MARİFETULLAH’IN FIKHI
Alemlerin Rabbi Rahman ve Rahim, Din gününün sahibi olan Allah Azze ve Celle’ye sonsuz Hamd ve Senalar olsun.
Alemlere Rahmet olarak gönderilen, son Resul Hz. Muhammed (s.a.v)’e, ehli beytine, Sahabesine bugüne kadar yaşamış, bugün yaşamakta olan ve bundan sonra yaşayacak olan gayesi Allah Azze ve Celle’nin rızası, derdi Allah Azze ve Celle’nin davası olan tüm mü’minlere salat ve selam olsun.
Allah Azze ve Celle’nin yaratmış olduğu yeryüzünde O’nun vermiş olduğu rızıklarla hayatını devam ettiren insanların farkına varması gereken hakikat boşu boşuna yaratılmadığı ve başıboş bırakılmadığıdır. İnsanların, bu hakikatlerden uzak bir hayat yaşadığı sürece huzuru bulması, dünya ve ahirette kurtuluşa ermesi mümkün değildir. Allah azze ve celle bir Ayeti Kerime’de mealen “İnsanlar boşu boşuna yaratıldığını ve (hesap vermek üzere) huzurumuza döndürülmeyeceğini mi sanıyor?” buyurmaktadır. Bu Ayeti Kerîme’ de üç noktaya temas edilmekte. Birincisi yaratılış, İkincisi insanların amaçsız ve gayesiz olamayacağını, üçüncüsü de tekrar dirilme. Aslında bu üç nokta nereden geldik, ne yapmalıyız ve nereye gideceğiz şeklindeki sorularla da yakından alakalıdır.
İnsanoğlunun öncelikli olarak yaratılış gayesini iyi anlaması gerekiyor. Bunun için yapılması gereken şey hiç şüphesiz ki bu sorunun cevabını Kur’an-ı Kerim ve Sünnette aramaktır. Allah azze ve celle Zariyat suresi 56. Âyet-i Kerime’de mealen “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmaktadır. Bu Âyet-i Kerime’nin tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır (Rh.a) şöyle buyurmaktadır: “Kulluk yapsınlar yani tanısınlar, bilsinler diye yarattım.”
Maksat ve manası anlaşılmayan ibadetler kulluk kapsamına girmediğinden, Allah Azze ve Celle bilinçli, şuurlu ve manası, keyfiyeti anlaşılan bir kulluk istemektedir. Yoksa robot gibi bir kulluk değil. Bunun için Kur’an ve Sünnetin anlaşılması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Allah Azze ve Celle’nin Halıkıyyet, Rububiyyet, Uluhiyyet ve Mabudiyyetinin sayısız delilleri iyi kavranmalı, ezberlenmeli ve gereği eyleme geçirilmeli ki Rabbi Zülcelal’in rızasını kazanmak mümkün olsun. Bizler istifade ettiğimiz bir eşya arızalandığında onu tamirciye götürürüz. Tamirci önce arıza tespiti yapar. Daha sonra arızayı düzeltir ve bizlerde o eşyadan istifade etmeye devam ederiz.
Demek ki önce sorunun sebebini bulmalıyız. Yani insanın Rabbini tanımaktan ve olması gerektiği gibi bir hayat yaşamak- tan alıkoyan sebep yada sebeplerin tespiti aslında doğru başlangıç noktasıdır. Bu noktada Kur’an-ı Kerime yöneldiğimizde insanın hangi sebeplerden Cehenneme gittiğini öğreniyoruz. Allah azze ve celle Araf suresi 179.Ayeti Celile’de mealen “Andolsun cinlerin ve insanların çoğu cehennemliktir. Onların kalpleri vardır, anlamazlar, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvan gibidirler. Hatta daha sapıktırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridir” buyurmaktadır.
