SAĞLIKLI FITRATA SAHİP OLANLAR ANLAR!
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd, Âlemlerin Rabbi Rahman, Rahim, Aziz, Cebbar, Mütekebbir bizlere Kur’an ve Sünnet vasıtası ile kurtuluşun yolunu gösteren Allah azze ve celleye mahsustur. Salât ve Selam sevgili peygamberimiz örneğimiz, önderimiz olan Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v) e âline, ashabına ve onlara tabi olanların üzerine olsun…
İnsanların en aldanmışları dünyaya ve onun peşin nimetlerine aldanan, bunu ahirete tercih edip, ahiret yerine buna razı olan kimselerdir. Hatta bunların bazıları:
“Dünya peşin para, ahiret ise veresiyedir” derler.
Bunlardan kimisi: “Vaad olunan incidense peşin ödenen zerre daha iyidir” der.
Kimisi: “Dünyanın zevkleri peşin, ahiretin ki ise şüphelidir; o yüzden şüphelinin ardına düşüp peşini bırakmam”
Bu, şeytanın en büyük aldatmaca ve kandırmacılarındandır. Dilsiz hayvanlar bunlardan daha akıllıdırlar. Çünkü hayvanlar kendilerine zarar verecek bir şeyden korktuklarında, dövülseler dahi oraya yaklaşmazlar. Bunlar ise kendilerini helâke götürecek şeylere dalarlar.
Böylesi biri ya inanıyordur, ya inanmıyordur. Eğer Allah’a(c.c.) , peygamberine Allah’la (c.c.) buluşmaya, O’nun (c.c.) amellerin karşılığını vereceğine inanıyorsa Kıyamet günü insanların en çok pişman olanı olacaktır. Çünkü yaptığını bile bile yapmıştır. Eğer inanmıyorsa ahirette daha az pişman olacak ve daha az hayıflanacaktır.
“Peşin para veresiyeden hayırlıdır” sözünün cevabı şudur:
Peşin ile veresiyenin değerleri aynı ise peşin daha hayırlıdır. Eğer değerleri farklıysa ve veresiye daha üstün ise veresiye peşinden daha hayırlıdır. Dünya, başından sonuna ahrete göre bir nefes gibi iken, nasıl olur da ahirete değişilir?
Nitekim Ahmed’in Müsned’inde ve Tirmizî’de, Müsetred b. Şeddâd’ın rivayetiyle zikredilen hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
“Dünya ahirete göre birinizin denize parmak batırması gibidir. Baksın bir; parmağında ne kadar yaşlık var kalıyor. Dünya o ıslaklık, ahiret ise deniz gibidir”
Bu peşini o veresiyeye tercih etmek en büyük ahmaklık, en çirkin cehalettir. Bütün dünyanın ahirete oranı böyleyken, sadece bir insanın ömrünün, ahirete oranı nasıldır?
Akıllıya yaraşan hangisidir, peşini tercih edip ahiretteki daimî nimetten mahrum kalmak mı, yoksa değeri ve pahası biçilmez, sonsuz sayıdaki sürekli nimeti elde etmek için basit önemsiz ve hemen son bulacak nimeti terketmek mi?
Eğer buna kesin inanıyorsan, yakında sona erecek fani bir peşini, hiç kat’î ve sonsuz bir şeye tercih ediyorsun. Eğer şüphede isen Allah’ın varlığına, kudretine, vahdaniyetine ve peygamberlerinin Allah’tan haber verdiklerinin doğruluğuna işaret eden âyetlere bir göz at, tefekkür et, kendi içinde tartış. Ta ki peygamberlerin Allah’tan getirdiklerinin şüphe götürmeyen kesin hakikatler olduğunu, göresin.
Allah’a(c.c.) yakışmayan sıfatlar nisbet eden kimse O’na (c.c.) sövmüş, O’nu yalanlamış, Rabblığını, ve mülkün sahibi olduğunu inkar etmiş olur. Çünkü sağlıklı bir fıtrata sahip her kişinin nezdinde, hakiki hükümdarın aciz, hiçbir şeyi bilmeyen, işitmeyen görmeyen, konuşmayan, emretmeyen nehyetmeyen, ödül ve ceza vermeyen, dilediğini aziz dilediğini zelil kılmayan, mülkünün dört bir yanına elçilerini göndermeyen, hükümranlığı altındakilerin halleriyle ilgilenmeyip onları kendi hallerine bırakan ve onlara boş hayaller veren biri olması imkansız ve muhaldir. Bu, insan hükümdarların dahi hükümdarlığını zedeler ve onlara bile yaraşmazken, hakikî hükümdara nasıl yaraşır?
İnsan nutfe halinden büyüyüp kemale erene kadar ki halini düşünürse kendisine bu ehemmiyeti verip çeşitli evrelerden ve hallerden geçiren zatın onu ihmal edip kendi haline bırakmasının; ona hiç emretmemesinin, onu nehyetmemesinin, kendisine karşı görevlerini ona öğretmemesinin, ödül ve ceza vermemesinin asla yaraşmayacağını bilir.
فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَۙ
Hayır; gördüklerinize yemin ederim, (Hâkka – 38)
وَمَا لَا تُبْصِرُونَۙ
Görmediklerinize de. (Hâkka – 39)
اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۚ
Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür. (Hâkka – 40)
Böylece firsatı değerlendirmeyen kişi her iki durumda da; inanması ve tasdik etmesi ile şüphe duyması ve yalanlaması durumlarında da kendini aldatmıştır.
Hem ahirete yakinen inanmak hem de gereğini yapmamak nasıl olur?
Şayet akıllı biri çıkıp da “Öte dünyaya, cennet ve cehenneme şüphe götürmez bir şekilde kesin inanç varken, onun gereğine göre amel etmekten geri durmak nasıl olur? Büyük bir cezayla cezalandırma veya en güzel şekilde ikram ve ihsanlarda bulunma için yarın gelmesi istenen bir insanın gafil ve rahat biçimde sabahlaması, hükümdarın huzuruna çıkışı aklına getirmemesi, ona hiçbir hazırlık yapmaması mümkün müdür?” denilirse…
Deriz ki Vallahi bu doğru ve çoğu insanlar hakkında geçerli bir sorudur. Bu ikisinin bir arada oluşu en hayret verici şeylerdendir. Amelden geri kalmanın bazı sebepleri vardır:
Bunlardan biri bilgi zayıflığı ve yakîn noksanlığıdır.
Bilginin ve bilmenin standart olduğu ve değişmeyeceği düşüncesi ise en bozuk ve en geçersiz görüşlerdendir. İbrahim (a.s.) Allah’tan, gücünün yeteceğini bildiği halde yakîni artsın ve gıyaben bildiği gözle görülür şekilde bilinene dönüşsün diye ölüleri diriltişini kendisine göstermesini istemiştir.
Ahmed de Müsned’de Rasûlullah’tan şöyle rivayet etmiştir: “Haber verme, apaçık görme gibi olmaz.”
Bilgi azlığının yanına bir de menfî şeylerle iştigal etmesi nedeniyle ahireti aklına getirmemesi eklenirse; bunlara ayrıca:
– doğanın talebleri,
– hevâ hevesinin galebesi,
– şehvetinin istilası,
– nefsin süslemesi,
– şeytanın aldatması,
– vaad gününün uzak görülmesi,
– geleceğe dair uzun hayaller gaflet,
– dünya sevgisi,
– tevile sığınma ve alışkanlıklara bağımlılık eklenince…
İşte bu durumda insanın imanını ancak gökleri ve yeryüzünü tutup düşmesine engel olan tutabilir. Bu sebepten dolayı insanlar iman ve amel yönünden farklı farklıdırlar. Bu kalpte zerre miktarı iman kalmasına kadar varır.
Bu sebeplerin tümünün kaynağı basiret ve sabrın azlığıdır. Bu yüzden yüce Allah (c.c) sabır ve yakin ehlini övmüş; onları dinin önderleri kabul etmiştir; Yüce Allah (c.c) şöyle buyurur:
وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ
Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip-yönelten önderler kıldık; onlar bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı. (Secde – 24)
SEYYİD KUTUP: Burada amaç o sıralarda Mekke’deki Müslüman azınlığa, İsrail oğulları arasındaki seçkinler gibi sabretmeleri, tıpkı onlar gibi Allah (c.c)’ ın ayetlerine kesin şekilde iman etmeleri, böylece onlar İsrail oğullarına yol gösterici önderler oldukları gibi, kendilerinin de Müslüman kitleye önderler olmaları mesajını vermek, bunun yanı sıra önderlik ve kılavuzluğun yolunun sabır ve kesin inanç olduğunu vurgulamaktır.
İBNİ KESİR : Allah Teâla buyurur ki: «İçlerinden de sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola götürecek kılavuzlar ta’yîn ettik. Ve onlar âyetlerimizi çok iyi biliyorlardı.» Allah’ın emirlerine sabrettikleri, yasakladıklarını terkettikleri, elçilerini doğruladıkları ve elçilerinin kendilerine getirdiklerine uydukları içindir ki onlardan; Allah’ın emriyle hakka ileten, hayra davet eden, iyiliği emreden ve kötülükten men’eden imamlar bulunmuştur. Sonra değiştirdikleri ve tahrif edip te’vîlde bulunduklarında bu makam ellerinden alınmış ve kalbleri katılaşmıştır. Onlar kelimeleri yerlerinden değiştirerek tahrif etmişlerdir. Bu yüzden artık onların sâlih amelleri ve sıhhatli bir inançları kalmamıştır.
Bu sebepledir ki Allah Teâlâ: «İçlerinden de sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola götürecek kılavuzlar ta’yîn ettik.» buyurmuştur. Katâde ve Süfyân:Dünyaya karşı sabrettikleri zaman, demişlerdir. Hasan İbn Salih de böyle söylemiştir.
Süfyân der ki: Onlar böyle idiler. Kişiye, dünyadan sakınmadıkça kendisine uyulan bir imam olması yaraşmaz. Vekî’nin naklettiğine göre
Süfyân şöyle diyor: Nasıl ki cesede ekmek gerekliyse dine de ilim gereklidir.
Şafiî’nin kızının oğlu der ki: Babam, amcama veya amcam babama demiştir okudu ki
Süfyân’a Hz. Ali (r.a.)nin: Cesede göre baş ne ise îmâna göre sabır da odur.
Allah Teâlâ’nm: «içlerinden de sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola götürecek kılavuzlar ta’yîn ettik.» sözünü işitmez misin, sözü sorulmuştu.
Süfyân şöyle dedi: İşin başında sebat, edince reisler oldular.
Âlimlerden birisi şöyle diyor: Sabır ve yakın ile dinde imamete ulaşılır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ başka bir âyet-i kerîme’de: «Andolsun ki Biz, İsrâil-oğullarına kitabı, hükmü ve nübüvveti vermiştik. Kendilerini temiz şeylerden rızıklandırmış ve onları dünyalara üstün kılmıştık. Din konusunda onlara burhanlar verdik. Ama onlar, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki çekememezlikten dolayı ayrılığa düştüler.» (Câsiye, 16,17) buyururken burada da: «(İnançlar ve amellerden) ayrılığa düştükleri şeylerde Rabbın muhakkak ki kıyamet günü aralarında hükmedecektir.» buyurur.( Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 12/6454-6455)
Rabbim bizleri bu dünya hayatında sabır ve yakin ile imamete ulaşanlardan olmayı nasip etsin İnşallah.
Rabbim Hakkı Hak bilip Hakka sarılan, batılı batıl bilip batıldan içtinab eden kullarından eylesin.
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN