sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU HZ. MUHAMMED (S.A.V) VE DAVETİNİN GEÇMİŞ SEMAVÎ DAVETLERLE İLGİSİ | Siyer Programı – 3. Bölüm

PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU HZ. MUHAMMED (S.A.V) VE DAVETİNİN GEÇMİŞ SEMAVÎ DAVETLERLE İLGİSİ | Siyer Programı – 3. Bölüm
A+
A-

PEYGAMBERLERİN SONUNCUSU HZ. MUHAMMED (S.A.V) VE DAVETİNİN GEÇMİŞ SEMAVÎ DAVETLERLE İLGİSİ

Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam, Peygamberlerin sonuncusudur ve ondan sonra artık peygamber gelmeyecektir. Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri ve zarûrat-ı diniyye’den bildikleri şeylerden biri de budur. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

               «Benimle, benden önceki peygamberlerin misâli, şu kişinin misâli gibidir: Bu adam bir bina kurmuş ve binayı güzel yapıp, süslemiş, yalnız köşelerinden bir köşede bir kerpiç yeri eksik kalmış. Bu vaziyette halk, binayı dolaşmaya başlarlar, binayı çok beğenirler ve «Keşke şu bir tek kerpiç de konulmuş bulunsaydı!» derler, işte ben o, (yeri boş bırakılan) kerpicim. Ben peygamberlerin sonuncusuyum[1]».

               Resûlullah’ın daveti ve onun davetinin geçmiş peygamberlerin daveti ile alâkasına gelince, yukarıda zikredilen hadîsin de işaret ettiği gibi, onun daveti, geçmiş peygamberlerin davetlerini te’kid ve tamamlamak esası üzerine kurulmuştur.

               Bunun anlamı şudur: Her peygamberin dâvası iki temel prensip üzerine kurulur: Birincisi akide (inanç); ikincisi ise, şeriat (hukuk) ve ahlâktır. Akideye gelince, onun muhtevası, Hz. Âdem’in peygamber olarak gönderilmesinden, ta peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gelinceye kadar değişmemiştir. Bunlar ise Allah’ın vahdaniyyet (birlik) ine, O’nun Zât-ı ulûhiyyetine yakışmayan sıfatların her türünden münezzeh olduğuna inanmak, âhiret gününe, insanların öldükten sonra hesaba çekileceklerine; Cennet ve Cehennem’e inanmaktır. Böylece her peygamber kendi halkını, bu hususlara iman etmeye çağırıyordu. Onların tümü kendinden önceki peygamberlerin davetini tasdik ederek, kendinden sonra gelecek peygamberin peygamberliğini de müjdeleyerek geliyordu. İşte böylece, peygamberlerin halkı itâata çağırmak ve tebliğ etmekle yükümlü oldukları Tek Hakikat»! Pekiştirmek için çeşitli kavim ve milletler birbirini izledi. Dikkatle bakalım! Onların çağırdıkları tek hakikat; peygamber seçme ve din gönderme hakkının yalnızca Allah’a âit olduğudur. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de, şu âyet ile bu gerçeğe işaret ediyor:

               «Allah, Nuh’a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Ey peygamber! Sana vahyettik, İbrahim’e, Musa’ya ve isa’ya da buyurduk ki: «Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.» Putperestleri çağırdığın şey, onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer. Kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir”».[2]

               Esasen, akide konusunda, peygamberlerin davetlerinde bir ihtilâfın olduğu düşünülemez. Çünkü akide konuları, ihbar türündendir. Birşeyden haber vermeye gelince; haber konusunda doğru sözlü olduğunu kabul ettiğimiz iki haberci arasında, verdikleri haber konusunda ihtilaflı olmaları düşünülemez. Peygamberlerden birinin insanlara, Allah’ın üçün üçüncüsü olduğunu bildirmek -Hâşâ- için gönderildiğini, ondan sonra gelen bir başka peygamberin de; Allah’ın bir olduğunu, eşinin ve ortağının bulunmadığını açıklamak için görevlendirildiğini; her iki peygamberin de Allah’tan aldıklarını açıklamada doğru sözlü olduklarını savunmak aklın kabul etmeyeceği bir husustur.

               Akide konusundaki durum budur. Teşriî konusuna gelince; teşriî kelimesi, fert ve toplum hayatını düzenleme ve hükümler koyma anlamında kullanılmaktadır. Bir peygamberle diğer peygamberin (Allah’ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun) şeriatı arasında keyfiyyet ve kemmiyyet bakımından birtakım farklar bulunuyordu. Bunun sebebi de, teşri’in (şeriat koyma) ihbar türünden değil de, inşâ (istek) türünden oluşudur. Akide konusunda söylediklerimiz, teşriî konusunda söylenemez. Zira çeşitli kavim ve milletlerin varlığının, zamanın değişmesinin şeriatların değişmesinde ve çeşitli olmasında önemli etkisi vardır. Ayrıca, teşrii fikrinin temeli, kulların dünya ve âhiret maslahatına dayandığı sebebi de, bu konuda önemli bir etkendir. Buna, geçmiş peygamberlerden herbirinin peygamberliklerinin belirli bir ümmet (milletle mahsus olduğunu ve bütün insanlar için umumî olmadığını da ilâve edebiliriz. Buna göre, şer’î hükümler de, o ümmetin kendi hususiyetleriyle birlikte belli bir çerçeve içinde sınırlandırılmıştır.

               Meselâ, Mûsâ (a.s. israil Oğullarına gönderilmişti. O zamanki şartlar, Mûsâ (a.s.)’nın şeriatının -İsrail Oğullarının durumuna göre – ruhsatlar üzerine değil de, katı bir şekilde azimetler üzerine kurulmasını gerektiriyordu. Fakat bir müddet geçtikten sonra Efendimiz îsâ Aleyhisselâm onlara peygamber olarak gönderildi. Hz. İsâ (a.s.) onlara daha önce Mûsâ (a.s.)’nın getirdiği şeriattan daha kolay bir şeriatı tebliğ etti. Bu hususta, Hz. İsa’nın İsrail Oğullarına yaptığı konuşmada; Cenâb-ı Hakk’ın onun dilinden buyurduğu şu âyete bakınız:

               «…Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmekle beraber, size ya­sak edilenlerin bir kısmını helâl kılmak üzere, Rabbinizden bir âyet getirdim..[3]

               Hz. İsa İsrail Oğullarına, kendisinin akide işleriyle alâkalı konularda Tevrat’ta bulunan şeyleri tasdik ve te’kid edici, daveti de yenileyici olduğunu açıklamıştı. Haram ve helâl hükümleriyle, teşrii duruma gelince, hakikaten o, bir kısım değişikliklerle, bazı kolaylıklar sağlamak ve katlandıkları katı hükümlerin bir kısmını yürürlükten kaldırmakla görevlendirilmişti.

               Buna göre her peygamberin peygamberliği akide ile teşriî (hukukî) durumu kapsar.

               Bir peygamberin akide konusundaki çalışması, herhangi bir değişiklik yapmaksızın, önceki peygamberlerin getirdiği akidenin özünü te’kid etmekten başka birşey değildir.

               Teşri’e gelince; her peygamberin şeriatı, desteklediği veya sustuğu konular hariç; önceki şeriatı yürürlükten kaldırır. Bu görüş, «Aksi varid olmadıkça bizden öncekilerin şeriatı, bizim şeriatımızdır» diyenlerin görüşüdür.

               Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, değişik Semavî Dinler yoktur; ama değişik şeriatlar vardır, ilâhî kaderin, tebliğcisini, bütün peygamberlerin sonuncusu yaptığı büyük semavî şeriat gelip yerleşinceye kadar, her sonraki şeriat, kendinden öncekini yürürlükten kaldırmıştır.

               Hak dine gelince, o da tekdir. Bütün peygamberler Hz. Âdem’den Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gelinceye kadar ona inanmayı emretmek ve ona davet etmek için gönderilmişlerdir. O «hak din» ise yalnızca İslâmiyet’tir.[4]

               Hz. İbrahim de, Hz. İsmail de ve Hz. Ya’kub (Allah’ın salât ve selâmı onların üzerine olsun) da aynı Hak Din ile gönderildi. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

               «Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim’in dininden yüzçevirir? Andolsun ki biz onu dünyada beğenip seçmişizdir. O, şübhesiz ki, âhirette de muhakkak sâlihlerdendir. Rabbi ona: «(Kendini Hakk’a) teslim et» dediği zaman, o, «Âlemlerin Rabbine teslim oldum (müslüman oldum)» demişti İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti. Ya’kub da: «Ey oğullarım! Allah sizin için (İslâm) dinini beğenip, seçti. O halde, siz de  (başka değil)  ancak müslümanlar olarak can verin![5] Dedi.

               Hz. Musa Aleyhisselâm da aynı hak dinle gönderilmişti. Allahu Teâlâ, Firavun’un büyücülerinden şöyle bahsediyor: «Biz büyücüler şüphesiz ki, nihayet (ölerek) Rabbimize dönücüleriz, dediler. Sen bizden başka bir sebeble değil, ancak Rabbimizin âyetlerine onlar bize geldiği zaman iman ettik diye intikam alıyorsun». (Sonra şöyle niyaz ettiler): «Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır, bizi müslümanlar olarak öldür[6].

               Hz. isâ da yine aynı «Hak Din» ile gönderilmişti. Allahü Teâlâ bu konuda da şöyle buyuruyor: «İsâ onlardan (ısrar ile taşan) küfrü hissedince dedi ki: «Allah’a doğru giden yolda bana yardımcı olacaklar kim?» Havariler: «Biziz, Allah’ın yardımcıları. Allah’a inandık. Sen de (ey İsâ) şahid ol ki, biz muhakkak müslümanlarız» dediler.[7]

               Bazan deniliyor ki; Hz. Musa’ya bağlı olduklarını iddia eden kişiler, tüm peygamberlerle gönderilen «Tevhid Akidesinden ayrı, başka bir akideyi niçin benimsiyorlar? Yine, Hz. îsâ’ya bağlılıklarını savunan kişiler, neden özel bir akideye inanıyorlar?

               Bunun cevabı Allah Azze ve Celle’nin Kitab-ı Kerim’inde buyurduğu şu âyette verilmiştir:

               «Allah indinde, Hak din, islâm’dır. Kitab verilenler (başka suretle değil) ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, ihtilâfa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, şübhesiz ki, Allah hesabı pek çabuk görendir.[8]

               Ve yine Cenâb-ı Hak Şûra sûresinde şöyle buyurmuştur: «Onlar ancak, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, ihtilâfa düştüler. Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş sözü olmasaydı, aralarında muhakkak hüküm verilmiş (herşey olup bitirilmiş) ti bile. Onlardan sonra, kitaba mirasçı yapılanlar da ondan mutlak bir tereddüt içindedirler.[9]

               Bu duruma göre, bütün peygamberler,  Allah katında gerçek din olan islâmiyet ile gönderildiler. Ehl-i Kitab, dinin tek olduğunu biliyor.. Yine onlar, peygamberlerin kendileriyle birlikte gönderilen hak dinde sadece birbirlerini desteklemek ve tasdik etmek için gelmiş olduklarını, birbirine zıt, çeşitli inançlara bölünmek için gelmediklerini de biliyorlar. Fakat onlar, Yüce Allah’ın da buyurduğu gibi, kendi aralarındaki ihtirastan dolayı bu konuda kendilerine kesin bilgi gelmiş olmasına rağmen ihtilâfa düştüler, bölündüler ve peygamberlerin söylemediklerini onlara nisbet ederek iftirada bulundular.

[1] Hadis Muttefekun Aleyh tir.Lafız Muslim’indir.

[2] Eş Şura Suresi 13

[3] Ali İmran Suresi 50

[4] Bak. Ali İmran Suresi 19

[5] Bakara Suresi 130/132

[6] Firavun kastediliyor. Çünkü firavun büyücülerine Hz.Musa (as) ya iman etmeleri üzerine onlara işkence yapacağına yemin etmişti.

[7] Araf suresi 125/126

[8] Ali İmran Suresi 19

[9] Şura suresi 14

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.