sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

ŞAHİD OLMAK – 2

07.05.2021
1.009
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

Geçen hafta ki yazımızda şahitliğin ilk olarak kişinin kendi nefsinden ve yakın çevresinden başladığını belirtmiştik.

Şahitliğin ikinci adımı ise ümmete yöneliktir. İslâm ahkamını, hayatın tüm alanında uygulamaya çalışmaktır.

Kişiliği, ahlakı, davranışı ve yaşamıyla, kendisini bu dinin canlı bir örneği haline getirmeyen kimse, şahidlik görevini yapmamış demektir. Bu dinin, dünya yüzeyinde bulunan tüm düzen ve örgütlerden çok daha iyi, mükemmel ve daha çok yaşam hakkına sahip olduğunu ispatlayacak bir şahitlik:

“Ey Rabbimiz! Biz indirmiş olduğuna iman edip Peygamber’e uyduk. Sen de bizi, şahidlerle beraber yaz.” (Al-i İmran/53)

Bu dini; hayatına esas, toplumuna nizam, nefsi ve kavmine, şeriat olarak almayan kimse, istenen şahidliği yapmamıştır. İçinde yaşadığı toplum bu sağlam ve sağlıklı hayat sistemiyle yönetilmedikçe şahidliğini ifa etmemiştir. İslâmî bir toplumun kurulması ve bu toplumda İslâm nizamının uygulanması uğrunda ölümü hayata tercih etmedikçe ve cihad etmedikçe şahidliğini ifa etmemiştir.

O, şahidliğiyle, bu dinin; yaşamdan üstün ve canlıların önem verdiği her şeyden daha aziz olduğunu ispatlamak durumundadır. Cihad sonunda öldürülülenlere “şehid” denmesinin nedeni budur. Bu hakikati iyice anlamak gerekir. Dini uğrunda bu şahidliği yapmayıp ketmeden kimse, günahkâr olmuştur.

“Müslüman” olduğunu söyleyip de İslâm yolunu izlemeyen veya İslâm’ı kişisel planda benimsediği halde toplumsal olarak çalışmayan, rahatından vazgeçmeyen, ilâhî nizamın hayata geçmesi yolunda cihad etmeyen kimse ise görevini eksik yapmıştır. Şahidliğini ihmâl etmekle bu dine aykırı bir şahitlik yapmıştır. Yani müslüman olduğunu söyleyen kimselerin İslâm’ın lehine değil, aleyhine şahitlik yaptıkları gündeme gelir ki bu da İslam’a vurulan bir darbedir. Müslümanlara!!! bakarak İslam’dan soğuyan bir kişi düşünebiliyor musunuz?

Gerçekte Mü’minlerden olmadığı halde “Mü’min olmak” iddiasıyla insanları Allah’ın dininden önleyen kimselerin vay haline!..

Bu dinin şahidliğini yapmak bir emanettir. Bu şahidlik, en başta nefiste gerçekleşmelidir. Nefisle cihad yapılmadan bu dinin canlı bir örneği olunamaz. Bu canlı örnekliğin, kişinin bilinç ve davranışlarında gerçekleşmesi şarttır, öyle ki imanın nefiste canlanmış halini gören insanlar; “Bu iman ne güzeldir; ne temiz ve ne paktır” diyebilmelidirler.

Taraftarlarının kişiliğini birer ahlak ve kemal abidesi olarak örnekleştiren iman bulununca bu dinin nefiste billurlaşan şahitliğinden muhakkak ki, başka insanlar da etkilenecektir. Bu kadarla da bitmez. “Şahitlik meziyetini” nefsinde yaşatıp üstünlüğünü ispatlayan davetçi, daha sonra insanları da davet etmelidir. İslâm’ın üstünlük ve meziyetlerini ortaya koyup davet ederek şahitliğini sürdürmelidir. Kendi kişiliğinde imanın şahitliğini yapıp da insanları İslâm’a davet etmeyen bir davetçi, yetersizlik içindedir. Çünkü bu haliyle, davet, tebliğ ve açıklama görevini yapmamış sayılır.

Daha sonra sıra, İslâm nizamını hayata egemen kılmaya yönelik şahitliktedir. Bu dinin gerek Mü’minler ve gerekse tüm insanlık için bir hayat nizamı olması yolunda çalışmaktır. Gerek ferdî ve gerekse toplumsal tüm vesilelere başvurarak çalışmak gerekir. Çünkü insanlık hayatında ilâhî nizamın egemen olması, kişisel imandan sonra gelen en büyük emanettir. Bu büyük emanetten ne bir ferd, ne de bir cemaat muaf tutulamaz. Bundan dolayı cihad, -bu esas gereğince- Kıyamet Günü’ne değin sürecektir.

Akide ve şeriat emanetini taşımak; anlayış, kavrayış ve bilgi gerektiren bir şeydir. Bu emaneti, salih amel işlemek suretiyle ruh ve hayat alemlerinde gerçekleştirmek gerekir. Yalnız bu arada hayırsız, umutsuz ve çarpık bir durum söz konusu olabilir. Bu durum, emaneti taşımakla emrolundukları halde taşımayan kimselerle ilgilidir. Bu kimselerin gerçek durumunu ortaya koyan bir hakikattir. Büyük büyük kitapları sırtında taşıyıp da yükünün ağırlığından öte bundan bir şey anlamayan eşeğin durumu gibi…

“Tevratı uygulamakla emrolundukları halde onu taşımayan (uygulamayan) kimselerin durumu, kitap yükünü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan bu kimselerin durumu ne de kötü bir durumdur. Allah, zalim kimseleri hidayete erdirmez.” (Cum’a/5)

Tevrat’la amel etmekle emrolundukları halde onunla amel etmeyenler… Ve akide emanetini taşımakla emrolundukları halde onu taşımayan herkes… Pek çok kuşağı geride bırakarak bu zamana kadar gelen ve “Müslüman” adını taşıdıkları halde Müslümanca amel etmeyen herkes… Özellikle de Kur’an’ı ve diğer kitapları okudukları halde içindekilerle amel etmeyenler… Evet bunların tümü, kitap yükünü taşıyan eşekler gibidirler. Bu tip örnekler gerçekten çoktur. Bu bakımdan mesele, taşınan ve incelenen kitapların meselesi değildir. Asıl mesele (dava), kitaptakileri anlayıp uygulama meselesidir.

 

Bu şahidliğin son merhalesi ise cihadtır. İnsanları saptıran ve fitneye uğratan tüm beşerî engelleri ortadan kaldırmak için cihad etmektir.

İşte “şehid” bu cihatta öldürülen kimseye denir. Çünkü o, dini için şahidlik yaparak Rabbinin huzuruna gitmiştir. İşte şehid, sadece bu kimsedir. Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘nın dinine inanmış Müslümandan istenen şey, bu din için şahidlik yapmaktır. Bu dinin kalıcılık hakkını onaylayan ve bu dinin insanlığa vereceği hayrı sağlayan bir şahidlik…

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.