ŞEHİD SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA NAHL SURESİ 90-91-92-93. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
90- Allah size adaleti, iyiliği, akrabalara yardım etmeyi emreder. Çirkin davranışları ve iğrençlikleri yasaklar. Sözünü tutasınız diye O, size öğüt verir.
91- Allah’a söz verdiğinizde verdiğiniz sözü tutunuz. pekiştirdiğiniz yeminlerinizi bozmayınız. Çünkü söylediklerinize Allah şahit tutmuş oluyorsunuz. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.
92- Taraflardan biri diğerinden daha kalabalık, daha güçlüdür diye yeminlerinizi birbirinize karşı hile aracı olarak kullanmayınız, böylece eğirdiği yünü sağlam iplik haline getirdikten sonra tekrar tel tel çözen kadın gibi olmayınız. Çünkü Allah sizi bu yolla sınavdan geçirir. Kıyamet günü aranızdaki anlaşmazlık konularını size açıklayacaktır.
93- Allah dileseydi, hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Sizler yaptığınız işlerden kesinlikle sorguya çekileceksiniz.
Bu kitap bir ümmet meydana getirmek ve bir toplumu düzene sokmak ve daha sonra yeni bu dünya, yeni bir düzen kurmak için gelmişti. Bu tüm insanlığı kuşatan evrensel bir çağrıydı. Herhangi bir kabileyi, ulusu veya ırkı esas almıyordu. İnsanları birbirine bağlayan bağ, sadece inançtı. Kavmiyet ve tutuculuğun yerini inanç almıştı.
İşte bu nedenle Kur’an bir cemaatin bütünleşmesi için gereken ilkeleri getirdiği gibi cemaatlerin de bütünleşmesi için ilkeler getirmişti. Fertleri, ulusları ve milletleri huzura kavuşturacak, ilişkilerde, verilen sözlerde ve yapılan antlaşmalarda, güven telkin edecek prensiplere riayet edilmesini istemişti.
Kur’an “adalet” ilkesini getirmişti. Bu ilke, her birey, her toplum ve her ulus için insanlar arası ilişkilerin dayanacağı, değişmez ve sağlam bir kulpu garanti altına almıştı. Bu ilke insanın arzu ve isteklerine göre şekil alamaz, sevgi ve nefret gibi kişisel kaprislerden etkilenemez. Akrabalık ve hısımlık bağlarına, zenginlik ve fakirliğe, güçlü ve zayıfa göre farklılık gösterip değişemez. Kendi yolunda ilerler. Herkesi aynı kriterle değerlendirir, herkes için aynı teraziyi kullanır
Kur’an adaletin yanında bir de “iyilik” ilkesine yer verir. Böylece adaletin acımasız, şaşmaz kesinliğine bir ölçü yumuşaklık getirir. Bazı haklarından özveride bulunmak isteyen, böylece kalplerin sevgisini tercih eden, göğüslerini huzura kavuşturmak isteyenlere kapıyı açık bırakır. Hayatın temel ilkesi olan adaleti bir yarayı tedavi etmek isteyenlerin veya bir erdemlilik örneği vermeye kalkanların önünde engelleyici bir unsur olarak kullanmaz…
“İhsan” gerçekten çok geniş anlamlı bir kavramdır. Her güzel iş ihsandır. İhsanı emretmek her işi ve her davranışı kapsar. Böylece ihsanın hayat denizinin tümünü kapsadığı görülmektedir. İnsanın Rabbiyle olan ilişkilerini, ailesi ile olan ilişkilerini, toplumu ile olan ilişkilerini ve bütün bir insanlıkla olan ilişkilerini içine alır.
“Akrabaya yardımda bulunmak” “ihsan”dandır. Burada özellikle akraba yardımının öne çıkarılışı, onun önemini ortaya çıkarmakta ve pekiştirmektedir. Bu yardımlaşma aile tutkusundan kaynaklanan bir yardımlaşma değildir. Bu yardımlaşmanın dayanağı, İslâmın kendi dayanışma düzeninin ilkesine göre yakın çevreden uzak çevreye doğru yayılan dayanışma ilkeleridir.
