BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
MUTLULUK DEVRİ
Kâinatın mutlak hâkimi olan yüce Allah’a hamd, bütün insanlara hitaben cihan şümul bir şeriat ile gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v)’e âline ashabına ve İslam nizamına hayata getirip hâkim kılmak için mücahede ve mücadele eden tüm Müslümanlara Salat ve selam olsun.
Kime sorarsak soralım herkes Mutluluğu huzuru aradığını söyler. Peki, bu kadar insan Mutluluğu huzuru nerede arıyor?
Şöyle bir etrafımıza baktığımızda insan mutluluğu kendince (parada) ya da başıboş istediği bir hayatı yaşayarak bulacağını zannediyor.
Peki, helal mi haram mı demeden para kazanıp yaşayan insana da sorsak o da mutlu değil o da huzuru arıyor.
Şimdi biraz düşünelim bu insanlık âleminin aradığı mutluluk huzur nerededir?
İslam dini insanların yaratılışlarına, yaşayışlarına tamamı ile uygundur. Bu muazzam bir kurtuluş ve mutluluk yoludur. Bir selamet ve saadet kaynağıdır. Bu mukaddes din insanların Allah’u Teâlâ’yı bilmek O’na ibadet ve itaatte bulunmak için yaratılmış olduklarını bildirmektedir.
Bu yüce din insanları yükseltir insanların melekler kadar temiz bir hayata erdirir. İnsanların ruhlarını en ruhani duygular ile aydınlatır. Bütün kâinatın mukaddes yaratıcısına kullukta bulunmalarını emreder.
Ezeli Kerim Ma’budumuzun manevi huzuruna kabul edilmek insan için ne büyük bir nimet ne yüksek bir şereftir. İşte ibadet ve itaat insana bu nimeti, bu şerefi temin eder.
Uyanık bir ruhun ferahlaması sağlam düşünceli bir insanın kalbini huzura, hakiki bir neşe’ye bir saadete nail olması ancak Hak Teâlâ’ya ibadet sayesinde elde edilir.
Hiç şüphe yok ki insanların refahı selameti hakiki varlığı Hak Teâlâ’ya güzel niyetle samimi bir kalp ile ibadet ve itaat de bulunmakta gerçekleşir.
Hak Teâlâ’ya kullukta bulunmayanlar borçlu oldukları şükran vazifesini terk etmiş ebedi hayatlarını tehlikeye bırakmış zavallı kimselerdir.
İşte ne zaman ki insanların hayatında Tevhid olursa o zaman insanlık âlemi aradığını bulacaktır.
Rasulullah’ın ashabı ve o nurlu yola tabi olanlar da olduğu gibi.
Bu güzel insanları İslam daveti gelince kalpleri ile tasdik ederek iman eden Allah ve Resulüne çağrıldıkları zaman “Ey Rabbimiz gerçek şu ki biz rabbinize iman edin diye imana çağıran bir davetçiyi işittik hemen iman ettik” diyen ashab…
Peygamber efendimiz döneminde bizzat O’nun rehberliği ve liderliğinde Ashab-ı İslam dinin dünyevi bütün emirlerini anlamış yaşamış ve yaşatmışlardı.
Rasulullah’ın eğitiminden geçmiş olan Ashab-ı İslam davasına gönülden bağlı idiler. Samimiyet ve ihlâs içinde yalnız bir Allah’a kul olmuşlar O’nun Resulüne gönül vermişlerdir. Ruhlarını düşüncelerini davranış ve yaşayışlarını Allah ve Resul’ünün istediği şekilde şekillendirmişlerdi.
Kitap ve Sünnet onlara yön veriyordu bu sebeple de inandıkları Ulv-i davalarını her şeyin üstünde tutuyor dinleri uğruna mallarını, canlarını feda etme de zerre kadar tereddüt göstermiyorlardı.
O Allah’ın elçisi onlara ne mal ne mülk ne de makam mevki dünyalık hiçbir şey vaad etmiyordu. Nimetlerin en güzeli olan iman nimetini ancak onlara verebiliyordu. Ne dolgun bir maaş ne lüks evler arabalar sadece (Cennet)…
Her ümmet kendisine iman etmesi için peygamberinden bir mucize istemiştir. Rasulullah’ın yanındaki o ashab hariç. O’na kesinlikle bize doğruluğunu ispat edecek bir mucize göster demediler.
Sadece Anam babam sana feda olsun Ya Rasulullah ya da en iyisini Allah ve Resulü bilir dediler.
Rasulullah (s.a.v) buyuruyor ki: “Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir hangisine tutunursanız doğru yolu bulursunuz.”
Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdular: “Allah benim ashabımı Peygamberler ve Resullerin haricinde kalan herkesten üstün kılmıştır. Ashabından benim için dört kişiyi seçmiştir. Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali Allah onları bana arkadaş kılmıştır. Bütün sahabilerimde hayr vardır.”
Hz. Ömer için “Benden sonra bir Nebi gelecek olsaydı o kişi Ömer olurdu” demesi.
Hz. Osman “meleklerin dahi hayal edip kendisinden utandığı güzel bir zat” demesi
Hz. Ebubekir “hiç düşünmeden Allah’ın elçisini, O dediyse doğrudur diyen” O’nu doğrulayan bir sahabi.
Bu güzel insanlar asıl mutluluğu dünyadayken tatmışlardı. Onlar Allah’a kul olmakla mutluluğun en güzelini yakalamışlardı.
Sehl bin Sad (r.a) söyle dedi: “Bir gün Rasulullah’ın bir sohbetinde bulundum dedi ki: “Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağının duymadığı, hiç kimsenin hatırından bile geçirmediği nimetler vardır.”
Sonra şu ayeti okudu:
“Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Artık hiçbir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez.” (Secde 17-18)
Rabbim bizleri de hem dünyada hem de ahirette gerçek mutluluğu tadan kullardan eylesin. (Âmin)
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN