sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

Rasulullah (s.a.v)’ın Kâbe’nin Yapımına İştirak Etmesi | Siyer Programı – 8. Bölüm

Rasulullah (s.a.v)’ın Kâbe’nin Yapımına İştirak Etmesi | Siyer Programı – 8. Bölüm
A+
A-

Rasulullah (S.A.V.)’ın Kâbe’nin Yapımına İştirak Etmesi

               Kâbe-i Şerif, Allah’a ibâdet etmek ve orada O’nu birlemek için Allah adına yapılmış ilk binadır. Peygamberler babası diye bilinen İbrahim (a.s.) putlarla savaştıktan ve içinde putların dikildiği mabetleri yıktıktan sonra, Kâbe’yi inşâ etti. İbrahim (a.s.) Kur’ân-ı Kerîm’in şu beyanına göre, Allah katından kendisine gelen vahiy­le orayı yaptı: «Hani İbrahim o beytin temellerini İsmail ile birlik­te yükseltiyordu.» (Bu sırada onlar şöyle dua etmişlerdi): -Ey Rab-bimiz, bizden (şu hizmeti) kabul buyur! Şübhesiz ki hakkıyla işi­ten, kemâliyle bilen sensin, sen![1][19]

               Kâbe-i Muazzama, bundan sonra, duvarlarını çatlatan, yapısını yıkan birçok felâketlere mâruz kaldı. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ilâ­hi tebliğle görevlendirilmesinden birkaç yıl önce Mekke vadisinden gelen büyük sel de, bu felâketlerin arasındadır. Bu sel felâketi, du­varların çatlamasına, binanın bazı yerlerinin yıkılmasına sebeb ol­muştu. Kureyş, Kâbe-i Şerife aşırı hürmetinden ve saygısından do­layı, yıkıp yeniden sağlam bir şekilde yapma cesaretim kendi nde bulamıyordu. Araplar arasında Kâbe’ye karşı ta’zim ve hürmet, Hz. İbrahim Aleyhisselâm’ın şeriatından muhafaza edilegelen izlerdendi.

               Resûlullah (s.a.v.), bi’setinden önce Kâbe’nin tamirine ve ye­niden sağlam bir şekilde yapılmasına fiilî olarak katılmıştı. Belinde yalnızca izan bulunduğu halde taş taşımıştı. Hz. Peygamber o za­man, sahih rivayete göre otuz beş yaşlarında bulunmaktaydı.

               Buhârî Sahih’inde, Câbir bin Abdullah (r.a.)’dan şu hadisi ri­vayet eder:

               «Kâbe tamir edilirken Hz. Muhammed ve amcası Hz. Abbas (r.a ) taş getirmeye gittiler. Hz. Abbas (r.a.). Peygamberimize, «îzarınıı çıkarıp boynuna koysana!» dedi. Peygamberimiz, amcasının dedı^ ğini yapınca birdenbire yere kapaklandı, gözleri havaya dikildi. Bu­nun üzerine Peygamberimiz: «tzarımı bana ver» dedi ve tekrar eskisi gibi bağladı[2][20]».

               Hacerü’l-Esved (Kara Taş)’i yerine koyma şerefine kavuşmak için kabileler arasında anlaşmazlık çıktı. Anlaşmazlığın çözümünde Resûlullah’ın etkisi büyük oldu. Bütün kabileler onun güvenilir ve herkes tarafından sevilir biri olduğunu bildikleri için, önerdiği çö­züme içtenlikle boyun eğdiler. [3][21]

 

Dersler ve İbretler

               Resûlullah (s.a.v.)’ın hayatından bu bölümde yapacağımız açık­lamalarda dört hususu ortaya koyacağız:

            Birinci husus: Kâbe’nin önemi ve Yüce Allah’ın yeryüzünde ona bahşettiği kudsiyet. Hz. ibrahim’in, Allah’ın emriyle, insanlara huzur ve güven kaynağı; ona ibâdet için ilk ev olsun diye Kâbe’yi yap­maya teşebbüs etmesi buna delil olarak yeter.

               Ancak bu, Kâbe’nin etrafında tavaf edenler ve orada ibâdet etmek için kalanlar üzerinde bir etkisinin olmasını gerektirmez. Kâbe-i Şerif, (Allah katında büyük bir şeref ve kudsîliğe mazhar ol­masına rağmen) zarar ya da faydası dokunmayan taş bir binadır. Fakat Allahü Teâlâ, Hz. İbrahim (a.s.)’i putları ve tağutları kırmak, puthaneleri yıkmak, puta tapıcılığı bâtıl ilân etmek ve putlarla ilgili alâmet ve âdetleri geçersiz kılmak için peygamber olarak gönder­diği vakit, ilâhî hikmet onun yeryüzünde Allah’ın birliğini ve yalnız­ca O’na kulluğu temsil etsin; zamanla dinin ve ibâdetin gerçek mâ­nâsım, şirk ve puta tapıcılığın bâtıllığını açıklasın diye bir bina1 yük­seltmesini emretmişti. İnsanlığın, putlara, taşlara ve tağutlara ibâ­det ve kulluk etmeyi din kabul ettiği dönemde; onların bâtıl olduklarınm ve tümünün değersiz ve geçersiz olduklarının anlaşılması zamanı gelmişti. Yine bu ma’bedlerin yerine Tevhid inancını tem­sil eden yeni bir simge (Kâbe)’nin konulmasının da vakti gelip çat­mıştı. Tek olan Allah’a ibâdetin yerine getirildiği bu ma’bede insan,, izzetini korumak ve şu kâinatın yaratıcısından başkasına boyun eğ­memek ve zillete düşmemek için girer. Allah’ın birliğine inanan, O’nun dinine giren mü’minler için, mutlaka birbirlerini tanımakta yararlı olacak bir vasıta ve sığınacakları bir belde olması gerekli­dir. Varsın ülkeleri değişik olsun, yurtları birbirine uzak olsun, dil­leri ve ırkları çeşitli olsun önemli değildir… Buna da Allah’ın birli­ğini temsil ettiği, putların ve şirkin sapıklığını reddetmesi için yapılmış olan bu kutal evden dana uygunu yoktur Çünkü Kâbe, tüm mü’minler için bir sığınak ve onları birbirine bağlayan bir ra­bıtada. Mü’minler Kâbe’nin himayesinde tanışırlar ve hak üzere orada buluşurlar. Her ne kadar geçersiz tanrılar dikilse de, zamanın ve asırların geçmesine rağmen bâtıl bir şekilde tanrılıkları savunu­lan insanlar ortaya çıkarılsa da, Kâbe, dünyanın her köşesinde müslümanlann tek vücud olmasını sağlayan, Allah’ın birliğini ve yal­nızca O’na ibâdet edilmesi gerektiğim açıklayan bir alamettir, bir simgedir…

               Yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’indeki; «Hani beyt-i şerifi insan­lar için bir toplantı yeri ve emin bir mahal yapmıştık. Siz de İbra­him’in makamından bir namazgâh edinin[4][22]» âyetinin anlamı budur. Allah’a kulluk etmenin manâsıyla ve ilâhi emirleri yerine getirme duygusuyla kalbi dolup taşarak Beyt-i Haram’ı tavaf eden bir müslümanın kafasından geçen mânâ da budur. Çünkü ubûdiyyet, emir­ler topluluğudur. Abd (kul) ise kendisine emredileni yerine getirmekle ve emri baş üstüne, diyerek kabul etmekle yükümlüdür. Kâbe’nin kutsallığı, Allah katındaki yerinin yüceliği, bundan gelmek­tedir. Ve onu haccetmek zarureti, etrafını dolaşma şartı da bundan gerekli olmaktadır.

            İkinci husus: Kâbe’nin birbiri ardına yıkılışının ve yapılışının açıklanması: Kâbe-i Şerif, kesin bilgilere göre, tarih içinde dört ke­re yapılmıştır. Bu dört defanın dışında şübhe ve ihtilâf edilmiştir.

               İlk yapılışına gelince, bu, İbrahim Aleyhisselâm’ın, oğlu İsmail (a.s.)’in yardımıyla yaptıkları binadır. Bu da, Hz. İbrahim’in, Rab-binden kendisine gelen emri yerine getirmesi ile olmuştur. Nitekim bu husus, Kur’ân-ı Kerim’in, en sahih hadîslerin açıklanmasıyla sa­bittir. Kur’ân-ı Kerim de bu hususta şöyle buyurur: «Hani, İbrahim o, Kâbe’nin temellerini İsmail ile birlikte yükseltiyordu. (Onlar şöyle dua etmişlerdi): Ey Rabbimiz, bizden (şu hizmeti) kabul buyur! Şübhesiz ki, hakkıyla işiten, kemâliyle bilen sensin, sen.[5][23]

