KELİMELER VE KAVRAMLAR (64) İSLAM
İSLAM
İslam kelimesinin kökü selime- silm fiilidir. Selime; Sulh anlamına gelir aynı kökten türeyen selm, silm-selem gibi kelimelerde barış anlamına gelirler.Selime fiili aynı zamanda boyun eğmek itaat etmek anlamlarına da gelir.Boyun eğme birazda saygı duyarak olmaktadır. Esleme hayır ve iyilik anlamınıda ifade eder.
İslam varlığa ve insan hayatına ait en önemli kavramlardan biridir.Yüce Allah’ın ilk insandan son insana kadar, insanla başlayan beşeri hayatın başından kıyamete kadar gelecek bütün kişileri, bütün toplumlara ve bütün çağlara gönderdiği dinin adıdır.
İnsanoğlunun alemlerin Rabbi Allah’a teslim olmasının yoludur. Dünya hayatını düzene koyan İlahi sistemin özel ismidir. İnsanla Allah cc arasındaki İlahi bağdır. Mutluluğun barışın şeref ve izzetin sağlandığı yaşama biçimidir. Allah’ın insanlara onları mutluluğa ve yüceliklere yükseltmek için gönderdiği İlahi kanun İlahi ilkeler bütünüdür. İslam Allah’ın insanlar için seçtiği dinin özel adıdır.
“Bir zaman Rabbi ona: “İslâm ol” dediğinde, İbrahim: “Alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” demişti. İbrahim İslâm ümmetinden olmayı oğullarına da vasiyet etti. Ya’kub da onu tavsiye ederek: “Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde sizler sadece müslümanlar olarak can verin” dedi. Yoksa siz Yakub’a ölüm geldiği sırada yanında mı bulunuyordunuz? O zaman o, oğullarına: “Benden sonra neye tapacaksınız?” demiş, oğulları da:”Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek ilâha kulluk edeceğiz. Bizler O’na teslim olduk” demişlerdi” (el-Bakara, 2/131-133).
Dolayısıyla islam nizamı İtikadi, İçtimai, ameli, ve ahlaki bir nizamdır. Sorumlulukların bir kısmını yerine getirmekle teslim olunmuş olmaz.
Ey iman edenler, hepiniz topluca ‘barış ve güvenliğe (silm’e İslam’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.( Bakara 208)
Allah katında geçerli olan din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra karşılıklı ihtirasları yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkar ederse bilsin ki, Allah’ın hesaplaşması çok çabuktur.(Ali imran 19)
Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.(Ali imran 85)
Bize Ubeydullah ibn Mûsâ tahdîs edip şöyle dedi: Bize Hanzalatu’bnu Ebî Sufyân , İkrime ibn Hâlid’den, o da İbn Umer’den haber verdi: İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlulalah (S) şöyle buyurdu: “İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûl’ü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek, ramazân orucunu tutmak”
Bu, beş rüknü ile islâm’ın hâlini, beş direk üzerine dikilen çadırın hâline benzetmedir. İslâm binasının rükünlerinin, etrafında deverân etmekte olduğu mihveri “La ilahe illallâh… “şehâdetidir. îmânın kalan şu’beleri, yan direkleri gibidir.
Bu beş şey, bir zümrenin yerine getirmesiyle diğerlerinden sakıt olmayan, muhakkak her şahsın yerine getirmesi lâzım gelen aynî farzlardandır.[1]
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Şurası muhakkak ki İslâm garip (eşine rastlanmadık bir şekilde) başladı tekrar garibliğe avdet edecek. Gariblere ne mutlu.”[2]
Abdullah bin Ömer (r.anhüma), babasından rivâyet ederek şöyle demiştir: “Bana babam Ömer ibnü’l-Hattâb rivayet ederek şöyle dedi:
“Bir gün Rasulullah (s.a.s.)’ın yanında bulunduğumuz bir sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor; bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğruca Peygamber (s.a.s.)’in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:
-Yâ Muhammed! Bana İslâm’ın ne olduğunu haber ver! dedi. Rasulullah (s.a.s.):
-İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yol (külfetleri) cihetine gücün yeterse Beyt’i haccetmendir.” buyurdu. O zât:
-Doğru söyledin!’ dedi. Babam dedi ki: Biz buna hayret ettik. (Zira) hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.
-Bana imandan haber ver!’ dedi. Rasulullah (s.a.s.):
-İman; Allah’a ve Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmen, bir de kadere; hayrına şerrine inanmandır.” buyurdu. O zât (yine):
-Doğru söyledin!’ dedi. (Bu sefer:)
-Bana ihsândan haber ver!’ dedi. Rasulullah (s.a.s.):
-Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni muhakkak görür.” Sonunda Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“O Cibril’di; size dininizi öğretmeye gelmişti.”[3]
Bu hadisle İslam’ın temelleri izah edilmiştir.
Din Olarak İslam
“…Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim…”(Maide/3)
Dininizi kemâle erdirdim” demek, “Onu bütün bir düşünce, hayat sistemi ve medeniyet oluşturan kalıcı bir hayat tarzının gerekli tüm öğeleriyle donattım ve ilkelerini koydum. Tüm insanî sorunların çözümü için ayrıntılı talimatları belirledim. Artık bundan böyle bir başka kaynaktan kılavuz ve talimat aramanıza gerek yoktur.” demektir.
“Nimetin tamamlanması”, hidâyet nimetinin tamamlanmasıdır.”Sizin için hayat tarzı olarak İslâm’dan razı oldum; çünkü itaatinizle ve ona olan bağlılığınızla, kabul etmiş olduğunuz İslâm’a içten inandığınızı uygulamada da gösterdiniz. Sizi her türlü kölelik ve bağımlılıktan kurtardığımdan, günlük yaşantınızda Ben’den başkasına teslim olmanız için hiçbir sebep kalmamıştır.” Burada şu anlam da gizlidir: “Tüm bu nimetlerime şükür olarak, çizilmiş bulunan sınırları gözetmeyi asla ihmal etmeyiniz.”[4]
Müslüman
İslâm dinini kabul eden, Allah’a teslim olmuş kişi.
“Es.le.me” fiilinin ism-i faili olup “İslâm” ile aynı kökten gelir. İslâm lügatta itaat etmek, boyun eğmek, bağlanmak, bir şeye teslim olmak, kendini Allah’a vermek, ihlaslı davranmak, samimiyetle ve içten gelerek yönelmek, müslüman olmak, İslâm’a girmek; Yüce Allah’a itaat etmek, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in getirdiği din adına bildirmiş olduğu şeylerin hepsini benimsemek, şer’î hükümlere bağlılık göstermek, İslâmiyeti bir din olarak kabul etmektir (Bkz. el-Bakara: 2/112, 131-133; Âlu İmrân: 3/20, 83; en-Nisa: 4/125; el-Mâide, 5/44; el-En’âm: 6/14; en-Nahl: 16/81-83; el-Hacc: 22/34; en-Neml: 27/44; Lokman: 31/22, es-Sâffât: 37/103; ez-Zümer: 39/54; el-Fetih: 48/16; el-Cinn: 72/14).
“İslâm” ile “müslim” veya “müsliman” kelimeleri arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu sebeple, “İslâm” kelimesinin Iüğat ve ıstılah manasında zikredilen özellikleri taşıyan kimseye de müslim veya müsliman denilmiştir. Müsliman, Farsça “müslim”in çoğuludur. Halk dilinde bu kelime müslüman şeklinde kullanılmaktadır ve bu şekilde şöhret bulmuştur.[5]
“…Allah sizi gerek daha önceki kutsal kitaplarda gerekse elinizdeki Kur’anda “müslüman” olarak adlandırdı…”(Hacc/78)
Buradaki “siz” kelimesi, sadece bu ayetin nazil olduğu dönemde yaşayan veya bu ayetin nüzulünden sonra mümin olanları kasdetmemektedir: Burada “siz” ile insanlık tarihinin başlangıcından beri tevhide, ahirete, peygamberlere ve vahyî kitaplara inanan tüm insanlar kasdedilmektedir. Onlar “Yahudiler” veya “Hıristiyanlar” değillerdi, fakat kendilerini Allah’a teslim etmiş “müslümanlar”dı. Aynı şekilde Hz. Muhammed’e (s.a) (Allah’ın salat ve selamı onun üzerine olsun) uyanlar Muhammedîler değil, bilakis “müslümanlar”dır.[6]
İslam’ın Tebliği
“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet olsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.”(Al-i İmran/104)
MÜSLÜMANLARIN GÖREVİ
Bu iki temel esasa (iman ve kardeşlik) dayanan ve onlarla ayakta kalan, Allah’ın metodunun yeryüzünde ikamesi, hakkın batıla, iyiliğin kötülüğe ve hayrın şerre galip gelmesi için Allah’ın metoduna uygun olarak O’nun gözetimi altında ve O’nun elleriyle meydana gelen müslüman cemaatin görevi ise aşağıdaki ayette belirtiliyor:
“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet bulunsun.”
Evet hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir cemaatin bulunması kaçınılmazdır. Bizzat Kur’an ayetinin ifadesiyle yeryüzünde, hayra çağıran iyiliği emreden kötülüğü nehyeden bir otoritenin bulunması da kaçınılmazdır. Çünkü ayette hayra “Davet” olayı söz konusu edildiği gibi iyiliği “Emr” ve kötülüğü “Nehy” etmek de söz konusu edilmiştir. Bilindiği gibi “Davet” otorite olmadan da yerine getirilebildiği halde, “Emir” ve “Nehiy” ancak bir otorite ile mümkündür.
İslâm’ın bu sorunla ilgili düşüncesi budur. Evet “Emr” eden ve “Nehy” eden bir otoritenin bulunması kaçınılmazdır. Birliklerini bir araya getirip Allah’ın ipi ve yolundâ kardeşlik bağlarıyla birbirine bağlayan bir otorite… Hayra “Davet” ve şerrden “Nehy” üzerine kurulu bir otorite… İnsan hayatında Allah’ın metodunun gerçekleşmesi için birbirinden ayrılmayan bu iki esas üzerine kurulu bir otorite… Evet yeryüzünde Allah’ın hayat için indirdiği metodunun gerçekleşmesi ve insanlar tarafından bilinmesi hayra “Davet”i ve iyiliği “Emr” edip, kötülüğü “Nehy” eden ve kendisine itaat edilen bir otoriteyi gerektirir. Yüce Allah buyuruyor: “Biz Resulleri ancak Allah’ın izniyle itaat edilsin diye gönderdik.” Allah’ın yeryüzündeki metodu vaaz, irşad ve açıklamalardan ibaret değildir. Bu meselenin bir yönü. Diğer yönü ise, insan hayatında iyiliği gerçekleştirip kötülüğü yok edecek, toplumun iyi adetlerini hevasına, şehvetine ve menfaatine uyan kişilerin oyuncağı olmaktan koruyacak, her önüne gelenin kendi görüş ve düşüncesini hayır, iyi ve doğru zannetmemesi için bu iyi adetleri koruyacak “Emr” ve “Nehy” yetkisine sahip bir otoritenin kurulmasıdır.
Bu açıdan baktığımızda, tabiatı gereği bazı insanların şehvetleri ve ihtirasları, bazılarının maslahat ve çıkarları, bazılarının gurur ve kibirleriyle çarpışacağından hayra davet etmenin iyiliği emredip kötülüğü nehyetmenin o kadar kolay ve rahat olmayacağını görürüz. Çünkü insanlar arasında zorba diktatörler baskıcı egemenler, yükselmekten hoşlanmayan alçaklar, sıkıntıya gelemeyen zenginler, ciddiyetten uzak laubaliler, adaleti sevmeyen zalimler, doğruluktan hoşlanmayan sapıklar ve iyiliği reddedip kötülükten hoşlanan insanlar her zaman bulunur. Bu yüzden, hayr galip gelip, iyilik, iyilik olarak ve kötülükte kötülük olarak bilinmedikçe millet kurtulamayacağı gibi insanlık da kurtulamaz. İşte bütün bunlar için iyiliği, emredip kötülükten nehyeden ve kendisine itaat edilen bir otoritenin varlığı gerekmektedir.
Bu sebebden Allah’a inanan ve Allah için kardeşlik desteğine dayanan bu sıkıntılı ve zor işe iman ve Allah’tan korkma kuvvetiyle, sonra sevgi ve dostluk güçleriyle göğüs geren bir cemaatin elbette bulunması zorunludur. Yüce Allah, bu görevi yerine getirenler için şöyle buyuruyor: “İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[7]
İslam’ı Hayata Hakim Kılmak
De ki; “Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm tüm varlıkların Rabbi olan Allah içindir.O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi. Ben müslümanların ilkiyim.”(En’am/162-163)
Bu, kalpteki her çarpıntıda, hayattaki her harekette, namazda, ibadette, hayatta, ölümde, kulluk davranışlarında, pratik hayatta, ölümde ve onun ötesinde eksiksiz bir şekilde Allah için her şeyden soyutlanmadır.
Bu, mutlak tevhitten ve eksiksiz kulluktan kaynaklanan bir tesbihtir. -Allah’ı eksikliklerden uzak saymadır? Namazı, ibadeti, dirimi ve ölümü birleştirip tek başına Allah’a özgü kılmadır. “Tüm varlıkların Rabbi olan Allah’a…” Alemlerin üzerinde eksiksiz otorite ve egemenlik sahibi, eğiten, yönlendiren ve hükmeden Allah’a… Tam bir teslimiyetle, gönülde ve hayatta Allah’dan başkasına kulluk eden bir şey bırakmadan…” Vicdanda ve realiteler dünyasında O’na kulluk yapmaktan başka bir şeye yer vermeden… “Bana böyle emredildi.” Ben de duydum ve itaat ettim. Dolayısıyla “Ben müslümanların ilkiyim.”[8]
“İşte böylece sizleri mûtedil (orta, âdil, dengeli,vasat) bir ümmet kıldık. İnsanlara şâhid (örnek) olasınız ve Peygamber de size şâhid/örnek olsun diye…”(Bakara/143)
Bu ümmet, bütün insanlığa örnek olan orta yolu benimsemiş bir ümmettir. Buna göre, insanlar arasında adaleti ve hakkaniyeti egemen kılar, onların benimseyecekleri kriterleri ve değer hükümlerini ortaya koyar, onlar arasında görüşünü açıklayınca esas alınan görüş bu olur, insanların değer yargılarını, düşüncelerini, geleneklerini ve sloganlarını ölçüye vurur ve bunlar hakkında “Bu doğrudur, bu yanlıştır” diyerek son ve kesin sözü söyler. Yoksa bu ümmet, insanların tümüne örnek olması, onlar arasında adaleti hakim kılması gerekirken düşüncelerini, değer yargılarını ve kriterlerini yönlendirmekle yükümlü olduğu diğer insanlardan biri olamaz.
Düşünce ve inanç alanlarında “vasat (orta yolu benimseyen)” bir ümmet. Yani ne maddeden soyutlanmış bir maneviyatçılık ne de maddeyi tek gerçek olarak gören materyalizm gibi dengesiz bir aşırılığa girmez. Bunun yerine “ruha sarılmış ceset” ya da “cesede yapışmış ruh” esprisinde sembolleşen fıtri dengeye bağlı kalır. Enerji odakları çift kutuplu yapıya her çeşitten gıdasını tam olarak verir. Bir yandan hayatı koruyup devam ettirmeye çalışırken aynı zamanda ruhen geliştirip düzeyini yükseltmeye çabalar. Arzular ve eğilimler dünyasındaki her gelişmeyi ifrata ve tefrite (başıboşluğa ve aşırı baskıya) kaçmadan ölçülü, uyumlu ve dengeli bir biçimde serbest bırakır.[9]
[1] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/165.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/531.
[3] Buhâri, İman: 37, 1/20; Müslim, İman: 1, Hadis no: 8, 1/36; Tirmizî, İman: 14, Hadis no: 2738, 4/119; Ebû Dâvud, Sünnet: 16, hadis no: 4695, 4/223; İbn Mâce, Mukaddime: 9, hadis no: 63,64, 1/24; Nesâi, İman: 6, 8/88.
[4] Tefhimu’l Kur’an- Maide/3 Tefsiri
[5] Şamil İA
[6] Tefhimu’l Kur’an-Hacc/78 Tefsiri
[7] Fi Zilali’l Kur’an- (Al-i İmran/104 Tefsiri)
[8] Fi Zilali’l Kur’an- (En’am/162-163 Tefsiri)
[9] Fi Zilali’l Kur’an-(Bakara/143 Tefsiri)