Bu Ayeti Kerime’de insanların hangi sebeplerden cehenneme gittiği açıklanmaktadır. Dikkat edersek aynı zamanda şu hakikati de tespit edebiliriz. Aynı zamanda Cennet’e gitmenin hangi vasıtaları doğru şekilde kullanmaya bağlı olduğu gerçeği. Bu Ayeti Kerime de ‘la yefgahunebiha’ fıkhetmezler kelimesi geçmektedir Bu ifade düşünmenin zorunluluğunu açıkça ortaya koymaktadır. Görmezler ve işitmezler kelimeleri geçmektedir. Demek ki görebilmeliyiz ve işitebilmeliyiz. Bu gerçekler ışığında meseleyi irdelediğimizde şu hakikatle karşılaşıyoruz demektir. İnsanoğlunun gaflet sebebi aklını, gözlerini ve kulaklarını doğru şekilde kullanamayışıdır. Cahiliye toplumunun ve o toplumun kalplerini saran küfür ve şirk hastalığının en önemli sebebi Allah azze ve celle’yi tanımamasıdır. Aklını vahye tabi kılarak düşündüğünde ferdin veya toplumun doğruyu bulamaması mümkün değildir. Allah Azze ve Celle’nin muhatabı akıldır. Ve Rasullerini davet çalışmasıyla mükellef tuttuğunda onlara toplumun aklına hitap etmelerini istemiştir. Bundan dolayı Musa (a.s) kavmini tevhide çağırırken “yefgahugavli” diye dua etmektedir. Yani “sözümü anlasınlar.” Vahyin üzerinde düşünmek, fıkhetmek Marifetullah için olmazsa olmazdır. Kulun Rabb’ini akli kapasitesi oranınca tanıyabilmesi ancak o zaman mümkün olur. Marifetullah Allah Azze ve Celle’nin zat, sıfat ve fiillerinin keyfiyetini bilmek değildir ki zaten bu mümkün de değildir. Sıfat, isim ve fillerinin mana ve tecellilerini aklın kapasitesi oranınca anlamaya çalışmaktır.
Tevhid ve Sıfat ilmine yani Marifetullah’a dair yazılan ilk eserlerden olan kitabın yazarı İmam-ı Azam (Rh.a)’ in bu kitaba Fıkh-ı Ekber (Anlaşılması gereken en önemli bilgiler) adını vermesi dikkate şayandır.
Geçmişte olduğu gibi bugünde ve bundan sonra olacağı gibi insanoğlunun en büyük kalbi hastalığı şirk olmuştur. Bunun sebebi Allah Azze ve Celle’yi tanımamaktır. Sıfatlarından ve fiillerinden habersiz bir hayat yaşamaktır. Oysaki Allah azze ve celle’yi aklın kapasitesince tanıyabilmemiz için sayısız deliller mevcuttur. Bir Ayeti Kerime’de mealen “Göklerde ve yerde nice deliller vardır. Ancak onların üzerinden gelir geçerler ondan ibret almazlar buyrulmaktadır.” Peki, bu delillerden istifade edememenin sonucu nedir. Yusuf 106’da mealen “İnsanların çoğu Allah’a şirk koşarak iman ederler” buyrulmaktadır. Yani içerisine şirk bulaşmış bir inanç. Bir kadın kocasına sevgimi yüz bölüm olarak kabul etsek dese ve daha sonra bu sevginin doksan dokuzu senin olsun, kalan birini de falan erkeğe versem yani yüzde birde onu sevsem dese hiçbir koca kabul etmez. Allah Azze ve Celle’de kendisine şirk koşulmasını kabul etmez ve affetmez.
Daha öncede belirttiğim gibi Araf 179’da ebedi Cehennemlik olmanın sebepleri ile Yunus 106’da şirk koşmanın sebepleri aynı. Allah azze ve celle’yi yaratıcı kabul edip yönetici kabul etmemek. Hâlbuki Araf 54’de mealen “Dikkat edin yaratmakta, yönetmekte Allah’a mahsustur” buyrulmaktadır. Bu iki sıfatı yani yaratma ve yönetme sıfatını birbirinden ayıranlar hiç çıkmamak üzere ebedi Cehenneme gideceklerdir. Halbuki insanoğlu Allah Azze ve Celle’nin “Müdebbir” sıfatı olduğunu bilse ve nasıl ki Halik sıfatında ortak koşmuyorsa, koşamıyorsa Müdebbir sıfatında da ortak koşamayacağını anlar, öyle inanır ve inancına uygun hayat yaşardı. Kâinat kitabını okumamızı isteyen Allah Azze ve Celle kendisini tanıtmak gayesiyle dikkatlerimizi gökyüzüne çekmektedir. “Başını gökyüzüne bir çevir bak, çatlak (uyumsuzluk, ahenksizlik, gereksizlik, fazlalık veya eksiklik) görebiliyor musun?” Allah Azze ve Celle’nin göklere koyduğu kanun nasıl mükemmelse bizim için nazil ettiği şeriatta o kadar mükemmeldir. Göklerden elde ettiğimiz bu bilgi istikametinde soruyoruz. Allah Azze ve Celle’nin insanlar için beğenip seçtiği kanun ve kuralları beğenmeyen ya da bu manaya gelen söylem ve eylemlerde bulunanlar acaba başını gökyüzüne kaldırdı da bir çatlak mı gördü (haşa).
Rabbim aklımız kapasitesinde kendisini tanımamızı ve isteğine uygun kulluk yapanlardan olmamızı nasip etsin.
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN