KİŞİYLE RABBİ ARASINDAKİ İRTİBAT VESİLESİ; DUA
Gerçekten Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah’a sığınırız.
Allah (c.c), kimi hidâyette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiştir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah’dan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a) Allah’ın kulu ve Rasûlüdür. Salât ve selâm O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun. Allah cc Bakara suresi 186.Ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır;
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
(Ey Rasûlüm) kullarım sana benden sordularsa, muhakkak ki ben çok yakınımdır; bana dua edince, dua edenin duasını kabul ederim. O halde onlar da benim dâvetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola ulaşmış olsunlar. (Bakara – 186)
Sözlük anlamı ile dua “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” demektir. Dinî bir terim olarak ise insanın bütün benliğiyle Allah’a hâlini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması demektir.
Duanın ana hedefi insanın Allah’a halini arzetmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamı taşır. Bunun gerçekleşmesi için önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kudret karşısında duyduğu saygı ve ümit hisleri sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuştur. Dua böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksiklerinin telâfisini, diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır. Bir başka söyleyişle dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Bu sebeple insan tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır.
Kul erişemeyeceği ve iktidarıyla elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan Kadîr-i Mutlak’tan ister; işte bu isteğin adıdır duâ. Duâ imanın bir göstergesi olduğu gibi aynı zamanda kulluktur, ibadettir. Hatta Peygamber Efendimizin (asm) beyanıyla ibadetin özüdür o. Duâ Rabb’e dönüş ve yönelişin adıdır. Yine duâ, kuldan Rabb’e yükselen kulluk nişanı, Rab’den kula inen rahmet simgesidir. Daha doğrusu o, Allah’la kul arasında olan münasebetin tam odak noktasıdır.Hakkımızda rahmeti ve rızayı celp, gazap ve öfkeyi def edecek olan müessir bir ubudiyettir duâ. Çok defa beşer imkânının tükendiği noktada duâ şuuru başlar. Rabbin kapısına duâ ile varılır, o kapıda duâ ile konuşurlar ve rahmeti hakkımızda sağnak sağnak celbeden de duadır. Evet dua rahmetin celbine vesile olduğu gibi belayı ve musibeti de ortadan kaldırır.
““Allah Teâlâ katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.” (Tirmizi, Deavât, 1; İbn Mâce, Dua, 1)İşte dua kulun her zaman ve zeminde Yüce Allah ile bağ kurmasını sağlayan ve O’nu hatırlatan bir ibadet olduğundan -yukarıdaki hadiste ifade edildiği üzere- Allah katındaki en kıymetli amel olarak nitelenmiştir. Dua, kulun âlemlerin rabbiyle iletişiminin en aktif ve sürekli hâlidir. Bu aktif ve sürekli iletişim hâlinde kul, acizliğinin ve zayıflığının farkında olarak ellerini her şeyi yapmaya gücü yeten (el-Kadîr) ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan (es-Samed) olan Allah’a açar; gönlünden kopup gelen arzu ve isteklerini diline döker; yalvarır, yakarır; af, mağfiret ve yardım diler; Dua, boyun eğilecek ve istenilecek yegâne makamın Yüce Allah olduğunu bildirmesi boyutuyla tevhidin sancağı, zaman ve mekânla kayıtlı olmadan Allah’a bir yöneliş hâlinin olması boyutuyla da ibadetin özüdür.Ayrıca kul, dua etmekle Allah’ı andığı ve zikrettiği için “Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152.) ayetinde ifade edildiği üzere Allah katında anılma şerefini elde etmiş olmaktadır.
Duanın icabet olunması için riayet edilmesi gereken ve duanın adabı olarak nitelenen bazı hususların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.“Allah’a, kabul edileceğine gerçekten inanarak dua ediniz. Biliniz ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez.” (Tirmizi, Deavât, 65.)
Bu şekilde yapılan dua hakkında peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Rabbiniz Tebareke ve Teala Hayy’dır ve Kerim’dir. O’na karşı ellerini açarak kaldırdığın zaman boş çevirmekten kulundan hâyâ eder.” (Ebu Davud, 2/78; Tirmizi, 5/557; İbn Mace 2/1271;Bkz. Sahihu Tirmizi, 3/79).
Böylece yapılan duaların kabulü konusundada şöyle buyurmuştur; “Müslüman; içinde günah olmayan bir dua ettiğinde, sıla-i rahmi kesmedikçe Allah (c.c), o kuluna duası sebebiyle şu üç şeyden birini verir: Ya istediğini hemen verir, ya ahiret gününde vermek üzere biriktirir, ya benzer bir günahına karşılık sayar.” Yanındakiler dediler ki: “O zaman çok çok dua edelim.” Buyurdular ki: “Allah da çok çok kabul eder.” (Tirmizi, 5/566).
Duasızlık, insanı; zayıf, korumasız, dayanaksız, aciz ve savunmasız bir ruh haline iter. Özellikle de günümüzde ruhumuzun virüsü ve çağımızın vebası haline gelen sıkıntı, stres, depresyon, korku ve kaygı bozukluklarının oluşmasında duasızlık önemli bir etkendir. Bu bakımdan dua, manevi bir gıda ve etkili bir ilaçtır.Dolayısıyla dua ettikten sonra istediğimiz şey gerçekleşmemişse bile asla ümitsizliğe kapılmamak gerekir. Evet, Allah her duaya icabet eder ama Allah hikmet sahibidir ve hikmetine göre muamele eder. Doktor hastaya hastanın istediği ilacı değil, farklı ilaçları da verebilir. Allah da bizim istediğimizi değil daha hayırlısını verebilir. Duamız kabul edilmiş ama zamanı gelmemiş olabileceği gibi istediğimiz şey bizim hayrımıza olmadığı için vermemiş de olabilir. Bu nedenle dua etmeyi asla terk etmemek ve ihlâsla yapılan duaların kabul edileceğine kesinlikle inanmak gerekir.
Düşünmek lâzımdır ki, yerde ve göklerde ne varsa, ilâhî takdîre râm olmuş bir sûrette, sonsuz kudret sahibi olan Cenâb-ı Hakk’ı lisân-ı hâl ile zikredip O’na niyâz hâlinde bulunurken, Allâh’ın en büyük lûtuflarına nâil olmuş bir insanın, duâdan, Hakk’a yalvarmaktan müstağnî kalması, ne büyük bir nasipsizliktir. Ayrıca kulun ind-i ilâhîdeki kıymetini düşüren derin bir şaşkınlıktır. Zira Cenâb-ı Hak, duâsız bir kul istemediğini bildirerek şöyle buyurmuştur:“(Ey Peygamber!) De ki: Sizin duâ ve niyazlarınız olmadıktan sonra, Rabbim size ne diye değer versin?.. (Yani siz ne işe yararsınız ki?!)” (el-Furkân, 77)Zira duâda; acziyet ve hiçliği îtiraf, kulluk, tevâzu, boyun bükme, teslîmiyet, tevbe, hamd, tesbih, tevhid, tekbir, tâat ve benzeri birçok bedenî ve kalbî ibadetler gizlidir. Dolayısıyla bir mü’minin yüreği, “havf ve recâ” yani “korku ile ümit” arasında titreyerek Rabbine niyâz etmelidir. Dil duâ ederken, kalp de, duânın yüklendiği mânâya âit arzularla titremelidir.
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (A’râf – 55)
Duaların kabul edilmesi için Allah Teâlâ’nın razı olacağı bir ihlas, samimiyet, gönül kırıklığı, tazarru ve niyaz halinde olunması gerekir. Bağırıp çağırmak, emreder gibi istemek doğru değildir. Bu sebeple burada bize Rabbimize yalvara yakara, gizlice, için için, azabından korkarak ve rahmetini umarak dua etmemiz emredilmektedir. Kuran-ı kerim ve sünnet-i seniyyede bir çok hallerde ve durumlarda kulların yapacakları dua örnekleri bildirilmiştir. Bu duaları o anlarda ve yerinde yapmak duayı çok daha değerli kılacağı iyi bilinmelidir. Yazımı her kulun her an yapması gereken şu dua ile sonlandırıyorum;
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ:اهدِنَــــاالصِّرَاطَ المُستَقِيمَ: “Ey rabbimiz! Biz ancak sana ibadet eder, ancak Senden yardım isteriz! Bizi doğru yola ilet (Amin) .”