               Sünnette ise, bu konuda birçok hadisi şerif bulunmaktadır. Buharî’nin İbn Abbas’tan rivayet ettiği şu hadis onlardan biridir: Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: «İbrahim: Ey İsmail, Yüce Allah, hakikaten bana bir emir verdi. O da: Rabbinin sana emrettiğini yap, dedi. İbrahim (a.s.), oğluna: Bana yardım eder misin? diye ricada bulundu. İsmail (a.s.) de: Evet, yardım ederim, dedi. İbrahim (a.s.) civardaki yüksek bir tepeye işaret ederek, Allahü Teâlâ bu­rada bana bir ev (bina) yapmamı emretti, dedi… İbn Abbas (r.a.) rivayetine devamla der ki; İbrahim ile İsmail işte orada Kâbe’nin temellerini atıp, duvarlarını yükselttiler. İsmail taş getirir, İbrahim de binayı yapardı…[6][24]».

               Zerkeşi, el-Ezrakİ’nin «Tarih-i Mekke» adlı kitabından şunu nak-letmiştir: «İbrahim (a.s.) Kâbe’nin yüksekliğini yedi zira’, uzunlu­ğunu otuz zira’, enini ise yirmi iki zira’ olarak ve tavansız bir şe­kilde yaptı[7][25]».

               Tarihçi ve siyerci es-Süheylî, Kâbe’nin yüksekliğinin dokuz zi­ra’ olduğunu nakleder[8][26].

               Ben bu rivayetin, el-Ezrakfnin rivayetinden doğruya daha yakın olduğunu söyleyebilirim…

               Kâbe’nin ikinci kere yapılışı: Bu da, İslâm’dan önce Kureyş’in yaptığı ve yukarıda da zikrettiğimiz gibi yapılışına Peygamberimi­zin de iştirak ettiği onarımdır. Bu sefer Kureyş, yüksekliğini onsekiz zira’ya çıkarırken, el-Hıcr denilen yeri dışarıda bırakıp, zemini altı küsur zira’ daralttılar[9][27].

               Bu konuda, Hz. Resûlullah (s.a.v.), Hz. Aişe (r.a.)’den rivayet edilen bir hadiste şöyle buyuruyor: «Yâ Aişe! Kavmin câhiliyyet dö­nemine yakın olmasaydı, Beyt’i, emreder yıktırırdım. Kâbe’ye da­ha önce hariç bırakılan Hicri ilhak ederdim. Beyt-i Şerifi zemin seviyesine indirir, doğu kapısı ve batı kapısı olmak üzere iki kapı yapardım. Ve böylece, İbrahim’in inşâ ettiği plâna onu ulaştırmış olur­dum.[10][28]

               Kâbe’nin üçüncü kere yapılışı: Kâbe, Muâviye’nin oğlu Yezid za­manında, Şam ordusu Mekke’yi almak için harbettiği sırada yanıvermişti. Olayın özeti şöyledir: Şam ordusu, Yezid bin Muâviye’nin emriyle Husayn bin Nümeyr es-Sükveni komutasında; Hicri 36. yı­lın sonlarında, Mekke’de, Abdullah bin ez-Zübeyr’i kuşattılar. Man­cınıkla, Kâbe’ye yağlı fitil ve taş) attılar. Bunun neticesinde Kâbe-i Şerif yıkıldı ve yakıldı. İbn Zübeyr (r.a.) Hac mevsiminde hacıların gelmesini bekledi. Hacılar gelince onlara:

