Mûte Muharebesi | Siyer Programı – 50. Bölüm
Mûte Muharebesi
Hicretin sekizinci senesi, Cemâziye’l-Evvel ayında Mûte’ye sefer oldu. Mûte, Şam bölgesinde bir kasabaydı. Bugün «Kerk» diye anılan, bir yayla, konak yeri…
Bu gazvenin sebebi ise; yukarıda bahsi geçen Busra Meliki’ne Resûlullah’ın elçi olarak gönderilen Hârls bin Âmir el-Ezdi’nin öl-dürülmesiydi. Bunca elçisinden hiçbiri de böyle öldürülmemişti. O, halkı Şama karşı çıkışa da’vet etti. Ve bir anda, üçbin savaşçı müs-lüman, Mûte’ye gazaya gitmek isteği ile toplanıvermişti
Resûlullah (s.a.v.) bu savaşa b.zzat katılmadı. O yüzden bu sefere esasen gazve değil, «seriyye» denir Ancak, bu savaşa katılan müslümanların sayısının çokluğu ve savaşın da son derece önemli oluşu sebebiyle siyer ulemasının hemen hepsi «gazve» demişlerdir.
Resûlullah savaşçılara: «Emiriniz, Zeyd bin Hârise’dir. O şe-hid olursa Ca’fer bin Ebi Tâlib, o da şehid olursa Abdullah bin Re-vaha olacak, o da şehid olursa artık halk kimi dilerse onu başına geçirsin[1][55]».
Ve Resûlullah (s.a.v.) müslümanlara, oraya varınca ilk iş olarak onları islâm’a da’vet etmeyi tavsiye etti. Kabul ederlerse ne âlâ. Yoksa Allah’a sığınıp onlarla savaşın diye tenbihledi.
Ibn îshâk der ki; Resûlullah (s.a.v.) ve sahabesi Cr.a.J, müslü-man orduyu ve komutanlarını Medine dışına Veda tepesine kadar uğurladılar. Bu esnada, Abdullah bin Revaha ağladı. Niçin ağladığım sordular. O, vallahi ben ne dünya sevgisinden, ne de sizden ayrıldığıma ağlıyor değilim. Fakat Resûlullah’tan işitmiştim; Kita-bullah’tan okuduğu şu âyette cehennem anlatılıyordu: -Sizden, cehenneme uğramıyacak yoktur. Bu Rabbinin kendine zaruri olarak yapmayı vâcib kıldığı gerçek[2][56]» Eh ben kestiremiyorum ki, oraya uğradıktan sonra nasıl geriye dönebilirim… Onlar yürürken, arkalarından müslümanlar sizi Allah korusun, size sâhib olup, sağ selâmet bize kavuştursun diye seslenip duâ ettiler. Bunun üzerine (İslâm şâiri) Abdullah bin Bevaha şöyle bir şiirle cevab verdi;
-Ancak, ben Rahman (olan Allah’tan) mağfiret dilerim.
Kanlar fışkırtan keskin kılıç darbesiyle,
Ya da ciğerleri parçalayan bir kargı saplamasıyla
ŞEHİD OLMAK…
Kabrime uğrayanlar…
Allah bu bahadırı doğruya yöneltmiş de, o da
Dosdoğru yolu bulmuş desinler».
Daha Medine’den ayrılınca düşman onların kendileri üzerine yürüyüşlerini öğrenmişti. Toplanıp karşı çıktılar. Herakl yüzbinden fazla Rum savaşçı toplamıştı onlara. Ayrıca Şurahbil bin Amr de yüzb’n kişi toplamıştı; Lâhm, Cüzam, Kayn ve Behra kabilelerinden…
Müslümanlar da bu karşı hazırlığı haber alınca, Maan mevkiinde iki gece konaklayıp mes’eleyi enine boyuna düşünüp müzakere ettiler: Durumu Resûlullah (s.a.v.)’a mektupla bildirip, düşmanın miktarını bildirelim diyenler oldu. Abdullah İbn Revana ise onların hamaset duygularını harekete geçirecek şeylerle onlara cesaret verip teşvik etti: «Ey kavm, vallahi şu anda pek istekli görünmediğiniz, aslında kavuşmak için yola çıktığınız şeydir, şehidliktir» dedi. Zaten biz insanlarla, ne sayı, ne kuvvet, ne binek çokluğuna güvenerek çarpışmıyoruz. O halde yürüyün ileri ve iki şereften birine ulaşın; zafer veya şehadet…
Müslümanlar «Kerk- dolaylarında düşmanla karşı karşıya geldiler. Düşman öyle hazırlıklıydı ki; sayı, silâh ve malzemece kimse o güne kadar bu çapa ulaşmamıştır.
Çarpışmayı Zeyd bin Harise başlattı. Sancağı çekti ve müslümanlar da birlikte çarpıştılar. Nihayet Zeyd (r.a.) birçok mızrak darbesi alarak şehıd olunca, sancağı Ca’fer bin Ebî Tâlib aldı. O da çarpıştı, ağır yaralar aldı. Öyle ki savaş sarhoşluğuyla atından inip yaya olarak çarpışmaya başladı Savaşın en kızgın anında da o, şöylece recezler söylüyor, müslümanları gayrete getiriyordu:
«Cennet ve ona yaklaşmak ne hoş! İçkisi soğuk ve nefis, ‘
Rumlara gelince r um I araı sonu yaklaştı,
Kafir millet yabandır soyu.
O halde bana onları rastladıkça biçmek yaraşır.»
Allah ondan razı olsun, bu tarzda çarpıştı ve o da şehid oldu. Yere düşünce ruraun biri kılıcıyla parçaladı. Vücudunda elliden fazla darbe görüldü ki, hepsi de cephedendi. Arkadan hiç yara almadı. Onu müteakip sancağı Abdullah bin Revana aldı ki, o da şöyle
recezler söylüyordu :
«Ey nefis, ben seni boyun eğdirmeye and içtim, Ya boyun eğersin, yoksa zorla eğdiririm, Müslümanlar toplasmış (benim ölüme) ağlıyor. Ne hâl ki, sen hâlâ cennetten kaçar gibisin. Bunca yıl oldu sen hâlâ tatmin olmadın, Sen vücud testisinde bir damla değil misin?»
O da uzun çarpışma sonu şehid düştü (r.a.). Bunun üzerine ordu, Hz. Halid bin Velid (r.a.)’in komutanlığında ittifak etti. Ve böylece müşriklerle çarpışıp onları dağıttılar. Böylece fırsat bulup ordusunu toparladı ve Medine’ye döndü.
Buhârî’nin Eenes (r.a.)’den nakline göre Resûlullah (s.a.v.) daha haberci gelmeden, Zeyd, Ca’fer ve İbn Revaha’mn durumlarını halka bir bir haber verdi: Şöyle diyordu: Sancağı Zeyd aldı ve şehid oldu. Sonra Ca’fer aldı, o da şehid oldu. En son tbn Revaha aldı, o da şehid oldu, (gözleri yaşla dolu dolu idi). Şimdi de sancağı Allah’ın kılıçlarından bir kılıç aldı. Allah böylece onlara bir kapı açtı.
Görüldüğü gibi bu hadîs, en sonunda müslumanların ilâhî inayetle zafere erdiklerini gösteriyor. Bazı siyret râvilerinin iddia ettiği gibi müslümanlar rumları takib etmeyip, sadece yendikten sonra bununla yetinip yerlerinde kalmışlar. Sonra da derlenip toparlanıp, Medine’ye dönmüşlerdir, demek isterler. Tabu bu da Hâlid bin Velid’in harb dehasının bir eseridir…
Ibn Hâcer der ki: Mûsâ bin Ukbe’nin «Meğâzî»’sindeki en güvenilir meğâzi budur. Bulunan şu ifade: «…Sonra Abdullah bin Revaha aldı. Ve şehid oldu..» Bunun peşinden müslümanlar Hâlid bin Velid üzerinde anlaştılar Allah böylece düşmanları şaşırttı, müslümanlar üstün geldi.
İmam Ibn Kesir ise şöyle söylüyor: Bu nakilleri şöyle toparlayabiliriz. Hâlid bin Velid müslümanlan toplayıp geceyi geçirdi. Sabahleyin, askerin tertibini değiştirdi. Sağdakileri sola, soldakileri sağa geçirdi. Maksadı düşmanı şaşırtmak ve İslâm birliğine takviye kuvvetlerinin geldiği vehmini vermekti. Ve Hâlid onlara hücum edip, püskürttü. Ama onları takib etmedi, geri çekiUp, aldığı ganimetlerle yurduna döndü[3][57].
Medine’ye yaklaşınca da, Resûlullah (s.a.v.) onları karşıladı. Çocuklar koşarak orduyu karşılıyordu. Resûlullah, çocukları alıp terkinize bindirin, Ca’fer’in oğlunu da bana verin diye emretti. Ve Abdullah getirilince onu önüne oturttu. O esnada, halk orduya: Kaçaklar, Allah yolunda çarpışmaktan yüz çevirdiniz gibi lâflar ediyordu. Resûlullah (s.a.v.): «Hayır, onlar firari değil onlar kerrarîdir inşâallah[4][58]» buyurdu. [5][59]
Dersler Ve İbretler
însanı dehşete düşüren şey, bu savaşta müslumanların sayısı ile, Rum ve Arap müşriklerinin savaşçı sayısı arasındaki kıyas kabul etmez farklı durumdur. Olayın naklinden gördük ki: Rum ordusu ve onlarla beraber müşrik kabilelerin toplamı ikiyüz bini buluyordu. Ibn Ishâk.lbn Sa’d ve öbür siyer yazarlarının nakli bu tarzdadır. Halbuki, müslüman askerin sayısı üçbini geçmiyordu. Bunun anlamı şudur: Rum ordusu sayıca müslümanlarm elli katından fazlaya varmaktaydı.[6][60]
Buradaki oranlama şöyle görünür: Müslüman ordusu, topuğa varmayan ince bir su birikintisi, rum ordusu ise muazzam dalgalarıyla koca bir deniz… Müslüman ordunun nazik durumu böylece tasavvur edilebilir ancak.
Eh. buna ilâveten düşman ordusunun silâh ve teçhizatı, erzak ye giyimi, binek ve moral gücü, gurur ve ihtişamı da ayrı bir ordu demektir. Haniya, o gün müslümanlar fakr ve yoksulluk içinde, günleri aç geçtiği olurdu.[7][61]
Esas dehşet veren şey ise tabiî, bu koca ordu karşısında, içinde Resûlullah’ın da bulunmadığı bir küçük seriyyenin varlık göstermesi, direnmesi, asla dağılıp kaçmamasıdır. Başarı ile döndüler. Ve üstelik bu koca kitle müslümanların önünde bir harb nizamı bile gösteremiyor, üstüne çullanamıyor. Halbuki, islâm cemaatım ku-şatsa, öyle görünüyor ki; çepeçevre sardı mı bir çöl ortasında küçük çekirdek gibi kalırdı, siyah bir tarlada bir tane gibi.
Ve işin öbür yüzü de var. Müslümanların gösterdiği dayanıklılık. Dalga dalga gelen felâket seîi karşısında ilk komutanları ölüyor, ikinci ve üçüncüsü de gidiyor. Onlar âdeta şehadet kapısını açıyorlar, şevkle ona herbiri atılıyor Öyle ki koca ordusuna rağmen müşriklerin içine bu acaip atılış korku salıyor, tlâhi bir ürperti. Öyle ki zahiri hiçbir sebeb yok… Yerlerini bırakıp kaçıyorlar ve bu yüzden de sayısız âdem ölüyor.
Ama tabiî; Allah’a tam imanın, O’na güvenip, O’nun va’dine kesinkes bağlanmanın neleri başartacığını düşündüğümüzde şaşkınlığa, hayrete mahal kalmaz, hepsi dağılıp gider.
Ve esasen, müslüman ise, müslüman kişi için işin böyle olmaması dehşet verici ve şaşırtıcı olur. Yâni müslümanm böyle rakamlar, adedler, hesaplar zihnin; oyalamaz. Allah’ın va’di karşısında ona er-geç zafer vereceğine dair teminatı yönünden ya da ebedî ni’met-leriyle dolu cennet müjdesi karşısında müslümanı o tür şeyler en-terese etmez ki!.. Abdullah bbn Revaha’mn o boğuşmada söylediği gibi müslüman: «Sayılar veya güçler savaşmaz, o sadece Allah’ın lütfettiği bu mübarek dinle, onun verdiği şevkle güçlenip savaşır…»
Bu gazvenin bize taşıdığı dersler ve işaretlerin en keskinlerini de aşağıya özetle sıralıyoruz:
1- Resûlullah (s.a.v.)’ın bu sefer için tavsiye ettiği (komuta) usûlü şuna delâlet eder:
Bir îslâm halifesi veya devlet reisi bir kişiyi şartlı olarak müslümanların başına tâyin edebilir. Veya birkaç kişiyi birbirini takib edecek emirler de gösterebilir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.); önce Zeyd, sonra Ca’fer, sonra Abdullah tbn Revana (r.a.)’nın komuta etmesini emretmişti… Ulema demiştir ki: Bu tarzda halife, emirler tâyin ederse, sahîh olan; hepsinin emirliklerinin ta başta kesinleşmiş olacağıdır. O an akidler tamamdır, ancak silsile-i merâtib şartıyla[8][62].
2- Resûlullah (s.a.v.)’ın bu tavsiyesi yine müslümanlann baş-lanna emir tâyininde re’y belirtebileceğim de gösteriyor. Tabii reisleri yok olunca (ölür veya çekilirse) ya da halife onlara, birini seçme serbestisi verirse… Tahavİ der ki: -Bundan şu esas çıkar: Müslümanların emiri kaybolursa, o hazır oluncaya kadar, onun yerini tutacak bir kişiyi seçmeleri müslümanlara vazife olur.»
Tıpkı böyle do, bu tavsiye, daha Resûlullah (s.a.v.) sağ iken de müslümanlann içtihadda bulunabileceğine delâlet eder…
3- Görüldü ki; Resûlullah (s.a.v.) aradaki binlerce km. mesafeye rağmen hâllerini görüp, Zeyd, Ca’fer ve tbn Revaha’nm akıbetini gözlerinden yaş akarak haber verdi.
Bu, Cenâb-i Hakk’m, Resulü için arzı dürüp kısalttığını anlatır. Böylelikle Sam civarında çarpışan müslümanlann durumunu görecek hâle ulaştı. Ve sahabesine bir bir haber verdi. Bu da Allah’ın Hatbib (s.a.vJ’ûıe ikram ettiği sayısız hârikalardan biridir.
Aynı zamanda bu olay, onun sahabesine ne kadar sevgi ve şefkatle dolu olduğunu da anlatmaktadır. Öyle ya, sahâbesiyle otururken onlara bu şühedânın haberini anlatırken onu gözyaşıyla ağlatan neydi? Onun ağlaması azımsanamaz. Yine biliyoruz ki; onun ağlaması Allah’ın kazasına ve takdirine nza göstermemesi anlamına asla gelmez. Çünkü «Kalb hüzünlenir, göz yaşarır» buyurmuştur O. Bu artık Allanın hilkat anında insana aşıladığı merhamet ve hassasiyet tabiatının sonucudur.
4- Bu üç büyük şehidin hâlini bildiren (yâni O’nun Medine’de durumu anlatırken geçen ifadesi arasında) hadîsten Hâlid bin Ve-lid’in özel faziletini de alıyorum. Nitekim sözünün sonunda «nihayet sancağı, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç aldı da, Allah onlara fethi müyesser kıldı.» Bu savaşta bir özellik de, Hâlid bin Velid’in ilk defa müslümanlann safında savaşa katılmasıydı. Çünkü onun İslâm’a gelişinin üzerinden çok zaman geçmemişti… Ve buradan Resûlullah (s.a.v.)’m Hâlid bin Velid (r.a.)’e Seyfullah: Allah’ın kılıcı lâkabım vermesini de anlamış oluyoruz.
Bu savaşta Hâlid bin Velid, son derece ciddi bir denemeden geçmiş oluyordu aynı zamanda. İmtihanı üstün basan ile kazanmıştı da. Buhârî’nin kendisinden rivayetine göre der ki; O Mûte gününde elinde tam dokuz kılıç kınlmıştı… îbn Hâcer de der ki: Bu hadis, müslümanlann o günde müşriklerle çok uzun çarpıştıklarını açıkça gösterir.İmdi, Müslüman ordu Medine’ye dönünce halkın: «Kaçaklar, Allah yolunda savaşmaktan kaçtınız» şeklindeki ithamları ise, sadece rumları yendikleri halde onları takip edip imha etmemiş olmaları yüzündendir. Ve savaştıkları toprakları elde tutmayıp, eski halinde bırakıp dönmelerinden ötürüydü. Halbuki, öbür gazvelerde tutum bu değildi. Ama Hâlid bununla yetinip, orduyu nizamlı şekilde geriye çekip Medine’ye döndü. Esasen bu, görüldüğü üzere, Hâlid bin Velid’in hakimane tedbiri ve rumların üstüne saldığı ürküntüyü kullanıp İslâm ordusunu imhadan koruyup haysiyetini kur-tarmasıdır. tşte bunua için Resûlullah (s.a.v.) onlara şu karşılığı veriyordu: «Hayır, onlar firari değil kerrâridir, inşâallah. [9][63]
[1][55] Buhâri nakletti. Ahmed de, Ibn İshâk da… Ancak Buhârî’de «O da ölürse halk razı olduğu kimseyi seçer» kaydı yok.
[2][56] Meryem sûresi, âyet 71.
[3][57] Fethü’1-Bârl: T/361, 362.
[4][58] Firari: Kaçak; Kerrarî: Döne döne çarpışan (müt. notu).
[5][59] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 368-371.
[6][60] Bak. Tabakat-i Ibn Sa’d: 3/175; Siyer, tbn Hişâm: 2/375.
[7][61] Dünyanın büyük İki imparatorluğundan biri olan Bizans’ın ordusu. (Mütercimler)
[8][62] Fethü’l-Bârl: 7/361.
[9][63] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 371-374.