KELİMELER VE KAVRAMLAR (80) NİFAK-MÜNAFIK
Nifak ‘Enfeka’ fiilinden masdarıdır ve sözlükte bir delikten girip öbüründen çıkmak demektirki tarla fareleri hakkında kullanılır.
İçinden gerçek anlamda iman etmemiş olup, dışından müslüman görünen kimse, aslî mânâsını değiştirmeden dilimize geçmiş olan münafık kelimesi İslâm toplumu içinde çeşitli sebeblerden dolayı ve menfaati icabı kendini müslüman göstererek Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlere düşmanlığını gizleyen kimsedir.[1]
Dil âlimleri der ki: “Münafık”a münafık deniliş sebebi, içinde gizlediğinden başka birşeyi açığa vurmasıdır. Bu isimin ona verilmesiyle o, yafean faresi denilen hayvana benzetilmiştir. Bu cerboa (Arap tavşanı, yaban faresi) denilen hayvanın “en-Nafika (bugünkü diliyle tünel anlamında)” adını alan bir deliği bulunur. İkinci bir deliği daha vardır ki o deliğin adı da “el-Kâsiâ”dır. Bu hayvan yeri deler, içeri girer. Yerin yüzeyine yakın ve toprağı inceltinceye kadar deliğini sürdürür. Herhangi bir tehlike sezdiği vakit kafası ile bu toprağı iter ve dışarı çıkar. O bakımdan bu hayvanın deliğinin dışı toprak, içerisi ise, kazılmış halde olur. Münafıkın durumu da işte böyledir. Onun dış görünüşü iman, içi ise küfürdür.[2]
“Nifak, kalbte olursa küfür, amelde olursa suçtur”[3] Bu bakımdan, münafıklardaki nifak hâli îtikâdî ve amelî olarak iki grupta toplanır:
1) İtitkadi nifak; Dışarıdan Müslüman olduğunu söylediği halde kalbinden inkâr etmek Müslümanlığı kabul etmemek bu nifak’ ın sahibi Allah katında kâfirlerden aşağıdadır. Ama Müslümanların arasında Müslüman sayılırlar. Çünkü kalplerdeki nifakı Allah ‘tan başka kimse bilemez.
2) Ameli nifak; Müslümanların bazı yanlış davranışları nifak alameti (belirtisi) sayılır. Yalan söylemek emaneti korumamak gibi. Bu gibi nifaka düşenler günah kazanırlar.
Nifakın riya ile alakası: “Şeddâd bin Evs (Radıyallâhü anh)’den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Ümmetim, hakkında en çok korktuğum şey, Allah’a ortak koşma (suçunu işlemeleri) dir. Bilmiş olunuz ki: Şüphesiz onlar güneşe, aya veya puta tapacaklar diyecek değilim ve lâkin bir takım ibâdetleri Allah’tan başkası için işliyecekler ve gizli bir şehvet arzulayacaklar.”
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allahu Teâlâ Hazretleri diyor ki: “Ben ortakların şirkten en müstağnî olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa, onu ortağıyla başbaşa bırakırım.” [4]
Ameli nifak Hz Muhammed sas mü’minleri kendisiyle sakındırdığı bir hastalıktır. Bir kimse tarafından yapılan herhangi bir amel, kalpler bilinmediği için zahiren Allah cc hoşnut olduğu bir amel zannedilebilir. Bu bakımdan nifakla riyanın arasında da bir benzerlik vardır. Riya: Allah cc rızasının yanında başka bir kimsenin rızasını gözetmek onun hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak gösteriş yapmak vs. Nifak ise kalbinde taşıdığı niyetin dışında amel etmek. Bu manada ikisinin arasında ki ortak nokta ‘İçinde taşıdığı halden’ başka gözükmek.
…Allah şahitlik eder ki: Şüphe yok, münafıklar elbette yalancıdırlar.( Münafikun 1)
Münafık kâfire nispetle, çirkin bazı şeylerle de muttasıftır.
- A) O insanların düşüncelerini karıştırmaya yeltenmişken, kâfir buna yeltenmemiştir.
- B) Kafir kendisinin yalan söylemesine razı olmamış, bundan kaçınmış ve sadece doğruyu söylemeye razı olmuşken, münafık ise yalan söylemeyi tercih etmiştir.
- C) Münafık: asli kâfirin aksine küfrüne birde alay etmeyi eklemiştir. Küfrünün fazla olmasından dolayı Cenab-ı Hak: “Şüphesiz ki, münafıklar ateşin en aşağı tabakasına atılacaklardır”. Buyurmuştur. Buna benzer birçok mesele nifak ehlinin kâfirlerden daha aşağıda olduklarını bizlere göstermektedir.
İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar.[5]
“Hz. Ömer, Huzeyfe (radıyallahu anhümâ)’ye “Bende nifaktan bir şey biliyor musun?” demiştir. Hz. Ömer burada nifaku’lküfrü kastetmiş değildir, bilakis nifaku’l-ameli kastetmiştir.”
Dolayısıyla mü’min bir kimse yukarıda sayılan maddeler hakkında kendisini muhafaza etmeye çalışmak, onlara yaklaşmamak, Allah muhafaza fark ettiğinde üzerinden atmaya çalışmakla uğraşmalıdır.
Kur’an-ı Kerim insanları mü’min, kâfir, münâfık olmak üzere üç grupta toplar (el-Bakara, 2/1-20) ve insanların en kötüsü ve iki yüzlü olanı şeklinde tarif edilen münafıkların şu özelliklerinden sözeder:
İslâm toplumu içinde fesatçıdırlar. “Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiğinde; “biz ıslah edicileriz” derler”, (el-Bakara, 2/9-13). “Müslümanların inandıkları gibi inanın, diye örnek verilince; “biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?” diye itiraz ederler. İnananlarla yanyana gelince de; “sizinle beraberiz” derler. Fakat reisleri ve şeytanlarıyla başbaşa kalınca; “biz onları aldattık” diye alay ederler” (el-Bakara, 2/13-15).
İman ile küfür arasında bocalayan münafıklar, bazan Allah’ı hatırlar gibi davranırlar. Fakat, Allah’a oyun etmeye çalışırlar ve gösterişte bulunurlar. Namaza da üşene üşene kalkarlar (en-Nisâ,4/142-3). İnsanları Allah yolundan döndürmek için yalan yere yemin ederler (Mücadele, 58/14; Münâfıkûn, 63/2).
Münafıkların kalbi verimsiz toprak gibidir (el-A’raf, 7/58), menfaatlerine göre şekil alırlar, dönektirler (en-Nisâ, 4/141; el-Ankebût, 29/10-11) Asr-ı Saadetteki münâfıklara; “Hz. Peygamber’in yanına gelmeden önce sadaka verin de öyle gelin” denildiğinde bunların, menfaatlarına dokunduğu için, kaçtıkları tesbit edilmiştir. (Mücâdele, 58/13). Münafıklar bir taraftan da maddî kazanç sağlamak için ahlâk dışı davranışlara başvururlar. Nitekim, münafıkların başı Abdullah İbn Ubeyy b. Selûl, kazanç sağlamak amacıyla câriyelerini zinaya zorluyordu. Bu maksatla bir nevi genelev de kurmuştu. Zina yoluyla câriyelerinden gelir sağlama çabası üzerine, olayı yasaklayan âyet nazil olmuştur (et-Taberî, Tefsir, XVIII, 132; en-Nûr, 24/33).
Münafıklar Allah’ı unutup cimrilik yaparak ellerini yumarlar (et-Tevbe, 9/67), bir belâya uğrayıp sıkışınca hemen fitneye düşerler (el-Ankebût, 29/10), felâketin dönüp kendilerine çarpmasından korktuklarını, kendi aralarında fısıldaşırlar (el-Mâide, 5/52, 53); olayların akışı münafıkların lehine gibi ise, itaatla koşa koşa Peygamber’in yanına gelirler (en-Nûr, 24/49); bunlar zâhiren îman edip kalpleriyle kâfir olanlardır (el-Münafıkûn, 63/3).
“Allah’a, Peygamber’e inandık, itaat ettik” diyen münafıklar (en-Nûr, 24/47; Münafıkûn, 63/1); diğer taraftan Hz. Peygamber’e isyanı, düşmanlığı fısıldaşırlar (el-Mücâdele, 58/9-10). Onlar aynen şeytanlara benzerler (el-Haşr, 59/16); tabiatları gereği Allah’a ve Peygamber’e muhalefet üzeredirler (el-Mücadele, 58/20); fakat kalblerindeki gizlediklerini ortaya çıkaran âyetlerin inmesinden de çok korkarlar (el-İnfitâr, 82/4-5; et-Tevbe, 9/64).