– Ey insanlar! Kâbe hakkındaki fikrinizi bana söyleyin. Bu Kâbe’yi yıkıp, yeniden mi yapayım, yoksa yıkılan yerlerini mi onarayım? diye sordu. Abdullah îbn-i Abbas (r.a.): — Benim kanaati­me göre, yıkılmış yerlerini onaralım, Beyt’i Hz. Muhammed (s.a.v.)’-in peygamber olarak gönderildiği ve insanların da İslâm’a girdikle-zamanki hâl üzere bırakıp, Peygamberin ve o zamanki müslümanların muhterem hatıralarını taşıyan Kâbe’yi ve her taşını o ebe­di hatıralarla başbaşa bırakmalısın, dedi. îbn Zübeyr bunun üzeri­ne: — Fakat sizden birinizin evi yanmış olsa, o yanık evini yenilemedikçe rahat edemez. Rabbımızın Beyti’nin bu halde kalmasına na­sıl gönlünüz razı olur? Binâenaleyh ben Rabbimden üç defa istihare edeceğim. Ondan sonra işime karar verip, azimle hareket edece­ğim, diye kararını açıkladı. Üç gün sonra Kâbe’yi yıkmaya başladı. Hattâ duvarlarım yer seviyesine indirdiler. Îbn Zübeyr, Kâbe’nin etrafına direkler diktirip, bunları örtülerle kapattı. Sonra binayı yükseltmeye başladılar. îbn Zübeyr, Kâbe’nin daha evvel Kureyş tarafından dışarıda bırakılan altı zira’lık kısmım ona ilâve etti. Yük­sekliğine de on zira’ daha ilâve yaptılar. Birinden girilmek, öbüründen çıkılmak üzere iki de kapı yaptırdı. Ancak îbn Zübeyr’e, Kâbe’ye bu fazlalığı ilâve etmeye cesaret veren, Hz. Aişe’nin Resûlul-lah’tan rivayet ettiği hadib olmuştur[11][29].

               Kâbe’nin dördüncü kere yapılışı: Kâbe İbn Zübeyr’in şehid edil­mesinden sonra tekrar yapılmıştır. İmam Müslim, Sahîh’inde Ata bin Ebi Rebah’tan şu haberi nakleder: îbn Zübeyr şehid edilince, Haccâc, Abdülmelik Îbn Mervân’a bir mektub yazdı. îbn Zübeyr’in Kâbe’yi İbrahim Peygamberin koyduğu temeller üzerine bina ettiği­ni, bu temelleri Mekke ahalisinden doğruluk ve adaletle tanınmış birçok kimselerin görmüş olduklarını haber verdi. Abdülmelik, Hac-câc’a yazdığı cevabî mektubunda: Biz îbn Zübeyr’in Kâbe’yi yıkması gibi bir kabahat irtikâb etmiyeceğiz. Beyt’in yüksekliğine ilâve et­tiklerini bırak. Hıcr’dan Beyt’e ilâve ettiği kısmı çıkarıp eski hâli­ne iade et. Onun açtığı ikinci kapıyı da kapat, emrini verdi, Hac­câc da bu emre göre hareket ederek, Beyt’in Hıcr-ı İsmail tarafını yıkıp Kureyş zamanındaki eski vaziyetine döndürdü[12][30].

               Abbasi Halifelerinden Harun er-Reşîd, daha sonra Kâbe’yi yı­kıp, İbn Zübeyr’in yaptığı gibi eski haline döndürme karanda ol­duğunu söylerler. Harun Reşîd’in bu kararma karşı, büyük faklh Mâlik bin Enes: «Allah muradını versin, ey Mü’minlerin Emİri! Sakın bu Beyt’i (Kâbe) senden sonraki meliklerin oyuncağı haline getirme! Bir başkası çıkar bu şeklini beğenmez, hemen değiştirive-rir. Bir diğeri de yine bunun aksını yapar. Böylece Kâbe’nin heybeti insanların gönlünden silinip gider» diyerek Halife’yi bu görü­şünden vazgeçilmiştir[13][31].

               Kâbe-i Şerifin şu yukarıda saydığımız dört defa yapılışı kesin­dir.

               Üzerinde şübhe ve ihtilâf bulunan beşinci defa yapılışı ise, İb­rahim Aleyhisselâm’ın Kâbe’yi inşaasından öncesi ile alâkalıdır. Aca­ba Kâbe İbrahim Aleyhisselâm’dan önce yapılmış mıydı, yoksa yapılmamış mıydı?..

               Bir kısım haber ve rivayetlerde, Kâbe’yi ilk yapan kişinin Âdem Aleyhisselâm olduğu bildirilmektedir. Bu rivayetlerin en barizi, Beyhakî’nin «Delâilü’n-Nübüvve»’sinde, Abdullah bin Amr’dan rivayet ettiği hadîstir: Abdullah bin Artır, Peygamberimizin şöyle buyurdu­ğunu söyledi: «Yüce Allah, Cebrail (a.s.)’i Âdem ve Havva’ya gön­dererek, benim adıma ikiniz bir beyt yapınız» diye emretti. Cebrail (a.s.) onlara Kâbe’nin projesini çizdi. Âdem yeri kazmaya, Havva da toprakları taşımaya başladı. Nihayet suya isabet etti. Alttan, «Yeter yâ Âdem- diye nida edildi. Âdem ve Havva binayı yapınca; Allah onun etrafını tavaf etmelerini Âdem’e vahyetti. Ona: «Bu bina yeryüzünün ilk beyti, sen de insanların ilkisin» denildi. Sonra asırlar birbirini kovaladı. Nihayet onu Hz. Nûh (a.s.î haccetti. Yi­ne asırlar birbirini takip etti ve sonunda o beyt’in temellerini Hz. îb-rahim (a.s.) yükseltti.» Beyhakİ bu hadisi naklettikten sonra, ha­dîsin senedinde geçen ravi îbn Lehia, böylece merfû olarak tek kal­dı, İbn Lehia zayıftır ve onunla ihticac edilmez demiştir. Buradaki rivayetler ve diğer haberler Beyhakî’nin rivayet ettiği bu hadîsin mânâsına yakındırlar. Ancak bu haber ve rivayetlerin hepsi zayıf­lıktan ve münker olmaktan uzak değildir. Yine Kâbe’yi inşa eden ilk kişinin, Şit Aleyhisselâm olduğu da söylenmektedir.

               Bu duruma göre, Kâbe bu haberlere ve zayıf rivayetlere gü­vendiğimiz takdirde çağlar boyunca beş defa yapılmış oluyor.

               Ancak bunlardan kesin olarak sabit olana güvenmek en doğ­rusudur. Bu duruma göre de, yukarıda izah ettiğimiz gibi Kâbe dört defa yapılmıştır. Bunların ötesindekini de Allah’ın ilmine ha­vale etmemiz en doğrusu olacaktır.

            Üçüncü husus: Resûlullah (s.a.v.) işlerin yoluna konulmasında; anlaşmazlıkların çözümlenmesinde, düşmanlıkların sona erdirilme­sinde, kişi ile toplum arasında bazan meydana gelen problemleri çözmede uyguladığı metod ve hikmetli davranışları sayesinde, kan­la sonuçlanacak olan bir düşmanlığı daha önledi.

Şöyleki;

               Kureyşliler; Kâbe’nin duvarlarını bir sıra taş, bir sıra da ahşap bağlama kirişleriyle örerek yükselttiler. Ahşap bağlama kirişleri, altlı üstlü taş sıralarının aralarına konulmakta idi. Duvarlar örülüp Hacerü’l-Esved’in konulacağı yere ulaşıldığı zaman, Kureyş kabileleri arasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile:”Onu yerine koymaya biz daha layıkız !””Onu yerine koymayı biz üzerimize alacağız!” dedi. Kureyşlilerden bir kabile:”Onu yerine biz koyacağız!” dediği zaman, başka bir kabile:”Hayır! Onu yerine biz koyacağız!” diyerek direndi. Her kabile, onu tek başlarına kaldırıp yerine koymak istediler. Söz çoğaldı. İş kıskançlığa ve ihtirasa dönüştü. Aralarında sert tartışma ve çekişmeler başladı. Abdi Menaf ve Zühre oğulları:”Hacerü’l-Esved’in yeri, yapımı, bize düşen duvarın içindedir!” dedi. Teym ve Mahzum kabileleri de:”O, bize düşmüş olan duvardadır!” dedi.

                Diğer kabileler ise:”Rükn, üzerinde kur’a çektiğimiz hususlardan değildir!” dediler. Sonunda, her biri bir tarafa dağıldılar. Abduddar oğulları, ortaya içi kanla dolu bir çanak getirdiler ve Adiyy b. Ka’b oğullarıyla birlikte, ölünceye kadar çarpışmak üzere anlaşma yaptılar ve çarpışmaya hazırlandılar. Andlarını sağlamlaştırmak için de, ellerini o kanla dolu çanağın içine soktular! Bundan dolayı, onlara “Kan yalayıcı” adı takıldı. Kureyşliler, bu iş üzerinde dört veya beş gece durdular. O zaman, Kureyşlilerin en yaşlısı olan Ebu Ümeyye b. Mugîre, b. Abdullah, b. Ömer, b. Mahzum: “Ey kavmim! Biz ancak iyilik istiyoruz, kötülük istemiyoruz. Siz bu hususta birbirinize karşı kıskançlık yansına girmeyiniz. Çünkü siz anlaşmazlığa düştüğünüz zaman, işleriniz dağılırda, sizdeki ne sizden başkaları göz dik­erler!” dedi. Bunun üzerine, Kureyşliler Mescid-i Haram’da toplanarak aralarında konuştular, birbirlerine karşı insafa geldiler. Ebu Ümeyye b. Mugîre: “Ey Kureyş cemaatı! Aranızda anlaşamadığınız bu işte, Mescid’in şu kapısından ilk girecek olanı, aranızda hakem yapınız! Aranızdakini, o halletsin!” diyerek Mescid-i Haram’ın Beni Şeybe kapısına işaret etti. Kureyşliler: “Razıyız ve onun vereceği hükme boyun eğeceğiz!” dediler. O sırada, üzerinde siyah, beyaz çizgili A’râb işi ince ihramı bulunduğu halde, Mescid-i Haram’ın Benî Şeybe kapısından içeriye ilk giren, Peygamberimiz Muhammed (a.s.) oldu! Kureyşliler, onu görür görmez: “İşte, el-Emîn! Razıyız ona!” dediler. Peygamberimiz (a.s.) yanlarına varınca da; Hacerü’l-Esved’i yerine koymak hususunda aralarında çıkan anlaşmazlığın halli için kendisini hakem yaptıklarını, vereceği hükmü kabul edecekleri­ni bildirdiler. Kureyşliler; Peygamberimiz (a.s.)a, daha vahiy ve peygamberlik gelmeden önce, el-Emîn adını takmışlardı.

               Çünkü Peygamberimiz (a.s.), daha gençlik çağında iken, yiğitlik ve insanlık bakımından kavminin en üstünü, ahlâk güzelliği bakımından en seçkini, soyluluk bakımından en şereflisi idi.  Konuya komşuya karşı insanların en iyi davrananı, sakinlik ve yumuşak huylulukta en ulusu idi.  Doğru sözlülük ve güvenilirlikte insanların en başta geleni, insanlan alçaltan kötülüklerden de en uzak bulunanı idi. Yüce Allah, her iyiliği, her üstün meziyeti onda toplamıştı.

               Bunun için, kavmi arasında en çok el-Emîn diye anılırdı. Peygamberimiz (a.s.), Kureyşlilere: “Haydi, bana bir örtü getiriniz!” buyurdu. Hacerü’l-Esved’i eliyle tutup, getirilen örtünün içine koydu.”Beytullahın dört duvarını yıkıp üzerlerine almış bulunan dört kabile topluluğundan birer adam gelsin!” buyurdu.  Utbe b. Rebia, Ebu Zem’a, Ebu Huzeyfe Velid b. Mugîre, Kays b. Adiyy veya Âs b. Vâil geldiler Peygamberimiz (a.s.), onlara: “Sizden her biriniz, kabilesi adına, örtünün birer ucundan tutsun ve sonra da, hep birden onu yukarı doğru kaldırınız!” buyurdu.  Abdi Menaf oğulları adına, Utbe b. Rebia örtünün bir ucunu; Kabilesi adına Ebu Zem’a örtünün ikinci ucunu; Kabilesi adına Ebu Huzeyfe Velid b. Mugîre örtünün üçüncü ucunu; Kabilesi adına Kays b. Adiyy veya Âs b. Vâil örtünün dördüncü ucunu tuttu. Hep birden kaldırdılar. Peygamberimiz (a.s.), Hacerü’l-Esved’i, konulacağı yerin hizasına gelince örtünün içinden alıp, kendi eliyle yerine yerleştirdi. Peygamberimiz (a.s.); Hacerü’l-Esved’i Kâbe duvarındaki yerine koyduğu ve onu sıkılaştırıp sağlamlaştırmak gerektiği zaman, Necidli bir adamgidip bir taş getirmiş, Peygamberimiz (a.s.)a uzatmıştı. Hz. Abbas: “Hayır!” dedi ve onu uzaklaştırdı, Kendisinin getirdiği taşı uzattı. Peygamberimiz (a.s.) da, Hacerü’l-Esved’i onunla sağlamlaştırdı. Necidli adam, kendisinin uzaklaştırıldığına kızdı. Peygamberimiz (a.s.) da, ona: “Bizden olmayan kişi, Beytullah’ı bizimle birlikte yapamaz!” buyurdu.  Bunun üzerine, Necidli: “Şaşılır o kavmin haline ki, kendileri şeref, akıl ve servet sahibi olduklan halde, yaşça en küçükleri­ni, servetçe en fakirlerini en şerefli işlerinin başına geçirdiler, kendilerine reis yaptılar! Olanca üstünlüklerine rağmen, ona sanki hizmetçi oldular! Fakat vallahi, o onlara galip gelecek, hâkim olacak, onların topluluklarını dağıtacak, rızıklarını aralarında bölüştüre çektir! Siz, yaşça en küçüğünüze, malca en fakirinize güvendiniz ve şu en şerefli işinize onu vekil ettiniz !? Bundan sonra, onun hal ve şanı yücelecek, haberi pek büyük olacaktır!” dedi. Sanıldığına göre, Necidli adam, insan suretine girmiş şeytandı.)[14]

                              Resûlullah (s.a.v.)’in yaratılışındaki temel esas, onun bir pey­gamber yâni Nebi ve Resul oluşudur. Bu esasa mebnî olarak zekâ ve dehâ gibi diğer meziyyetler, risâlet ve nübüvvetten sonra ge­lirler.

            Dördüncü husus: Bu da Resûîullah’ın Kureyş’In ileri gelenleri arasında, onların çeşitli derece ve tabakalarına göre mevkisinin yük­sekliğini göstermektedir. Resûlullah onların arasında -el-Emîn» gü­venilir kişi lâkabını almıştı. Kureyş’in tümü tarafından sevilmişti. Hz. Peygamber konuştuğu vakit, sözünün doğruluğunda, kendisiy­le karşılıklı iş yapıldığı zaman ahlâkının güzelliğinde, ondan yar­dım istendiğinde ve itimad edildiğinde, samimiyetinin üstünlüğün­de asla şübheye düşmüyorlardı.

               Ama, Resûlullah’a Allah katından peygamberlik görevi geldik­ten ve kendisini yalancılıkla itham edip, inatla ve eziyetle karşı ko­yan şu kavmine, Allah’ın emirlerini tebliğ etmeye başladıktan son­ra, bu kişilerin kalblerini dolduran kin ve inadın ne dereceye var­dığını olaylar bize gösterecektir. [15][32]

[1][19] Bakara sûresi, âyet: 127.

[2][20] çıplak olmasının uygun düşmediğinin İhtarıdır bu! . (Mütercimler)

[3][21] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 76-77.

[4][22] Bakara sûresi, âyet: 125.

[5][23] Bakara sûresi, âyet: 127.

[6][24] Buhari, Kitabü’l-Ehadisü’l-Enbiya, bâb: 9.

[7][25] Bak: Zerkeşi, İ’lamü’s-Sacid: 46.

[8][26] Bak: İbn Seyyidinnas, Uyûnü’1-Eser: 1/52

[9][27] Buhârİ: Kitâbü’1-Hacc, Bâb-ı Fadl-ı Mekke. Ayrıca Zerkeşî, 1’lâmuVSâcid, s. 46.

[10][28] Müttefekun aleyhtir. Metin Buhârî’ye aittirr

[11][29] Bak: Îbn Seyyidinnas, Uyunul-Eser. 1/53; ez-Zerkeşî, î’lâmuVSâcid: 46. Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir; Kitâbü’1-Hac. Taberî ve diğerlerinin ri­vayetine göre, Kabe ateşten sn;ra>diı bir kıvılcımla yanmıştır Çünkü o za­man civarda bir yangın çıkmıştı. Bakınız: Taberı, Tarih 5/498.

[12][30] Müslim: 4/99…

[13][31] Müslim şerhi Nevevî ile Buhârî şerhi Fethu’l-Bârî’de Kabe’yi yıkmayı düşü­nen kişinin Harun Reşid olduğu kayıtlıdır. Ayrıca, «Uyûnü’1-Eser ile İ’lâmu’s-Sâcid» adlı eserlerde Kabe’yi yıkmayı düşünen kişinin, Ebû Cafer el-Mansûr olduğu rivayeti vardır. Ama İmâm Mâlik bin Enes’in Mansür ile Harun Re-şld zamanında yaşadığı bilinmektedir. Bunun için her iki ihtimal de düşünü­lebilir…

[14] M. Asım Koksal islam tarihi

[15][32] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 77-82.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.