KELİMELER VE KAVRAMLAR (58) İMAN
İMAN
Güvenme, verilen bir habere kalbten inanma, haberi getireni tasdik etme; bir şeye tereddüde düşmeksizin inanmak.
“İman” kelimesi; Arapça’da “if’al” vezninde olup, aslı “emn” kökünden gelir. Dillere göre, korkunun zıddı olan “emn-ü emân=emniyet, güven” manasında, “âmene” fiilinin masdarıdır. Kelimenin aslı “emn” de “emân” idi. Başına “elif” gelince, “e’mene” oldu; sonra arapça gramer kaidesine göre “imân” okundu. Kelimenin başındaki “hemze” Arap diline göre “ta’diye” için “geçişli” olursa, “eman vermek, emin kılmak” manasına gelir ki; “esmâüllah = Allah’ın isimleri”nden olan “Mümin” bu manadan alınmıştır. Sayrûret (olmak) için kullanılırsa, iman; “emin olma, kalbi güven ve sükûna kavuşturma” manasına gelir. Buna lisanımızda “inanma” denir.
Allah cc Resulu vasıtasıyla bizlere bildirmiş olduğu haberlere gönlünde hiçbir sıkıntı duymaksızın inanan kabul eden ve fiilende inancında ve ferdi ve içtimai amellerinde bunu uygulayan kimseyede mü’min denir.
Bu esasa göre sözlükteki iman, mantık ilmindeki “tasavvur”un karşılığı olan “tasdik” ten ibaret olup, kavramındaki iki unsur vardır: Biri “bilgi=marifet” unsuru; diğeri, irade ve ihtiyar (kesb)” unsuru. Çünkü, önce neye, niçin ve nasıl inanılacağı bilinmeden, bir şeye iman ve onu tasdik mümkün olmaz. Bu yönden “marifet” unsurunun rolü açık; imanın akıl, fikir, düşünce ve nazar ile ilgisi aşîkârdır. İrade ve ihtiyar unsuru ise, bilinen bir şeyin tasdik edilerek iman haline gelmesi, terim ifadesiyle “iz’an ve kabulü” için şarttır. Diğer bir deyimle; bilinen ve iman konusu olan husus, baskı ve korkudan uzak, samimi bir gönülle içten benimsenmeli, tam bir teslimiyet ile kabul ve itiraf edilmelidir. O halde imanda; bilgiye dayanan iradeli bir tasdik, kesb ve ihtiyar lâzımdır. Her şeyi çok iyi bilen şeytanın kâfir sayılması, bu ikinci unsurun bulunmamasındandır
Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve peygambere uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz.(Ali imran 53)
Mü’minler ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah’a ve Rasulü’ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.(Hücurat 15)
Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için de kılavuz olan bir kitaptır. Ki onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Ve (yine) onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de bunlardır.(Bakara 2,5)
Cündüb İbnu Abdillah (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz erginlik çağına yaklaşmış bir grup genç, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. Kur’an’ı öğrenmezden önce imanı öğrendik. Sonra da Kur’an’ı öğrendik. Kur’an sayesinde imanımız daha da arttı.[1]
İslam akaidinde bu konu geniş bir şekilde incelenmiştir;
İmam-ı azam Ebu hanifeye göre iman artmaz ve eksilmez. Fahreddin razi de ‘İman artmaz ve eksilmez.Zira o, dinden olduğu zorunlu olarak bilinen bir şeyi onaylamanın adıdır. Böyle olunca asla artmaz ve eksilme olmaz.” O halde iman, iman edilmesi gereken hususlar bakımından artmaz ve eksilmez.
Bununla birlikte imanın muharrik gücü kuvvetli ve zayıf olması bakımından artar ve eksilir. Bu konuya gerek ayet-i Kerimelerde gerekse Hadis-i şeriflerde çokça işaret edilmiştir.Hz İbrahim A.s Yüce Allah cc dan ölüleri nasıl dirilteceğini göstermesini istemesi buna en güzel örnektir.[2]
İman, sırf dille söylenen bir söz değildir. iman, birtakım yükümlülükleri olan bir gerçektir. Kendine özgü ağırlıkları bulunan bir emanettir. Sabretmeyi gerektiren bir cihaddır. Katlanılması zorunlu olan bir çabadır. Bu yüzden, insanların “inandık” demeleri yeterli değildir.[3]
Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirir.(İbrahim 24,25)
İman tavrı gerekli kılar. Bu tavırda teslimiyetin ifadesi olan salih amellerle iştigal etmektir.
Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.(Tin 6)
Asra yemin olsun ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır. (Asr 1,3)
İman edip salih amellerde bulunanlar, onlar da cennet halkıdırlar, orada temelli kalıcıdırlar.( Bakara 82)
Kur’an-ı Kerim’de hiç bir yerde imansız amel zikredilmemiştir. Aynı zamanda hiçbir yerde, iyi bile olsa imansız bir amele mükafaat ümidi verilmemiştir. Diğer taraftan, faydalı ve muteber imanın, amel ile ispat edilmiş iman olduğu belirtilmiştir. Yoksa, salih amel olmadan yürütülen bir iman davasını insan kendi kendine reddetmiş olur. Çünkü o insan, iman iddiasına rağmen Allah (c.c.) ve Rasulü’nün gösterdiği yoldan başka bir yol takip etmektedir. İman ve salih amel ilişkisi, tohum ve ağaç ilişkisi gibidir. Eğer toprakta tohum yoksa ağaç meydana gelmesi söz konusu olamaz. Ama eğer toprakta tohum olduğu halde ağaç meydana gelmiyorsa onun anlamı tohumun toprakta gömülü kalmış olmasıdır. Onun için Kur’an’da verilen müjdeler, iman etmenin yanında salih amel de işleyenler için geçerlidir. Bu surede de, insanın hüsrandan kurtulması için imandan sonra salih amel işlemesi gerektiği bildirilmiştir. Diğer bir ifadeyle, salih amel olmadan sadece iman ile bir insan hüsrandan kurtulamaz.[4]
İman ve İslam:İman ve islam birdir.İslam sözlükte itaat etmek teslim olmak boyun eğmek bağlanmak, Müslüman olmak anlamlarına gelir.Terim olarak ise Allah’u tealaya itaat etmek boyun eğmek hz.Peygamber(sas)’in din adına bilidrmiş olduğu şeyleri kalp ile tasdik edip dil ile söylemek inandıklarını sözlerinde, davranışlarında kabul edip benimsediğini göstermek demektir.[5]
İmam Maturidi bu konuda şöyle diyor: “Bize göre iman ve islam, hernekadar lügat ve lafız itibariyle manaları aynı değilsede kendileri ile kast edilen mahiyeti incelendiğinde aynı olduğu görülür” çünkü bütün mezhepler imandan çıkanın islam sınırındanda çıkmış olduğunda müttefiktir.[6]
Nureddin es-sabuni bu iki kavramı dahada izah ederek şöyle diyor: İman ve islam terimleri biz ehli sünnete göre aynıdır.Ehli sünnet görüşünün ispatı şöyledir: İman yüze Allah’ı haber verdiği emir ve yasaklarında tasdik etmektn ibarettir.İslam ise onun uluhiyetine boyun eğip itaat etmektir.Buda ancak onun emir ve yasaklarını benimsemekle gerçekleşir.Ohalde taşıdıkları hüküm bakımdan İman İslamdan ayrılamaz.Aralarında zıtlık bulunamaz, İman ile islamın birbirinden ayrı şeyler olduklarını iddia eden kimselere sorulur: Mü’min olupta Müslüman olmayan Yahutta Müslim olupta Mü’min olmayan kimsenin hükmü nedir? Eğer biri için mevcut olupta öteki için bulunmayan bir hükğm ispat edilirse ne ala.Aksi taktirde sözünün yanlışlığı ortaya çıkmış olur.[7]
Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır. (Nisa 136)
Ey mü’minler! Allah’a ve Rasûlüne iman hususunda sebat ve devam ediniz.[8]
Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.(Ali imran 102) İman son nefese kadar taşınması gereken bir haldir. Ancak kişinin böyle olması ve kalabilmesi için ancak sağlam ve kuvvetli bir iman gereklidir.
“Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz.”(Saf 10,11) Bu, surenin ele aldığı temel konudur. Burada bu üslupla verilmektedir, böyle tekrar edilmektedir, ve bu tür bir anlatım içinde değinilmektedir. Çünkü yüce Allah insanın iç dünyasının böyle bir tekrara, böyle bir çeşitlemeye ve böyle bir hatırlatmaya ihtiyacı olduğunu bilmektedir. İlahi sistemin yeryüzünde kurulması ve bunun bekçiliğini yapması için; böyle zorunlu ve kaçınılmaz bir görevi yüklenmesi için sürekli teşviklere ihtiyacı olduğunu .bilmektedir.
“İman edenlerin gönüllerinin Allah’ı zikretmek üzere yumuşaması ve ondan gelen hakikate bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha evvel kendilerine kitap verilip de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalbleri kararmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasıklardı” (Hadid, 16) Dolayısıyla iman pas tutar sürekli cilalanması parlamasına canlılığını muhafaza etmesine sebep olur.
İmanı bozan haller: Meşhur alim Ömer Nesefî (Rh. A.), «Akaîd» risalesinde insanı küfre götüren hallerden yedi tanesini zikretmiştir:
1 — Naslar (Kitap ve Sünnet’-in hükümleri), zahirleri üzerine hamlolunurlar. Bunların zahirlerinden vazgeçip, batın ehlinin İddia ettiği mânâlara sapmak, İslâm’dan çıkıp küfürle vasıflanmak demektir.
Kur’an ve Sünnet’İn mânâsı gizlidir. Bu gizli mânâyı ancak Üstad bilir, demek yanlıştır, sapıklıktır.
2 — Nasları reddetmek, küfürdûr. Yani kitap ve sünnetin hükümlerini yalanlamak küfürdür.
3 — İster büyük, ister küçük olsun; (haram ve) günahı helâl saymak, küfürdür.
4 — Şeriat İle alay etmek, küfürdür. Çünkü bu hal tekzip alâmetidir.
5 — Allahü Teâlâ’nın rahmetinden ümit kesmek, küfürdür. Çünkü Cenâb-ı Hak, bu hususta, şöyle buyurur:
…Hakikat şudur ki, kâfirler güruhundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.(Yunus 87)
6 — Allah’ın azabından emin olmak küfürdür. Zira, Allahü Teâlâ buyurmaktadır ki:
…Büyük zararı göze alan kâfirler güruhundan başkası, Allah’ın (kulları hakkındaki azabını) imha! (ve tehir)in’den emin olmaz.(Araf 99)
7 — Gaybdan haber verdiği (iddia edilen adamın) haberini kabul) ile o kâhini tasdik etmek, küfürdür.»
Bu hususta Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
«Kim, bir kâhine gelir ve onun söylediklerini tasdik ederse; Allah’ın (C.C.), Hz. Muhammed’e (S.A.S.) indirmiş olduklarım inkâr İle küfre girmiş olur.[9]
Batıla iman:
“Tek Allah’a ibadete çağrıldığı, dua edildiği zaman küfrederdiniz. O’na şirk koşulunca (buna) iman ederdiniz. Artık hüküm yüceler yücesi Allah’ındır.” (Mü’min: 40/12)
“Onların çoğu, ancak şirk koşarak Allah’a iman ederler.” (Yûsuf: 12/106)
Başka ilahları Allah’a eş koşmalarının nedeni Allah’ın Sırat-ı Müstakim’e giden yolu gösteren işaret levhaları mesabesindeki ayetlerinden yüz çevirmeleridir. Böylece yoldan sapmakta ve dikenli çalılar arasında yitip gitmektedirler. Gerçi çoğu hakikatı bütünüyle gözden kaçırmamıştır ve Allah’ı bir yaratıcı, bir Rabb olarak inkar etmemekte ancak O’na şirk koşmaktadır. Yani, Allah’ın varlığını inkar etmemekte fakat, O’nun zatına, sıfatlarına, kudret ve haklarına ortak olan başka ilahlara da inanmaktadır. Eğer gökler ve yerdeki ayetleri bu bakış açısıyla müşahade etselerdi hiçbir zaman şirke düşmezlerdi, zira her yer ve şeydeki bu ayetlerin, Allah’ın birliğinin birer delili olduğunu keşfedeceklerdi.[10]
“Allah’tan başka kulluk ettiğiniz şeyler, sizin ve atalarınızın uydurduğu putlardan başka bir şey değildir. Allah, onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hükmetmek, yalnızca Allah’a aittir. O’ndan başkasına değil!” (Yûsuf: 12/40)
Hüküm koyma yetkisi, sadece ve sadece Allah’ın olmalıdır. İlahlığının her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah’a özgüdür. Zira egemenlik İlahlığın niteliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren, ister bir birey, bir sınıf, bir parti, ister bir grup, bir ulus, isterse uluslararası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun ilahlığın nitelikleri noktasından herkesten önce Allah’a savaş açmış demektir. İlahlığın baş niteliği durumundaki egemenlik noktasında yüce Allah’a savaş açan ve egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren, yüce Allah’ı apaçık bir biçimde inkâr etmiştir. Böyle bir kimsenin kâfir olduğu noktasında dinin kesin hükmü için, sadece bu ayetteki ifade bile yeterlidir![11]
[1] Kütüb-i sitte
[2] Ömer En-Nesefi Ehli sünnet akaidi Ravza.Yay Sh.149 İstanbul 2015
[3] Fi zilali’l Kur’an (Ankebut 2.3)
[4] Tefhimu’l-Kur’an(Asr 3)
[5] Ömer En-Nesefi ehli sünnet akaidi ravza yay.Sh 153,154 İstanbul 2015
[6] Kitabut Tevhid 394
[7] Nureddin es-sabuni Maturidiyye akaidi terc.184
[8] Safvetu-t Tefasir
[9] Müslim. 39/35; Ebu Davud. 22/21.
[10] Tefhim’ul Kuran (Yusuf 106)
[11] Fi zilali’l Kur’an(Yusuf 40)