sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

Rasûlullah (S.A.V.) ın Soyu, Doğumu Ve Süt Çocukluğu Dönemi

Rasûlullah (S.A.V.) ın Soyu, Doğumu Ve Süt Çocukluğu Dönemi
A+
A-

Rasûlullah (S.A.V.) ın Soyu, Doğumu Ve Süt Çocukluğu Dönemi

Allah Resûlü’nün soyu şöyledir: (Muhammed bin Abdullah bin Abdülmuttalib).

1- Abdullah.

2- Abdülmuttalib (Şeybetü’l-Hamd diye de çağırılır),

3- Hâşim,

4- Abdi Menâf (Asıl ismi Muğîre’dir),

5- Kusay (Zeyd diye de isimlendirilir),

6- Kilab,

7- Mürre,

8- Kâ’b.

9- Lüey,

10- Galib,

11- Fihr,

12- Mâlik,

13- Nadr,

14- Kinane,

15- Huzeyme,

16- Müdrike,

17- İlyas

18- Mudar,

19- Nizar,

20- Ma’ad,

21- Adnan.

               Rasûlullah (s.a.v.)’ın neseb-i şerifinden bu kadarı üzerinde itti­fak vardır. Ama bundan yukarısında ihtilâf edilmiştir. Aynı zaman­da güvenilir de değildir. Ancak Adnan’ın, İbrahim Halillullah’ın oğ­lu İsmail peygamberin torunlarından olduğunda ve Cenâb-ı Allah’­ın, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i kabilelerin en temizinden, batınların (Oba, kabilenin kolu) en faziletlisinden, sulblerin (nesillerin) en pakından seçmiş olduğunda ihtilâf yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in soyuna câhiliyye kirlerinden hiçbir şey bulaşmamıştır.

               Müslim, sahih bir senedle Rasûlullah (s.a.v.)’ın şöyle buyurdu­ğunu nakleder: -Yüce Allah, İsmail’in oğullarından Kinâne’yi, Kinâne’den Kureyş’i, Kureyş’ten Hâşimoğullarını, Hâşimoğullarından beni süzüp çıkardı.

               Rasûlullah (s.a.v.)’m doğumzu «Fil yılında olmuştu. Yâni Ebrehe el-Eşrem’in Mekke’ye yürüyüp, Kâbe-i Şerîf’i yıkmaya uğraştığı yıl Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’inde açıkladığı apaçık bir muci­ze ile onu, bunu yapmaktan menetmişti.

               Benimsenen görüşe göre, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in doğumu, Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi pazartesi günü olmuştur.

               Rasûlullah (s.a.v.) yetim olarak doğmuştu. Annesi, ona henüz iki aylık hâmile iken babası Abdullah vefat etmişti. Bu yüzden do­ğumdan itibaren dedesi Abdülmuttalib onu kendi himayesine al­mıştı. Dedesi onu ‘’’o zamanki Arap âdetine göre’’’’  Benî Sa’d bin Be­kir kabilesinden Halime binti Ebî Züeyb adında bir kadına süt em­zirmeye verdi.

               Siyret nakilcileri, o yıl Benî Sa’d yurdunun kıtlığa mâruz kal­dığı, oradaki hayvanların sütlerinin çekilmiş olduğu, otların kuru­duğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Hz. Muhammed (s.a.v.), Halime’nin evine gelir gelmez, onun kucağına konar konmaz çadırın et­rafı tekrar yeşilliklerle doldu. Halime’nin koyunları otlaktan, karın­ları tok, memeleri sütle dolu olarak dönmeye başladılar.

               Hz. Muhammed (s.a.v.), Sa’d oğulları yurdunda bulunduğu sı­rada, Müslim’in[1][1] de rivayet etmiş olduğu «Göğsünün yarılması: Şakku’s-Sa’dr» olayı meydana geldi. Bu olaydan sonra, Hz. Muham­med, beş yaşını tamamlamış olarak annesine geri verildi.