Allah’a kötü zanda bulunan erkek ve kadın münafıklar (el-Fetih, 48/6), biribirlerinin tamamlayıcı parçası olup, insanları kötülüğe çağırır, iyilikten vazgeçirmeye çalışırlar. Onlar ebedî cehennemliktirler (et-Tevbe, 9/67-69). Kötü sözlerin müslümanlar arasında yayılmasını isterler (en-Nûr, 24/19); kötülük yapınca sevinirler; yapmadıkları şeylerle övünmekten hoşlanırlar (Âlu İmrân, 3/188); Kur’an-ı Kerim âyetleriyle alay ederler (en-Nisa, 4/140); İslâm toplumu içinde yalan-yanlış uydurma haber yayarlar (el-Ahzâb, 33/60-61); cihada çıkacaklarını yemin ile ifade ettikleri halde iş fiiliyata dökülünce kaçarlar (en-Nûr, 24/63); düşman korkusundan ölüm baygınlığına düşer (el-Münâfıkûn, 63/19); böyle bir ortamda kaçacak delik ararlar (et-Tevbe, 9/57). Mü’minler zafer kazanınca, başarıya ortak olmak, ganîmetten faydalanmak için; “sizinle beraber değil miydik?” derler. Kâfirler gâlip gelince; “size mü’minlerden gelecek ziyanı biz önlemedik mi?” derler (en-Nisâ, 4/141). Savaşta çok şehid düşen olursa; “Allah lutfetti de iyi ki savaşta bulunmadım” diyen münafıklar, eğer ganîmet bölüşülecekse, “ah keşke ben de şu ganîmete erseydim” derler (el-A’râf, 7/72, 73).
Kur’an-ı Kerim’de özelliklerini tanıtıp haber verdiği münafıklar için Yüce Allah, peygamberini şöyle uyarmaktadır: “O münafıkların dış görünüşlerine aldanma. Onların liderlerini gördüğün zaman, yakışıklıdır, gövdeleri hoşuna gider. Konuşurlarsa güzel konuşurlar, dinlersin. İşte onlar sıra sıra dizili kereste gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar” (el-Münafıkûn, 63/1-4). Hak söz tanımayan, âhirette topluca kâfirlerle bir araya gelecek olan (en-Nisa, 4/140), münafıklara istiğfar etsen de etmesen de birdir. Çünkü Allah bu fâsıkları affetmeyecektir (el-Münafıkûn, 63/6).
Yine hadisi şeriflerde bu durum şöyle bildiriliyor:
Ammâr İbnu Yâsîr (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kimin dünyada iki yüzü varsa kıyâmet günü, ateşten iki dili olacaktır.”[6]
Yine Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh)’den bir rivâyete göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde, Allah nazarında en kötü olanlardan bir kısmını da ikiyüzlülerin teşkil ettiğini göreceksiniz. Bunlar bazılarına bir yüzle, diğer bazılarına da başka bir yüzle giden insanlardır.”[7]
Münafığa münafık denilmesi içindekinden farklı bir durumu izhar etmesinden kaynaklanıyor asıl itibariyle oda küfür ehlidir. Dolayısıyla Allah cc kitabında bu mahlûkların hallerinden bahseder onların sapık, karanlık ve çirkin yüzlerini ortaya koyar;
Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.( Enam 122)
Mümin gönüllere iki yolun yolcularının piskolojisinden bahsediyor.
Allah şöyle bir misal verdi: Birbiriyle çekişen birçok ortakların sahip olduğu bir adam (yani köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adam. Şimdi bu ikisinin durumu bir oluyor mu? Hamd yalnız Allah’a mahsustur; fakat çokları bilmiyor. (Zümer 29)
“Onların durumu, (geceleyin) ateş yakan kimsenin durumuna benzer: Ateş tam çevresini aydınlattığı sırada Allah ışıklarını yok ediverir de onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler. Yahut onların durumu, gökten yoğun karanlıklar içinde gök gürültüsü ve şimşekle sağanak hâlinde boşanan yağmura tutulmuş kimselerin durumu gibidir. Ölüm korkusuyla, yıldırım seslerinden parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır. Şimşek neredeyse gözlerini alıverecek. Önlerini her aydınlatışında ışığında yürürler. Karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah dileseydi, elbette onların işitme ve görme duyularını giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”( Bakara 17, 20)
[1] Şamil İ.A.
[2] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 1/451.
[3] (Kurtubî, Tefsir, VIII, 212).
[4] Müslim, Zühd 46, (2985)
[5] Buharî, İman 24, Mezalim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Davud, Sünnet 16, (4688); Tirmizî, İman 14, (2634); Nesâî, İman 20, (8, 116)
[6] [Ebû Dâvud, Edeb 39, (4873)
[7] Buhârî, Edeb 52; Müslim, Fedâil 199, (2526); Muvatta, Kelâm 21, (2, 991); Tirmizî, Birr 78, (2026); Ebû Dâvud, Edeb 39, (4872)