sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KİBİR ŞEYTANIN HASLETİDİR

A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd; Alemleri yoktan var eden,  Rahman ve Rahim, Din günün sahibi, kendisinden başka bir ilah bulunmayan, yarattıklarını rızıklandıran, yegâne Hakimiyetin sahibi olan Allah (c.c)’ya mahsustur.

Salat ve Selam;  Alemlere rahmet olarak gönderilen, kendisine itaat edilmedikçe kurtuluşun asla mümkün olmayacağı, Allah (c.c)’ın dininden asla taviz vermeyen, , müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı ise şiddetli olan Rasulullah(sav)’a, aline, ashabına ve onun izinden giden müminlerin üzerine olsun inşaAllah.
Büyüklük yalnızca Allah’a(cc) mahsus bir vasıftır. İnsanın kibirlenmesi, Allah’a ait bir vasfı kendisinde görmeye çalışmasıdır ki son derece yanlış bir anlayış ve insanın haddini bilmemesidir. Zira insanın inkâr edilemeyecek derecede bâriz olan şu vasıfları, devamlı onun eksikliğini ortaya koyup durmaktadır: Acziyet, zaafiyet, yanılma, unutma, câhillik, zulüm, acelecilik, cimrilik, menfaatine düşkünlük, nankörlük… Yaratılış safhaları ve hayatının sonu itibâriyle de insanın övünülecek bir tarafının olmadığı açıktır. Dolayısıyla kibirlenmek ona yakışan bir davranış değildir.
Allah(cc) bir kişiye maddi mânevi nimetler lûtfetmişse, onun gurur ve kibire kapılması değil, her şeyi veren Rabbine şükretmesi icab eder. Zira kulluğa yakışan tevazu ve şükürdür. Peki kibir nedir?

Kibir; Sözlükte büyüklük demektir. Istılahta ise “tekebbür ”den gelip büyüklenip hakkı kabul etmemek ve insanları hor ve küçük görmektir. Kibir, Allah Teâlâ’nın hiç sevmediği, hatta en fazla gazap buyurduğu mânevî hastalıkların en fenasıdır ve şeytanın işlediği ilk günah olup kalbi hastalıkların başında gelir.

Abdullah bin Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir.
Peygamber (sav)şöyle buyurdu:“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.” Sahabenin biri: “İnsan elbise ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder”, deyince şunları söyledi: “Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemektir.” [Müslim, Tirmizî]

Bu hastalığın mikrobunu alan bir kimse kendini büyük görmeye, insanlardan üstün olduğunu düşünmeye başlar. Kalbindeki bu hastalık ilerledikçe, kendisine insanlardan farklı imkânlar ve özellikler verildiğine inanır. Sonunda kibir ve gurur bütün davranışlarına hâkim olur. İşte o zaman melekler bu haddini aşmış kimseyi kibirliler ve zalimler defterine yazarlar. Resûlullah (sav) şöyle buyuruyor: “Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zalimler grubuna kaydedilir. Böylece zalimlere verilen ceza ona da verilir.” [Tirmizi]
Oysa büyüklük Allah’a mahsustur. İnsanın kibirlenmesi, sadece Allah’a ait bir özelliğin kendinde de bulunduğunu iddia etmesi demek olur ki, işte bu haddini bilmemektir.
Asıl, kula yakışan tevazudur. Haddini bilmektir. Kusur ve noksanlarının farkında olmak, güçsüzlüğünü anlamak, bilgisizliğini kabul etmektir. Allah’ın sonsuz kudreti karşısında bir hiç olduğunu itiraf etmektir.Allah(cc) kibrin ne denli kötü bir hastalık olduğunu hatırlatmaktadır:
“Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” [Lokman-18]
“Yeryüzünde şımarıklık taslayarak yürüme. Çünkü sen ne yeri delebilirsin, ve ne de boyca dağlara erebilirsin. ”[isra-37]
Seyyid Kutub(rh.a) bu ayetin tefsirinde şöyle bir açıklama yapıyor:
İnsan, kalbini bütün kullarına egemen olan yaratıcı bilincinden boşalttığı zaman elindeki serveti, iktidarı, kuvveti veya güzelliğiyle övünme. Böbürlenme hissine kapılır. Eğer elindeki tüm nimetlerin Allah tarafından kendisine verildiğini, Allah’ın gücü karşısında çok zayıf olduğunu hatırlayıp anlayacak olsa büyüklük taslaması söner, böbürlenmesi iner. Yeryüzünde şaşkın ve şımarmış bir şekilde değil, olgun bir şekilde gezinmeye başlar.

