir varlıktan başkasına ibâdet etmeyi aklına ve hayaline bile getirmez.

2.Yine kişinin inancına göre ihtiyaçları gideren, dualara icabet eden, isteklere cevap veren bir varlığın, mevki bakımından yüceliğini itiraf etmekle  kalmaz, kuvvet ve kudretteki üstünlüğünü de itiraf eder.

3.Şu dünya hayatında kişinin ihtiyaçlarının, çoğunlukla sebep ve sonuç kanunlarına göre olması ve ihtiyaçlarını gidermek için yaptıklarının çoğunun, duygusu,görgüsü altında ve bilgisi çerçevesinden çıkmayacak bir durumda gerçekleşmesi nefsinde o varlığa kulluk etme arzusunu meydana getirmez.

Buna bir örnek verelim: Bir şahıs bazı ihtiyaçlarına sarf etmek için bir mala muhtaçtır. Bunun için başka bir şahsa gider ve ondan bir iş veya vazife ister. O da bunun isteğini kabul ederek bir iş verir. Sonra işine göre ücretini öder. Bu işçi, inanmak şöyle dursun işverene ibâdet etmeyi aklına bile getirmez. Çünkü O, kendisine emek harcatan, yorulmasına yol açan işi ve iş düzenini bütün yönleriyle bilmekte, gözleriyle müşahede etmekte, işverenin kendisi için belirlediği çalışma yöntemi hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Çünkü kendisine tapınılan “mabud” un kişiliği, zatı ve gücü gayb perdesi arkasında olmadıkça ve bütün ihtiyaçları gideren gücü gizli kalmadıkça, insanın ona ibâdet etmesi mümkün değildir.

İşte bu fikirden hareketle, mabut için isim olarak öyle bir kelime seçilmiştir ki, bu kelime, görünmezlik ve derin şaşkınlık anlamı ile birlikte yücelik üstünlük ve şereflilik mânâlarını da ihtiva eder.

 4.Nihayet kaçınılması imkânsız tabii hallerden biri de, insanın aşkla ve şevkle yöneleceği şahsın, ihtiyacı anında ihtiyacını gidermeye, sıkıntıya düştüğü zaman sıkıntısından kurtarmaya, ızdıraplı anlarında acılarım dindirmeye gücü yetsin Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, “İlâh” kelimesinin mâbûd hakkında kullanılmasına sebep olan faktörler şunlardır: İhtiyaçları gidermesi, amelin karşılığım vermesi, sükûnet bahşetmesi, yüceliği ve hükmü altına alıp koruması. Bu kuvvetli varlığın hakimiyeti mabudun ihtiyaçlarını karşılar, musibet anında onu korur. Aynı zamanda gözlerden o derce gizli olmalı ki insanların idrak edemediği sırlardan daha da esrarlı olsun ve insan ondan korktuğu kadar iştiyak ve sevgi de duysun.

İlâh kelimesinin yukarıda geçen çeşitli mânâları arasında kesin görüşe sahip bir kimsenin rahatlıkla anlayabileceği mantıkî bir bağ vardır. Ne olursa olsun herhangi bir şeyi kendisi için veli, yardımcı, kötülükleri uzaklaştıran ihtiyaçlarını gideren, duasını kabul eden, zarar ve fayda vermeye gücü yeten bir varlık olarak görürse ve bütün bunları tabiat kanunları çerçevesi dışında mânâlarla anlayıp onlar hakkında kabul ederse, bu inandığı şeyin bu âlemin nizamı üstünde, bir otoriteye sahip olduğunu kabul etmesinden ileri gelmektedir. Yine bir kimse birinden korkar, ondan sakınır, gazabının kendisine zarar vereceğine, hoşnutluğunun fayda sağlayacağına inanırsa, onun bu inancının ve hareketinin kaynağı, bu kişinin yaşadığı çevre üzerinde bir otoriteye sahip olduğu düşüncesinin zihninde yer etmesinden doğmaktadır. Neticede itibari ile yüce Allah’a inandıktan sonra, Allah’tan başkasına dua eden ve ihtiyaçlarını O’ndan başkasına arz eden kimsenin bu yanlış inancı, uluhiyyet otoritesinin her hangi bir kısmında onun, Allah’a ortak olduğuna inanmanın dışında başka bir sebepten kaynaklanmaz. Aynı şeklide kim Allah’tan başkasının hükmünü kanun sayar, emir ve yasaklarını uyulması gereken bir şeriat telakki ederse, onun otoritesini üstün kabul etmiş demektir.

Sözün özü şudur: Ulûhiyetin aslı bir otoritedir. İster insanlar onun hükmünün bu âlemde tabiat kanunlarına hakim olduğuna inansın, isterse insanın dünya hayatında onun emrinin de itaati ve boyun eğmeyi gerektirdiğini kabul etsin veya etmesin netice aynıdır.[1]

 

Uluhiyyet

Uluhiyyet 2 kısımda incelenmiştir, 1.Uluhiyyetin olağanüstülüklerde olan yetkileri;

“Kendilerine güç (izzet) sağlasınlar diye, Allah’tan başka ilahlar edindiler.” (Meryem 81)

“Yardım görürler umuduyla, onlar Allah’tan başka ilahlar edindiler.” (Yasin 74)

Görülüyorki insanlar darda kaldıkları zaman yardım edecek zannettikleri birtakım varlıkları ilah ittihaz edinmektedirler. Müşrikler inançlarıyla ilah kabul ettikleri varlıklara hürmet maksadıyla kurban adıyorlar şenlik günlerinde belirli bir şekilde hürmet gösteriyorlardı. Hürmet şekilleri ya yemek görtürmek ya çiçekler sunmak veya saygı duruşu yapmak şeklinde olabilir. Çünkü onlara göre kutsallaştırdıkları bu varlıklar kendilerinden razı olursa fayda sağlayabilir, kendilerine kızarlarsa zarar dokundurabilir. Bu tür cahiliye bir zamanla mukayyet olmayıp her zaman görülebilir. Şu zamanda da eski cahiliye inançları başka bir isim veya başka şekillerde kendilerini gösterebilirler. Hatta bu putlaştırılan kimselerin gaybi âlemde olağan üstü bazı tasarruf yetkilerine sahi p olduğuna inanılır ve bunlara yalvarışlarda yapılırdı. İşte günümüzde ve gelecekte dahi bu tür davranışlar ve benzeri inançlar hükmen bulunur.

“Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiç bir şey sağlayamadı, ‘helak ve kayıplarını’ arttırmaktan başka bir işe yaramadı.”( Hud 101)

2.Ulûhiyetin siyasi ve içtimai yetkileri;

Ulûhiyetin 2. Manadaki yetkileri teşrii kanun koyma yetkisidir. İnsanlaruın toplumsal hayatında, İdare sisteminde içtimai, siyası, muamelat ve askeri hatta hukuki ve toplum hayatını ilgilendiren sahalardaki emir, nehiy, ceza ve beşeri münasebet kurallarında insanların uyacağı bütün nizam ve intizam yetkilerinin tamamını içerir. Bu yetki sahalarında kısmen dahi Allah’tan başkasını selahiyet sahibi kabul etmekte onu ilahlaştırmak demektir.

“Onlar Allah’tan başka hahamlarını, rahiblerini rabblar edindiler. Meryem Oğlu Mesih’i de. Hâlbuki tek İlahtan başkasına ibadet etmemekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka ilah yoktur. O; bunların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.” (Tevbe 31)

“O halde onların arasında Allah’ın indirdiği ayetlere göre hüküm ver, onların keyfi arzularına uyma, onların seni Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmından bile şaşırtmalarından sakın, eğer sana sırt çevirirlerse bil ki, Allah, günahlarının bazısı yüzünden onları cezalandırmak istiyor. Kuşku yok ki, insanların çoğu fasıktır.

Yoksa istedikleri cahiliye düzeni midir? Kesin inançlılara göre Allah’ın düzeninden, Allah’ın verdiği hükümden daha iyisi düşünülebilir mi hiç?” (Maide 50)[2]

 

Kulluk etme, birini koruma, himaye etme, hayranlık duyma, korkudan birine sığınma; üstün bir güç, olağanüstü bir varlık karşısında aciz kalma, gizlenme, saklanmak maksadıyla başkalarına karşı kendini göstermeme, örtünme, ibadet etme, kulluk etme manasına gelen “alehu” fiili, ismi mef’ul olarak alındığında kendisine ibadet edilen varlık, mabud anlamında Kur’ânî ve İslâmî bir terim. Ulûhiyet, kelime olarak yukarıdaki değişik anlamları bir arada toplayan “ilah”ın, masdar halidir ve “ilahlık” anlamına gelir.

İslâm inancının temeli olan “La ilâhe illallah” cümlesi Allah’ın dışında hiçbir ilah kabul etmez; ancak, insanların Allah’tan başka varlıkları da kendilerine “ilahlar” edinmeleri bir realite olduğundan, insanların kendi kafalarından doğan bu düzmece ilahların ilahlıklarını inkar masadıyla Kur’ân-ı Kerîm’de Allah (c.c) onlardan “sahte ilahlar” olarak söz etmiştir. Sahte ulûhiyetin iki yönü vardır.

Birincisi; kendileri de diğer varlıklar gibi bir yaratık oldukları halde Allah’ın yarattığı, hiç bir güçlerinin olmadığını, ölümlü olduklarını bile bile diğer canlılar üzerinde üstünlük iddiasıyla onları kendisine boyun eğdirmeye çalışan. Allah’ın yeryüzündeki egemenliğini kendinde toplamayı hedefleyen ve ikna ya da hile, korkutma, baskı veya daha başka metodlarla kendisinin yeryüzünde itaat edilmeye layık “ilah” olduğunu kabul ettirdiği insanlara ilahlık taslayan kişiler ulûhiyetin özneleridir.

İkincisi, kendileri ilahlık taslamayıp, Allah’ın yeryüzündeki egemenliğini gaspeden sahte ilahlara boyun eğerek onların ilahlıklarını onaylayan veya cinlere, şeytanlara, meleklere, gök cisimlerine, ateşe, değişik hayvanlara, üstün insanlara, kahramanlara, peygambere, atalarına, din adamlarına, bilginlerine, siyasetçilerine ibadet edercesine tapan; onları sanki Allah’ın sıfatlarını kendilerinde topluyormuşçasına ululayan; Allah’ı bırakıp söz konusu varlıklara veya kendi heva ve heveslerine uyan kişiler, uluhiyeti Allah’tan başkalarına vermekle “müşrik” konumuna düşmekte; tek Allah’ın hakkı olan ulûhiyyet sıfatını çeşitli varlıklara layık görmektedir.

Kendilerini Allah yerine koyan kişiler ile Allah’tan başka varlıkları Allah’ın yerine geçiren insanlar, ulûhiyetin gerçek anlamının daralmasına neden olmuşlardır. Çünkü Allah’ın yanında başka ilahlar edinip ibadet veya itaat eden insanlar bu yaptıklarının Allah katında suç olmadığını, o ilahların Allah ile kendileri arasında birer aracı ve kendilerini Allah’a yaklaştıran şefaatçi durumunda olduklarını iddia ederler. Onlara göre, yeryüzünde insanlar arasında hiç bir sözü dinlenmemesine, indirdiği dinlerin, hayat düzenlerinin rafa kaldırılmasına rağmen gerçek ilah yine Allah’tır; ona inanırlar, daraldıkları zaman yalnızca ona dua ederler, ama günlük hayatlarındaki işlerine Allah’ı karıştırmazlar. Hatta onların bazıları namaz, oruç gibi ibadetleri yalnız Allah’ın huzurunda yapar, heykelden ilahlara tapınmaz, putların önünde saygı duruşunda bulunmaz; böylece kulluğu yalnız Allah’a yaptıkları inancıyla kendilerini Müslüman sayarlar.

Evrenin bir yaratıcısı olmadığını, her şeyin tesadüf eseri olduğunu kabul eden insan sayısı hiç bir dönemde öyle propaganda yapıldığı gibi büyük rakamlara varmamıştır. İnsanlar tek kelimeyle mükemmel olan bu kâinatın mutlak bir yaratıcısının olduğunu her zaman zorunlu olarak kabul etmiştir. Ateizme bağlananların birçoğu ya akıl hastasıdır, ya da bunalımlıdır veya kendi benliğindeki olumlu duygulara rağmen inatla Allah’ın olmadığını söylemektedir. Ateizm önderlerinin birçoğu da zaten Allah duygusundan yoksun olarak yaşamayı beceremediğinden intiharı seçmiştir. Durum böyleyken, yani dengesini kaybetmemiş insan yaratılışı, kâinattaki bu düzenin her şeye gücü yeten bir varlık (Allah) tarafından idare edildiğini onayladığı halde, her şeye egemen olan Allah’ın bu dünyaya da egemen olmasına tahammül edemeyip onun gösterdiği kurallarla yaşayamazlar. İşte Allah’ın dışında ilahlar edinme olayı bu noktada başlar. Göklerde ilah olarak kabul ettikleri Allah’ı, sosyal yaşantılarında, ekonomide, ahlakta, insan-insan, insan-hayvan, insan-tabiat ilişkilerinde yok sayarlar. Onun bu konular hakkında indirdiği kuralları uygulamayıp, büyüklerinin, din adamlarının, politikacılarının, o da olmazsa kendi havalarının görüşlerini kanun yapıp ‘onlara uyarlar. Hatta bazıları daha da ileri gidip hiç bir kuralı olmayan, isteyenin istediğini yapabileceğine geçirilen bu insanlar artık kendilerine itaat edenlerin ilahları haline gelmiştir. Onlar düzmece ilahlar, onlara uyanlarsa müşrikler ve sahte ilahların kulları olurlar. Bu tip insanlara Allah soruyor:

“Peki, Allah geceyi üzerinizde kıyamete kadar uzatsa, söyleyin, Allah’tan başka hangi ilah ışık getirebilir size? Hâlâ dinlemeyecek misiniz? Sor (onlara); Peki, Allah gündüzü üzerinizde kıyamete kadar uzatsa, söyleyin Allah’tan başka hangi ilah getirebilir bağrında dinleneceğiniz geceyi. Hâlâ görmüyor musunuz?” (el-Kasas, 28/71-72);

“Sor (onlara); Peki, Allah işitme duyunuzu ve gözlerinizi alsa ve kalplerinizi de mühürlese (aklınızı alsa) söyleyin Allah’tan başka hangi ilah (geri) verebilirsize bunları?” (el-Enâm, 6/46). [3]

 

[1] Kur’an’a göre dört terim (Mevdudi)

[2] Ş.Sarı Kelimei Tevhid Ve Manası

[3] Şamil İA/Uluhiyyet

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.