“Hayasızlığı, kötülüğü ve çirkin davranışları yasaklar.”
Ayeti kerimede geçen “Fahşa” sözcüğü, aşırı kaçan, yani haddi aşan her şeydir. Fahşa’nın fuhuş anlamı da vardır ki, genellikle bu anlamda kullanılır ve ırza tecavüz anlamına gelir. Çünkü bu aşırı bir iştir. Saldırı ve aşırı gitmeyi bünyesinde barındırır. Böylece fahşa kelimesini üzerinde yoğunlaştırır ve fahşa denildiğinde, özellikle bu fuhuş anlamı kastedilir. Ayette geçen “münker” kavramı ise fıtratın hoşlanmadığı, dolayısıyla şeriatın da hoş karşılamadığı her iştir. Zira İslâmın şeriatı fıtratın şeriatıdır. Bazen fıtrat sapabilir. Fakat İslâmın şeriatı olduğu gibi kalır, değişmez. Fıtratın bozulmadan önceki asıl halini gösterir. “Bagiy” kavramı ise zulmü, hakkı ve adaleti çiğnemeyi ifade eder.
Rezalet, çirkinlik, ïğrençlik’, azgınlık ve isyan (Fahşa-münker-Bagy) temeline dayalı bir toplumu ayakta tutmak mümkün değildir. Rezaletin bütün boyutlarıyla, iğrençliğin bütün aldatıcılığıyla ve azgınlığın bütün sonuçlarıyla yayıldığı bir toplum uzun süre ayakta kalamaz.
İnsanın fıtratı belli bir süreden sonra, bu yıkıcı etkenlere karşı harekete geçer ve onlardan silkinir. Bu yıkıcı etkenlerin kuvveti ne kadar fazla olursa olsun ve tağutlar düzenlerini korumak için ne kadar vasıta kullanırlarsa kullansın farketmez. İnsanlık tarihi tümüyle rezalete, çirkinliğe ve azgınlığa karşı peşpeşe gelen başkaldırılardan ibarettir. Kısa bir dönem için insanlığın veya devletlerin bunlara dayanarak ayakta durması önemli değildir. İnsanın fıtratında ona karşı silkinişlerin ve direnişlerin bulunması gösteriyor ki, bunlar insanlık hayatına, bedenine yabancı düşen unsurlardır. Fıtrat onları üzerinden atmak için silkinir. Tıpkı canlı organizmanın kendi içine giren yabancı bir unsura karşı silkinişi ve direnişi gibi. Yüce Allah’ın adaleti ve ihsanı emretmesi, rezaleti, iğrençliği ve azgınlığı yasaklaması, düzgün ve sağlıklı fıtrata uygun düşer. Onu destekler ve Allah adıyla direnişe geçmeye iter. Zaten bunun için mesele noktalanıyor:
“Sözünü tutasınız diye O, size öğüt verir.”
Hatırlatmak için verilmiş bir öğüt. Fıtratın köklü ve güçlü mesajını hatırlatan bir öğüt.
“Allah’a söz verdiğinizde, verdiğiniz sözü tutunuz. Pekiştirdiğiniz yeminlerinizi bozmayınız. Çünkü söylediklerinize Allah’ı şahit tutmuş oluyorsunuz. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.”
Allah’a verilen sözde durmak, müslümanların Peygamberimiz Hz. Muhammed ile -salât ve selâm üzerine olsun- yapmış oldukları bey’atı (bağlılık sözü) kapsadığı gibi Allah’ın emrettiği her türlü doğru antlaşmayı da kapsamına alır. Sözünde durmak insanlar arasındaki ilişkilerde güven unsurunun yegane garantisidir. Bu güven olmadan bir toplum kurulamaz, bir insanlık ayakta tutulamaz. Ayeti kerime sağlamlaştırdıktan sonra ve Allah’ı kefil olarak kabul edip onu sözleşmelerinin tanığı tutup, sözün yerine getirilmesi için Allah adına söz verdikten sonra yeminlerini bozan, anlaşma sahiplerini rezil etmektedir. Sonra da onları üstü kapalı tehdit etmektedir:
“Allah yaptıklarınızı bilir.”
İslâm dini, sözleşmelere bağlılık meselesinde son derece titiz davranmış ve bu konuda asla tolerans tanımamıştır. Zira o güvenin ana ilkesidir. Bu ilke sarsıldığında toplumun bağı çözülür. Ve toplum dağılır. Kur’an ayetleri burada sadece sözünde durmayı emredip sözleşmeyi bozmayı yasaklamakla yetinmemektedir. Bazı örnekler vermekte antlaşmayı bozanları kötülemekte ve birtakım insanların dayanak olarak kabul edebileceği bazı gerekçe ve sebepleri de reddetmektedir:
“Taraflardan biri diğerinden daha kalabalık, daha güçlüdür diye yeminlerinizi birbirinize karşı hile aracı olarak kullanmayınız, böylece eğirdiği yünü sağlam iplik haline getirdikten sonra tekrar tel tel çözen kadın gibi olmayınız. Çünkü Allah sizi bu yolla sınavdan geçirir. Kıyamet günü aranızdaki anlaşmazlık konularını size açıklayacaktır.”
Antlaşmayı bozan adam, iradesi zayıf, dar görüşlü, aptal ve bunak bir kadına benzer. Bu kadın ipliğini eğirip katladıktan sonra tekrar söküp dağıtmakta, çözüp bozmaktadır!.. Bu benzetme bütün unsurlarıyla aşağılama, horlama ve garipsemelerle doludur. Sözünde durmamayı, ruhlara kötü bir şey olarak hissettirmekte ve gönüllerde onu çirkin göstermektedir. Zaten burada amaç da budur. Onurlu hiçbir insan; bu zayıf iradeli, akli dengesi bozuk, hayatını yararsız boş şeylere harcayan bu kadın gibi olmaya razı olmaz!
Bazı insanlar Allah’ın elçisi Hz. Muhammed ile yaptıkları antlaşmayı bozmada, kendilerini şu şekilde temize çıkarmaya çalışıyorlar da; Hz. Muhammed ve onunla birlikte olanlar güçsüz bir azınlığı temsil ederken, Kureyş güçlü çoğunluğu oluşturmaktadır. Ayeti kerime onların bu gerekçelerinin doğru olmadığın ve kendi yeminlerini bir oyun ve aldatma olarak değerlendirip onlardan el çekmelerinin tutarlı bir neden olamayacağını bildirmektedir:
“Taraflardan biri diğerinden daha kalabalık, daha güçlüdür diye yeminlerinizi birbirinize karşı hile aracı olarak kullanmayınız.”
Yani bir topluluğun güç ve sayı olarak bir diğer topluluktan fazla oluşunu sebep gösterip sözünüzde durmamazlık yapmayın. Çıkar gözetilerek sayıca fazla olan tarafla beraber olmayı istemeyin. Ayeti kerimenin kapsamı içine bugün “devletin çıkarı” diye adlandırılan bir menfaati elde etmek amacıyla sözleşmeyi bozmak da girer. Herhangi bir devlet başka bir devletle veya devletler grubuyla bir antlaşma yapar, sonra da “devletin çıkarım” elde etmek amacıyla daha güçlü bir devlet veya devletler grubuyla temasa geçmèk için antlaşmasını bozup, diğer tarafa geçerse İslâm bunu da kabul etmez ve kesinlikle antlaşmaya bağlı kalınmasını, yeminlerin aldatma ve oyun vasıtası haline dönüştürülmemesini ister. Ayrıca İslâm iyi vé takva ilkesine dayanmayan herhangi bir antlaşmayı ve yardımlaşmayı kabul etmez. Günah, isyankârlık, insanların haklarının yenilmesi, devletlerin ve milletlerin sömürülmesi, ilkesi üzerinde antlaşmaya veya yardımlaşmaya izin vermez..: İslâm, İslâm cemaatinin binasını ve İslâm devletinin temelini bu ilke doğrultusunda belirler. İslâmın bireysel ilişkilerden tutunda devletlerin ilişkilerine varıncaya kadar her şey de bütün bir insanlığın önderliğini yaptığı bir günde ancak dünya eşsiz bir huzurun, bir güvenin ve temizliğin lezzetine erecektir.
Ayeti kerime burada bu tür gerekçelere yanaşmaktan sakındırıyor. Ve bu tür şartların oluşması durumunda uyanık bulunmaları gerektiği telkin ediliyor: “Taraflardan biri diğerinden daha kalabalık, daha güçlüdür diye”… Bu şartlar Allah tarafından bir sınama olabilir. Onların iradeleri, sözlerine bağlılıkları kendi onurlarına düşkün olup olmadıkları ve Allah’ı üzerinde şahit tuttukları anlaşmayı bozup bozmayacakları konusunda bir sınama…
“Allah sizi bu yolla sınavdan geçirir.”
Ardından topluluklar ve uluslararasında alevlenen ayrılıkların Allah’a havale edilmesini, kıyamet gününde Allah’ın bu konudaki kararını vereceğini bildiriyor:
“Kıyamet günü aranızdaki anlaşmazlık konularını size açıklayacaktır.” Bu giriş ile bütün gönüller görüşleri ve inançları farklı da olsa insanlara yaptıkları antlaşmaya bağlılık konusunda ikna edilmiş olunmaktadır:
“Allah dileseydi, hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Sizler yaptığınız işlerden kesinlikle sorguya çekileceksiniz.”
Şayet Allah dileseydi, bütün insanları aynı yetenekte yaratırdı. Fakat O, insanları ayrı ayrı yetenekte yaratmıştır. Böylece onları, birbirlerinin kopyası olmaktan çıkarmıştır. Doğru yolun ve sapıklığın ilkelerini de belirtmiştir. Allah’ın insanlara ilişkin dilemesi, bu ilkelere göre işler. Herkes yaptığından sorumludur. Dolayısıyla inanç ayrılığı antlaşmayı bozmaya neden olamaz. Ayrılığın Allah’ın dilemesiyle ilgili özel sebepleri vardır.
Halbuki inançlar ne kadar farklı da olsa, sözleşmeye bağlı kalmak garanti altına alınmıştır. İnsanlar arası ilişkilerdeki temizliğin ve dinsel hoşgörünün ulaştığı bu zirve, Kur’an’ın gölgesinde İslâmın egemen olduğu bir hayatla gerçekleşmiştir.
SÖZE BAĞLILIK
Surenin akışı antlaşmaya bağlılığı pekiştirerek, yeminleri hile ve aldatma aracı yapmayı, bu fani dünyanın birtakım basit menfaatlerini elde etmek amacıyla göstermelik güven havası vermeyi yasaklayarak devam ediyor. Bu tür hareketlerin psikolojik ve sosyal hayatın ana direklerini devirebileceğini, inançları, bağlılıkları ve sosyal ilişkileri sarsabileceğini belirtiyor. Ahiretteki korkunç azaptan sakındırıyor. Sözlerinde durarak kaybetmiş oldukları basit menfaatleri, Allah’ın kat kat geri vereceğini ifade ediyor, ellerinde bulunan tüm imkânların geçici olduğunu, hazineleri tükenmeyen ve rızkı kesintiye uğramayan Allah’ın katındaki nimetlerin ise sürekli, kalıcı olduğunu dile getiriyor:
ELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN