KELİMELER VE KAVRAMLAR (67) İSTİKBAR
İSTİKBAR
Allah’a istiğna ve isyan, insanları küçük görme, onlar üzerinde zorbalıkla egemenlik kurma anlamını da ihtiva eden büyüklenme. Bu niteliklere sahip olan kişiye de müstekbir* denir. Kelime olarak istikbar, büyük olma anlamındaki “ke-bü-ra” kökünden gelir ve büyüklenme anlamını dile getirir. Aynı kökten gelen tüm kelimeler de büyüklük ve büyüklenmeyle ilgili anlamlar taşır.[1]
İstikbar Duygusu
“Hani biz meleklere `Adem’e secde ediniz ” dedik de hemen secde ettiler.Yalnız iblis kaçındı, kendini büyük gördü ve kâfirlerden oldu.”(Bakara/34)
Burada kötü tiynetin ne olduğu somut biçimde ortaya çıkıyor: Yüce Allah’ın emrine karşı gelmek… Üstün olanın üstünlüğünü onaylamaya yanaşmamak… Günahı üstünlük taslama aracı haline getirmek ve bile bile gerçeğe gözünü kapamak…[2]
İblis bu hareketiyle kafir olmakla beraber, müstekbir olma sıfatını da elde etmiş ve müstekbirlerin ilki olmuştur. Allah’ın emrini beğenmemesi, geçersiz görmesi, kendi nefsindekinin daha doğru olduğunu düşünmesi ona bu sıfatı kazandırmıştır.
Müstazaf
Cahiliyye toplumlarında toplumun çoğunluğunu teşkil eden, ezilen, hor görülen, güçsüz bırakılmış halk tabakası.
“Mustaz’aflar” (güçsüzler) kelimesi Kur’an-ı Kerim’de “müstekbirler” (kibirliler, büyüklük taslayanlar) kelimesinin karşıtı olarak kullanılır. Müstaz’atlarla, toplumda hiç bir tabii hâkimiyet yetkisi olmayanlar anlaşılır. Kur’ân-ı Kerim’de mustaz’aflar, müstekbirlerin istiz’af ettiği, zayıf gördüğü, zayıf bulduğu, zaafa uğrattığı, hor ve zelil kıldığı kimselerdir.[3]
“Anamın oğlu, dedi: Muhakkak bu topluluk beni zayıf gördü, zayıf buldu ve beni öldürüyordu” (el-A’raf; 7/150).
Yukarıdaki anlamlarda kullandığımız müstaz’af, Kur’ân-ı Kerim’de, kullanılış şekilleri davete karşı tutumları, müstekbirlerle ilişkileri ve toplumdaki konumları gözönüne alınarak bir kaç kategoride incelenebilir.
Bir kısım müstaz’af halk toplulukları vardır ki bunlar uzun zamandan beri nesillerin değişmesiyle vahiyden uzak kalmış, uzak bırakılmış kimselerdir. Eğer kendilerine vahiy ulaşırsa, davetçiler kendilerini Allah’ın dinine davet ederlerse daveti kabul ederler, omuzlarında taşımaya başlarlar. Bunlar müstekbirler tarafından olmadık işkencelere uğratılırlar. Davalarından vazgeçmeleri için ne kadar baskı yapılırsa yapılsın tekrar küfre dönmezler. Rasullere ilk inananlar bunlardır. Hz. Adem(a.s.)den bu yana peygamberler tarihi boyunca davanın ilk çilekeşleri durumundadırlar. Müstekbirlerin daveti kabul etmemelerinin bir bahanesi de rasullere ilk olarak inananların müstaz’aflar olmasıdır. Müstekbirler bu inananlarla devamlı alay ederler, onları çok küçük görürler. Rasullere de, müstaz’afları etrafından kovduğu takdirde inanacaklarını söylerler. Rasuller bunu yapmayınca, davayı ilk kabul edenler güçsüz kimselerden olduğu için, davayı haksız bulurlar. Zira bunlar müstaz’aflarla bir arada bulunmayı kibirlerine yedirmemektedirler.
Bir kısım müstaz’aflar da vardır ki bunlar müstekbirlerin yaptıklarına ses çıkarmazlar. Kendilerine yapılan zulme karşı çıkmayıp boyun eğerler. İster kendilerine karşı isterse başkalarına karşı yapılan haksızlıklara, kötülüklere, çirkin hareketlere, Allah’a dayanmama, dünyevi çıkarlar ve bir takım zaaflar yüzünden razı olurlar. Bunlar ya “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesini taşımaktadırlar veya zulüm yapanlar kendilerinden güçlü olmadıkları halde, onların güçlülüğü vehmine kapılırlar. Kur’an-ı Kerim bu tür müstaz’aflar için cehennem azabının olduğunu bildirmiştir.[4]
“İnkâr edenler; “Bu Kur’an’a ve bundan öncekilere inanmayacağız” dediler. Sen bu zulümleri Rablerinin huzurunda dikilmiş oldukları zaman suçu birbirlerine atıp dururken bir görsen. Müstaz’aflar, müslekbirlere;
“Siz olmasaydınız biz inanmış olacaktık derler. Müstekbirler, müstaz’aflara; “size hidayet geldikten sonra ondan sizi biz mi alıkoyduk? Hayır, siz zaten suçlu kimselerdiniz” dediler. Müstaz’aflar da müstekbirlere; “Hayır gece gündüz hile kuruyor ve bize Allah’ı inkâr etmemizi, O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezasını çekerler?” (es-Sebe: 34/31-33).
Müstekbirlerin Akıbeti
“Mesih de, Allah’a yakın melekler de Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim O’na kulluktan çekinir ve istikbâr eder/büyüklük taslarsa, bilsin ki O, hepsini huzuruna toplayacaktır. İman edip sâlih amel işleyenlere ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. Kulluğundan yüz çeviren ve müstekbirlik yapanlara/büyüklük taslayanlara gelince, onlara elem/acı verici şekilde azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar (Kendilerini Allah’ın azabından kurtaracak bir kimse bulamazlar).” (4/Nisâ, 173)
“Sonunda, refah ve bolluk içinde şımarık varlıklılarını azapla yakaladığımız zaman feryad ederler. Onlara şöyle deriz: ‘Bugün boşuna feryâd edip sızlanmayın. Zira bizden yardım göremeyeceksiniz. Çünkü ayetlerimiz size okunurdu da siz, buna karşı müstekbirce kibirlenip büyüklenerek arkanızı döner, geceleyin hezeyanlar savurur, ağzınıza geleni söylerdiniz.” (23/Mü’minun, 64-67)
“İnkâr edenler, ateşe arzolundukları gün, onlara şöyle denir: ‘Dünyadaki hayatınızda sizin için güzel olan herşeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Ama bugün, yeryüzünde haksız yere istikbâr edip büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir azap göreceksiniz.” (46/Ahkaf, 20)
Ona kulluktan çekinen bunu büyüklüklerine yedirmeyen, yani Allah’a itaat ve ibadetten uzak duranlara gelince: Onları lâyık oldukları, hak ettikleri şekilde dünyada da ahirette de can yakıcı bir azap ile azaplandıracaktır. Yüce Allah’tan başka işlerini yerine getirecek, düzene koyacak başka bir kimse bulamayacakları gibi, Allah’ın azabına karşı kendilerine yardımcı olup üzerlerinden azabı kaldıracak bir kimse de bulamayacaklardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şüphe yok ki, bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yedirme-yenler cehenneme hor ve hakir olarak gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60) Dünyada ibadet etmeyen ve buna karşı büyüklük taslayan müstekbirler ahirette küçültülmüş ve zeliller olacaklardır.[5]
İstikbara Kapılmayanlar
Melekler
Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O’na kulluk etmekten istikbâr etmezler/büyüklenmezler. O’nu tesbih eder ve yalnız O’na secde ederler.” (7/A’râf, 206)
“Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, istikbâr etmeden/büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler. Çünkü onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.” (16/Nahl, 49-50)
Müminler
“Âyetlerimize ancak, o kimseler iman ederler ki, bu âyetlerle kendilerine öğüt verildiğinde istikbâr etmeden/büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler. Onların, vücutlarını yataklarından uzaklaştırıp korkuyla , umutla Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını kimse bilmez. Öyle ya; mü’min olan, fâsık/yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar, elbette bir olmazlar. Iman edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır.” (32/Secde, 15-19)
Bu latif, berrak, duyarlı, takvadan ve Allah’ın korkusundan titreyen, üstünlük kompleksine kapılmadan, büyüklük taslamadan boyun eğerek Rabb’ine yönelen, umutla O’nun bağışını bekleyen mü’min ruhların aydınlık bir tablosudur. İşte Allah’ın ayetlerine inanan, canlı bir duygu ile, uyanık bir kalp ile, aydınlık bir vicdan ile bu ayetleri algılayan böyle ruhlardır.
Böylelerine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığı zaman “secdeye kapanırlar.” Ayetlerin içerdiği anlamdan etkilenerek ve yüce Allah’a yönelik bir saygı belirtisi olarak, O’nun yüceliği önünde bilinçli olarak secdeye kapanırlar. Secde ancak alınların toprağa bulaşması ile anlatılabilen bir duyarlılığın ifadesidir. Bedenin secdeye varması ile birlikte “Rabb’lerini överek tesbih ederler, büyüklük taslamazlar.” Büyük ve yüce Allah’ın kudretinin bilincinde olan, samimi olarak O’na boyun eğen, gönülden ürperen, Allah’dan bağışlama dileyerek tövbe eden mü‘minin, Allah’ın ayetleri aracılığıyla sunduğu mesaja vereceği karşılık budur.[6]
[1] Şamil İA
[2] Fi Zilali’l Kur’an- (Bakara/34 Tefsiri)
[3] Şamil İA
[4] Şamil İA
[5] Tefsiru’l Munir – (Nisa/173)
[6] Fi Zilali’l Kur’an- (Secde/15-19)