Şayet Allah Teâlâ bize güzel nimetlerinden bol bol vermişse, kendi bileceği bir sebep ve hikmete binaen bize daha fazla lütufta bulunmuşsa, bu bizim kibirlenmemizi değil, O’na daha fazla şükretmemizi gerekli kılar.
Malın, makamın, servetin, güzelliğin ve insanların hayran kalıp alkışladığı her varlığın bir emanet olduğunu düşünemeyen insan, büyük bir yanılgı içine girerek bu cazip imkânları kendi gayretiyle kazandığını zanneder. Bunları verenin dilediği zaman çekip alabileceğini hesaba katmadığı için de hep aynı durumda kalacak hayaliyle kendini üstün görmeye başlar. Sadece kendisi gibi olanlarla düşüp kalkar. Kendisi gibi olmayanları küçük, seviyesiz ve önemsiz bulur.
Bu tip insanlar kendilerini diğer insanlardan farklı gören, halkı aşağılayan, onlara sevgiyi, ilgiyi ve sahip oldukları maddî ve mânevî şeyleri lâyık görmeyen kimselerdir. Büyüklük ve ayrıcalık hastalığı onları toplumdan koparmıştır.İşte bu tavır, yegâne kudret ve kuvvet sahibi, kâinattaki her şeyin tek maliki olan Allah Teâlâ’yı gazaplandırır.
Hârise bin Vehb (ra);Resûlullah(sav) şöyle buyururken dinledim, diyor: “Size cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Katı kalpli, kaba, cimri ve kurularak yürüyen kibirli kimselerdir.”(Buhârî, Müslim, İbni Mâce)
Hazinesinin sadece anahtarlarını, güçlü kuvvetli kimselerden meydana gelen bir ekibin taşıyabildiği Kârûn, servetine güvendiği, böbürlenip gururlandığı, çeşitli kötülükler ve bozgunculuklar yaptığı için Allah(cc)onu servetiyle birlikte yerin dibine geçirmiştir.
Evet… Tarih; kibir ve zulmün bayraktarı olarak bilinen Nemrut, Firavun, Hâmân ve onların izinden giden; kendini beğenmiş, kulluğunu unutmuş, hakkı ve hakikati ayaklar altına almış daha nice zalimleri de kaydetmiştir.
Bu sebeple insan her zaman kendini kontrol etmeli, hakka boyun eğip halka değer vermeli, her zaman başı yerde olmalı, duygularının nizam ve intizamdan çıkmamasını sağlamalıdır. Böyle bir nefis muhasebesi yapılmadığı zaman, insanın tabiatında bulunan kendini beğenme ve başkalarını küçümseme hastalığı, müsait şartlarda depreşip gün yüzüne çıkabilir. İşte o zaman ayaklar yerden kesilmeye, insan kendini başkalarından üstün görmeye, mertebece kendinden aşağıda olanları ezmeye başlar. Bu halin sonu, Allah korusun, o hayalî yükseklikten cehennem çukuruna tepe taklak düşmektir.O halde insan Allah (cc) karşısındaki acziyetini bilip, onun yanında boynunun kıldan ince olduğunu asla unutmamalıdır.Zira kulun vazifesi, Allah’ın buyruklarına uymak, O’nun istediği şekilde davranmak, sahip olduğu imkânlara aldanıp böbürlenmemektir. Sonunda kazançlı çıkacak ve Allah’ın cennetine  nâil olacaklar işte bunlardır.
Aslında kibir başlı başına bir afettir, bir bela, bir musibet ve bir felakettir. Bununla birlikte kibrin birçok afet ve kötü neticeleri vardır: Başta Allah`ın rahmet nazarından, cennetten mahrum kalıp sevgisini kaybetmektir.Kibrin bir musibeti de Allah Teâlâ`nın ayetlerine hidayet olmamaktır. “Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım.” [Araf-146]
Şunu iyi bilmek gerekir ki birbirlerine karşı üstünlük taslayanlar bir saf olamazlar, samimi bir şekilde omuz omuza veremezler, cismen yan yana gelseler bile kalben birbirlerinden uzaktırlar. Herhangi bir iş için yan yana gelen böyle bir topluluğun başarısından bahsedilemez çünkü Kibir şeytanın hasletidir… Allah(cc) kendisini lanetleyerek gökler ve yerler kadar geniş olan cennetten cehennem azabına kovmuştur.
Allah`ım! Kibirden, gururdan ve nefsin her türlü pisliklerinden sana sığınırız. Sen bizi affet ve kalbimizi bu büyük afetten muhafaza eyle!

VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.