               Hz. Muhammed (s.a.v.) altı yaşında iken annesi Hz. Âmine ve­fat etti. Bundan sonra, dedesi Abdülmuttalib’in vefatına kadar, onun himayesinde kaldı. Sekiz yaşını doldurmuş iken, o da vefat edin­ce, bu sefer amcası Ebû Tâlib’in himayesinde kaldı. [2][2]

Dersler ve İbretler      

               Resûlullah (s.a.v.)’m siyretinin bu bölümünden aşağıda özetle­yeceğimiz Önemli öğütler ve prensipler elde edilir:

            1- Resûlullah (s.a.v.)in şerefli soyunu açıkladığımız bölüm­de; Allahü Teâlâ’nın Arapları diğer insanlara üstün kıldığına, Kureyş kabilesini de diğer kabilelere göre daha faziletli kıldığına açıkça ibaret vardır. Okuyucu, bu işareti, Müslim’den rivayet ettiğimiz hadiste açıkça bulur. Aynı mânâda diğer birçok hadîsler de bulunmaktadır. Tirmizi’nin rivayet ettiği şu hadîs bunlardan biridir: Resûlullah (sav) (bir gün) minbere çıktı ve: «Ben kimim?» diye buyurdu. Ashab: «Sen Allah’ın peygamberisin, sana selâm olsun!» dediler. Resûl-i Ekrem de: «Ben Abdullah bin Abdülmuttalib’in oğlu Muhammed’im! Allah mahlûkatı yarattı ve beni onların en hayırlılarının içinde kıldı. Sonra onları (Arap ve Arap olmayanlar Acem diye) iki fırkaya ayırdı ve beni onların en hayırlı fırkaları (Araplar) içinde kıldı. Sonra onları kabilelere ayırdı ve beni en hayırlı kabileleri (Kureyşîn içinden kıldı. Sonra onları ailelere ayırdı ve beni aile ola­rak onların en hayırlısı, (şahıs) olarak da onların en hayırlısı kıl­dı» buyurdu.[3][3]

               Dikkat!.. Resûlullah’ın (sav) aralarında zuhur ettiği kavmi ve içinde doğduğu kabileyi sevmek, Resûlullah’ı (sav) sevmenin gereğidir. Bu sev­gi fert ve cins yönünden değil, aksine mücerred hakikat yönündendir. Çünkü o hakikî Kureyş araplığı, şübhesiz ki Resûlullah’ın (sav) onlara intisabıyla şeref kazanmıştır.

               Bazan Araplardan veya Kureyşlilerden bir kimsenin Allah Azze ve Celle’nin yolundan sapması ve Allah’ın kendi kulları için seç­tiği İslâmiyet şerefinden aşağıya düşmesi bu sevgiye ters düşmez… Çünkü bu inhiraf Resûlullah ile o kişi arasındaki nisbeti ve bağlan­tıyı kaldırmış olur.

            2- Resûlullah (s.a.v.)’ın yetim olarak dünyaya gelmesi, son­ra çok uzun bir zaman geçmeden yine dedesini kaybetmesi, ayrıca hayatının çocukluk dönemini baba terbiyesinden ve gözetiminden uzak, anne sevgisi ve şefkatinden mahrum bir şekilde geçirmesi te­sadüf kabilinden birşey değildir.

               Gerçekten, Allah (c.c.)  peygamberine birtakım büyük hikmet­lere binâen bu tür bir yetişmeyi’ uygun gördü. Belki de o hikmet­lerin en önemlilerinden biri, bozguncular için, kalblere şübhe bı­rakmaya ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in gençliğinden beri çağırdığı risâlet ve davetinin ilk bilgilerini babasının ve dedesinin yol göster­mesi ve yönlendirmesi ile almış olduğunu söylemelerine fırsat ver­memektir. Bu niçin olmasın? Çünkü Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib kavminin başkanı idi. Bundan dolayı da, Kâbe hizmet­lerinden olan «Rifade ve Sikaye»[4][4]de ona aittir. Bir dedenin torunu veya bir babanın kendi oğlunu bu geleneğe göre büyütmesi ve eğit­mesi tabii bir şeydir.

               İlahi hikmet, bozguncular için, bu tür bir şübheye fırsat ver­medi. Buna göre de Yüce Allah, Resulünü, çocukluk döneminden beri, anne-baba ve dede terbiyesinden uzak bir şekilde yetiştirdi. Resûlullah’ın çocukluk dönemini, tüm ailesinden uzakta, Sa’d Oğul­ları yurdunda geçirmesini yine ilâhi kader istemişti. Dedesi vefat edip, hicretten üç yıl öncesine kadar hayatta kalan amcası Ebû Tâlib’in vesayetine geçmesi ve Ebû Tâllib’in de müslümanlığı kabul etmemesi ilâhi kaderin bir başka yönüdür. Hz. Muhammed’in davetinde, amcasının rolü olduğu; meselenin, bir kabile veya aile, ya da başkanlık ve makam meselesi olduğu zannını vermesin diye, böyle olmuştur..

               Yine ilâhî kader, Hz. Peygamber’in yetim olarak büyümesini; şımarıklığına engel olacak baba otoritesinden ve refah seviyesini arttıracak maldan uzak kalarak yalnızca ilâhî yardımın onun işle­rini üstlenmesini murad etti ki, nefsi onu mal ve makama meylet­tirmesin; başkanlık ve liderlik arzusu ile etkilenmesin. Böyle olmasaydı, nübüvvetin kudsıyeti, halkın nazarında, dünya sevgisi ile bir­birine karışırdı. Hattâ insanlar, Hz. Peygamber in, mal ve makama ulaşmak için peygamberlik yaptığını zannedebilirlerdi.

            3- Siyerciler, Halime’nin otlaklarının kuruduktan sonra yeni­den yeşermesini, yaşlı ve düşkün develerin memeleri kuruyup, süt­leri çekilmiş iken, yeniden memelerine süt gelmesini ittifakla rivayet ederler. Bu olaylar, onun diğer çocuklar gibi küçük bir çocuk ol­duğu zaman dahi, yüce Rabbinin katındaki derecesinin yüksekli­ğine, şanının yüceliğine işaret ediyor. Allah’ın ona ikramının en barizi onu emzirme şerefine nail olan Halime’nin evinin, bolluk ve berekete gark olmasıdır. Bunda ne garabet, ne de şaşılacak bir du­rum vardır. Buna göre şeriatımız îslâmiyet, bize yağmur yağmadı­ğı vakit, duamıza Allah’ın icabet edeceğini umarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ehl-i beytinden ve halktan sâlih kişilerin bereketiyle yağ­mur duasına çıkmamızı öğretmiştir* Hz. Muhammed (s.a.v.), Halime’nin kucağına oturmuş ve göğsüne yapışmış süt emen bir çocuk iken, o zaman, o yer Resûlullah ile nasıl şereflenmişti? Gerçek­ten, Resûlullah’ın etrafındaki kurak arazinin yeşermesine sebeb olması, yeryüzü kaynaklarının ve gökyüzü damlacıklarının sebeb olmasından daha orijinal olduğunu, söylemek yerinde olur. Madem ki herşey Allah’ın elindedir ve bütün sebeblerin yaratıcısı O’dur. Ve yine Yüce Allah, Kitab’ında, gayet açık bir şekilde: -Biz seni âlemlere rahmet olasın diye gönderdik» [5] buyurmaktadır. Öyle ise; O’nun lütuf ve bereket sebeblerinin başında gelmesi çok tabiîdir ve normaldir.

            4- Resûlullah, Sa’d oğulları obasında bulunduğu sırada, vuku bulan göğsünün yarılması hâdisesi, peygamberlik •irhasat»ından[6][5] ve Allahü Teâlâ’nm onu yüce bir göreve seçmesinin işaretlerin­den sayılır. Bu hâdise, sahih tariklerle ve sahâbe-i kiramın birço­ğundan rivayet edilmiştir. Müslim’in kendi sahihinde, rivayet etti­ği şu aşağıdaki hadîsin senedinde sahâbe-i kiramdan Enes bin Mâ­lik bulunmaktadır: «Resûlullah (s.a.v.) çocuklarla oynarken, Cibril ona geldi, onu aldı yere yatırdı ve göğsünü yardı. Kalbini dışarı çıkar­dı. Sonra kalbden bir kan pıhtısı çıkardı. Peygambere hitaben: Bu, şeytanın senden olan nasibidir, diye gösterdi. Sonra kalbi altından bir tas içinde zemzem suyu ile yıkadı. Sonra kalbi kapadı. Daha sonra onu kendi yerine iade etti. Bu sırada, çocuklar koşarak sütannesine geldiler ve Muhammed öldürüldü, dediler. O, rengi soluk bir haldeydi[7][6]»

               Bu hâdisenin hikmeti – Allah daha iyi bilir Resûlullah’ın vü­cudunda bulunan şer guddesinin kökünü kazımak değildir. Çünkü şerrin kaynağı vücuttaki bir gudde (bez) veya vücudun bazı böl­gelerindeki bir kan pıhtısı olsaydı, elbette, şerli bir kişinin cerrahî bir ameliyatla hayırlı bir kişi olması mümkün olurdu. Fakat Öyle gözüküyor ki; asıl hikmet, Resûlullah’ın durumunu bildirmek, onu çocukluğundan beri vahiy ve günahsızlık (ismet) için hazırlamak­tır. Ki bu durum, halkın ona iman etmesine ve onun risaletini tas­dik etmesine daha uygun düşer. Bu duruma göre o ameliyat, manevî bir temlizlik ameliyesidir. Fakat o ameliyatta, halkın gözlerinin önünde ilâhi bir ilân olsun diye, maddî ve duyularla idrâk edilen bu şekil kullanıldı. Bu hâdisenin hikmeti ne olursa olsun, bu hâdisenin haberi, sahih bir şekilde sabit olduğuna göre; zahir ve hakikî manâ­sından uzaklaşarak, mânâsız, yapmacık ve kafadan atma bir te’vil çıkarmak için birtakım gayretlere girmek gereksizdir. Bunu yap­maya uğraşan kişinin, Allah’a imanının zayıflığından başka birşeye hükmetmek mümkün değildir.

               Şunu bilmeliyiz ki, haberi kabul etmemizdeki ölçü, sadece ri­vayetin sıhhati ve doğruluğudur. Bu da açık bir şekilde sabit oldu­ğuna göre artık kabul etmekten başka çare yoktur. Onu anlamak için de, eldeki ölçümüz, o vakit Arap dilinin anlamları ve kuralla­rıdır. Sözde asıl olan hakikattir. Eğer her araştırmacı ve okuyucu­nun, sözü gerçek mânâsından çıkarıp, hoşuna gidenleri seçmek için çeşitli mecazî mânâlara çevirmesi caiz olsaydı; elbette, dilin kıyme­ti gider, mânâları kaybolur, insanlarda uyandırdığı mânâlar da ter­sine dönerdi.

               Sonra te’vil aramak ve hakikati inkâra yeltenmek de nedir? » Ama bu, ancak Allah’a iman zayıflığından ileri gelir, ikinci ola­rak da, Resûlullah’ın nübüvvetine, onun risâletinln doğruluğuna olan iman zayıflığından kaynaklanır. Yoksa hikmeti ve sebebi bi­linsin bilinmesin, nakli sıhhatli olan şeylere inanmak çok kolaydır. [8][7]

[1][1] Resûlullah’ın, Benî Sa’d yurdunda sütanneye verilmesi ve göğsünün yarıl­ması konusunda şu kaynaklara bakınız: Tehzîbü’s-SIyre: 36, ibn Hişâm, es-Siyre: 1/164, Müslim, Sahîh: 1/101, îoa…

[2][2] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 61-62.

[3][3] Tımizî, Sünen: 9/236. Kİtâbu’l-Meâkıb.

[4][4] Rifade: Kureyş’ln câhiliye döneminde kendi aralarında oluşturdukları yar­dım fonu. Her, lnsan gücünün yettiği kadar bir para çikarıyor onu biraraya getirerek, büyük bir servet oluştururlar. Sonra da bu para ile yiyecek, üzüm ve hurma şarabı satın alırlar Hac mevsimi süresince insanlara yedirlr içirir­lerdi. Sikaye ise, hacılara su dağıtma hizmetlerine denirdi

Tevessül: Resûlullah’ın ehl-i beytinden biri ile veya takva ve salah ehil İle hastalığa şifâ İstemek mubahdır. Bu, yağmur duası ve diğerlerinde de aynıdır. Fukaha ve imamların cumhuru bunun üzerinde müttefiktirler. Bak: Fethü’1-Bârî- 2/339,’ Neylü’l-Evtâr 2/7, Sübülü’s-Selam: 2/134, ibn  Kudâme el-Hanbelî. el-Mugni. 2/265.

[5] Enbiya suresi 107

[6][5] Irhasat: Peygamberlerde peygamberliğinden önce zuhur eden harkulede İşlere denir. (mütercimler).

[7][6] Müslim: C ı s 101, 102. Yine Sahih-i Müslim’de Resûlullah’m göğsünün yarılması, bir defadan fazla olarak yer almaktadır.

[8][7] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 62-66.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.