sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

ŞEYTANDAN ALLAH(C.C.)’A SIĞINMA (ŞEYTAN VE VESVESE) | Akaid Programı – 27. Bölüm

ŞEYTANDAN ALLAH(C.C.)’A SIĞINMA (ŞEYTAN VE VESVESE) | Akaid Programı – 27. Bölüm
A+
A-

ŞEYTANDAN ALLAH(C.C.)’A SIĞINMA

(ŞEYTAN VE VESVESE)

 

            Şeytan, Arapça “şetane” kökünden rahmetten uzaklaştı, hak’dan uzak oldu; “Şâta” kökünden ise, öfkeden tutuştu, helak olacak hale geldi gibi manalara gelip insanlardan, cinlerden ve hayvanlardan isyan eden ve zarar veren her şeyin adı olmuştur. Bu manada bir canavar veya yılana da şeytan denilir. Aynı şekilde haset, öfke gibi insana mahsus olan her kötü huy ve davranış da şeytan diye isimlendirilmiştir.

Şeriat örfünde ise, Yüce Allah’ın Âdem’e secde emrine karşı gelip isyan ettiği için ilâhi rahmetten kovulan ve insanların amansız düşmanı olan, cin taifesinin inkarcı kesiminden (el-Kehf, 18/50) gizli bir varlıktır. Diğer isimleri ise Garûr, Vesvs, Hannâs, Kâfir, Sağîr, Mârid, Tâif, Fâtin, Mel’ûn, Mez’ûm, Medhûr, Mekzû, Kefr, Hazûl, Adüvv, Mudill, Merid’dir [1]

Yaratılışı ve Hz. Âdem’e secde emrinden önceki durumu:

         Evrende Adem (a.s) den önce yaratılmış melek ve cin adında iki varlık mevcuttu (el-Bakara, 2/31; el-Hicr, 15/26-29). Şeytan, cin denen varlık grubuna mensup idi (el-Kehf, 18/50). Hz. Âdem’e secde emrine kadar hissiyatına dokunan bir teklif yapılmamış ve imtihan olunmamıştı. Onun bu ana kadar, Allah’ın emirlerine göre mi, yoksa öz nefsinin isteklerine göre mi hareket ettiği bilinmiyordu. Âdem’e secde emri onun hissiyâtına ters düştü. Emri yerine getirmekten kaçındı. Gerekçe, kendisinin ateşten, Adem’in ise topraktan yaratılmış olmasıydı. Böylece o, itiraf ve özür dileme yerine itirazı ve hayatı tercih etti. Ona göre ateşten yaratılmış olmak bir üstünlük sebebiydi. (Sâ’d, 38/71-85). Böylece o, ateşin topraktan üstünlüğü gibi iki madde arasında, aslında olmayan bir farklılık görmüştü. Her iki maddenin yaratıcısının da Allah olduğunu itiraf etmesine rağmen Âdem’in yeryüzünde Allah’ın halifesi olması, Allah’tan bir ruh taşıması gibi (el-Hicr, 15/29; Sâd, 38/72) asıl üstünlüklerini bilmezden gelmişti. Adem’de toprak, kendisinde ateşten başka bir mâhiyet görmemiş; ölüden diri, diriden ölü yaratan ve bütün meziyetleri bahşeden Allah’ı maddeye mahkum sanmıştı[2]

Bu anlayış Şeytan’a, Allah’ın huzurundan kovulma, rahmetinden ümit kesme ve kıyamete kadar O’nun lânetini haketme dışında hiç bir şey kazandırmadı. Çünkü o dar görüşlüydü, maddenin ötesini görememişti. Maddeyi tek ve gerçek ölçü sanmakla şeytanca bir yanılgıya düşmüştü. His ve duygularıyla hareketi sonucu kendi nefsinden kaynaklanan yanılgısını Allah’ın emrine tercih etmekle insanın üstünlüğü gerçeğini kabul etmemişti. Çünkü bu secde emri yalnız Âdem’in sahsına değil, zürriyeti de dahil, insan nev’ine verilen bir şeref ve imtiyazdı.[3]

Bu aynı zamanda insanın üstünlüğüne yapılan ikinci itirazdı. Birinci itiraz da meleklerden gelmişti (el-Bakara, 2/30). Şeytan’ın bu itirazı, büyüklük taslamaya ve neticede kendisini inkâra götüren bir isyana dönüştü. Çünkü o, neticede sahibini alçaltacak olan bir büyüklük anlayışına sahipti. Nihayet Allah’tan şu hitap geldi:”İn oradan! Orada büyüklenmek sana düşmez, defol!… Sen alçağın birisin! Defol oradan. Sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu hesap gününe kadar lânet sanadır” (el-A’raf, 7/13; el-Hicr, 15/34-35; Sâd, 38/77-78) .

Böylece Hz. Âdem’e karşı büyüklük taslaması ve secde emrine isyanı neticesinde ilâhi rahmetten ebediyen kovuluşu “İblis” adını almasına sebep oldu. Hz. Âdem’e secde emri karşısında isyan eden ve hakikatle ilgili bütün bağları koparılan ve melekler arasındaki yerini de kaybederek tamamen yalnız kalan şeytan bu defa intikam peşine düştü. Bir başka deyişle şeytanca tutum içerisine girdi. Hedefi insandı. Çünkü insan yüzünden ilâhi rahmetten uzaklaştırılmıştı. Amacına ulaşabilmek için de Allah’tan kıyamete kadar mühlet istedi.

Mühlet verilişi:

        Hz. Âdem (a.s)’a secde emri karşısında büyüklük taslaması sonucu ilâhi rahmetten ümidini kesen ve tamamen yalnız kalan şeytan, hayatından da endişe etmeye başladı. “- İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver[4]  diye Allah’a yalvardı. İnsanların tekrar dirilecekleri günden maksat ise sûr’a ikinci üfürülüş zamanıdır (ez-Zümer, 39/68; el-Mutafffin, 83/6). Bu şekilde mühlet istemekle tekrar dirilmeden sonra artık ölümün olmayacağını biliyor ve böylece ölümden kurtulacağını sanıyordu. Onun bu ölümsüzlük isteği, “…belirli bir zamana kadar” (el-Hicr, 15/38) kaydıyla, “Sen mühlet verilenlerdensin!.” (elA’raf, 7/15) seklinde cevaplandırıldı. Belirli bir zamandan maksat ise, sûr’a birinci üfleniş zamanıdır (en-Neml, 27/87). Bununla o, zillet ve hakaret dolu bir hayatı ölüme tercih etti. Onun için esas düşüş de bu oldu.

Buradan da anlaşılacağı gibi, şeytan aslında Allah’ı ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmediği gibi Âdem’in nesli ve zürriyeti olacağını, dünyada bir müddet yaşayıp sonra öleceklerini ve bir gün gelip tekrar diriltileceklerini de biliyordu. Şu halde onun küfrü Allah’ı ve âhireti inkâr şeklinde değil, teklif edilen emrin gereğini yerine getirmeyi kabul etmeme ve itiraz şeklindedir.[5]

Görevi:

        Belirli bir zamana kadar mühlet verilen şeytan, hatasını anlayıp tevbe ederek suçunu affettirme yoluna gitmedi. Bilakis daha da azgınlaştı. Kendisine, kıyamete kadar meşgul olabileceği bir hedef seçti. Bu hedef, İlâhi rahmetten uzaklaştırılmasına sebep olan insandı. Gönlünü intikam duyguları bürümüştü. Cüretkâr bir edâ ile bu duygularını Yüce Allah’a şöyle açıkladı: ” Beni azdırdığın için yemin ederim ki, yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim ve onların hepsini saptıracağım” [6]

Görüldüğü gibi, Yüce Allah isyanından dolayı şeytanı hemen huzurundan kovmamış, önce ona konuşma fırsatı vermiş, hatasını anlayıp tevbe etme imkânı tanımış fakat o, inat ve küfründe ısrar edince, bulunduğu makamdan indirmiş ve tasarladığı plânlarını şöylece sınırlayıvermiştir: “Halis kullarım üzerinde senin bir nüfûzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır”[7] .”Yerilmiş ve koğulmuş olarak defol. Yemin olsun ki, insanlardan sana kim uyarsa; sizin hepinizi Cehennem’e dolduracağım[8]. Şu halde şeytana uyan ondan, onun tebaasından olup onun âkıbetine uğrayacaktır. Bu âyetlerden de anlaşılacağı gibi şeytana, Allah’ın hâlis kulları üzerinde etkili olabilecek hiç bir güç verilmemiştir. Binaenaleyh düşüncesinde, yaşayışında ve huyunda şeytana karşı olan insan, “Allah’ın kulu” sıfatını koruyacaktır. Şeytana âit bir vasfı taşıyan kimsede ise, şeytandan bir haslet var demektir.[9]

Şeytanla Âdem ve Havva arasında geçen  hadiseden sonra Allah, şeytana karşı tedbirli olmaları için. insanları da uyardı ve şöyle buyurdu: “Ey insanoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve tarafları sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanlara dost kılarız”.[10]

Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helâl şeylerden yiyin, şeytana ayak uydurmayın, zira o sizin için apaçık bir düşmandır. Muhakkak size kötülüğü, hayasızlığı, Allah’a karşı da bilmediğiniz şeyi söylemenizi emreder“.[11]

“Onlar Allah’ı bırakıp tanrıçalara taparlar ve: “Elbette senin kullarından belli bir takımı alıp onları saptıracağım, develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, onlara kuruntu kurduracağım, Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim” diyen, Allah’ın lanet ettiği azgın şeytana taparlar. Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinen şüphesiz açıktan açığa kayba uğramıştır. Şeytan onlara vâdediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor. İşte onların varacağı yer cehennemdir. Oradan kaçacak yer de bulamayacaklardır” (en-Nisa,117-121) Ayrıca bkz. (el-Kehf, 18/50; el-Fâtır, 35/6).

Bu âyetler aynı zamanda insanın, şeytanın fitnesinden sakınmasının mümkün olduğunu da gösterir. Yine bu âyetler imansızlıkla-şeytanlık, imansızlarla-şeytanlar arasında bir yakınlık olduğunu ve şeytanın imansızların velileri, âmirleri, işverenleri, başlarına musallat yakınları ve arkadaşları olduğunu gösterir. Allah’ın gösterdiği doğru yoldan uzaklaşan ve O’nun koyduğu yasakları çiğneyen kimselerin eninde sonunda mutlaka şeytanın tuzağına düşecekleri (ez-Zuhruf, 43/36-39), şeytanın tuzağına düşen bu azgın kimselerin, sonunda şeytanın kendilerini istilâ etmesine ve kayıtsız şartsız şeytanın esiri olmalarına mâni olamayacakları bildirilmiş (el-Mücâdele, 58/19) “… eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz”.[12] buyurulmuştur.

Şeytanın kendilerine te’sir edemeyeceği kimseler de âyetlerde şu şekilde belirtilmiştir: “Şeytan seni dürtecek olursa Allah’a sığın, doğrusu O işitir ve bilir. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah’ı anarlar ve hemen gerçeği görürler”.[13] Ve “Kur’ân okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfûzu yoktur. Onun nüfûzu sadece, onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.”[14] Allah’ın hâlis kullarına te’sir edemeyeceğini, şeytan, bizzat kendisi de itiraf etmiştir (el-Hıcr, 15/28-43; el-İsrâ, 17/61).

Her insana bir şeytan verilişi:

          Yüce Allah insanı, yol gösteren bir melekle desteklediği gibi, onun yanına, kendisine vesvese veren, kötülüğü süslü gösteren, münkere teşvik eden ve fitneye çağıran bir de şeytan vermiştir. Bu konuda peygamberlerle diğer insanlar arasında hiç bir ayırım yapılmamıştır. Şöyle ki:”Böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı (içi bozuk dışı süslü ve aldatıcı) sözler söylerler.”[15] Yani vahyeder gibi seri bir ima ve işaretlerle öyle süslü, yaldızlı sözler telkin ederler ki bunların sade dışındaki süsüne bakanlar aldanır ve onların şeytanlıklarına meftûn olurlar. Hz. Peygamber de bir soru üzerine: “Her insanın yanında bir şeytan vardır” buyurmuş, “Seninle de mi ey Allah’ın elçisi?” diye sorulduğunda, “Evet, fakat Rabbim ona karşı bana yardım etti de, o da bana teslim oldu”[16] cevabını vermiştir.

           İnsanı şeytana tutsak eden nefsî hastalıklar: Zayıflık, ümitsizlik, emelsizlik, şımarıklık, aşırı sevinç, kendini beğenmişlik, yersiz övünme, zulüm, azgınlık, inkâr, nankörlük, acelecilik, başıboşluk, serserilik, cimrilik, açgözlük, hırs, münakaşa, gösteriş, şüphe, kararsızlık, cehalet, gaflet, düşmanlıkta katılık, aldatma, yalan iddiâ, sabırsızlık, şikâyet ve yakınma, infak etmeme, isyankârlık, inatçılık, tahakküm, haddi aşma, mala düşkünlük ve dünyaya dört elle sarılma.

Nefis bu hastalıklardan kurtulup mutmain olunca içini Allah’ın zikri, şeytandan sakınma, güç ve gayretin Allah ile mümkün olduğunu itiraf etme, gökleri ve yeri ayakta tutan ve yok olmaktan koruyan Allah’a yönelme gibi, insanın maneviyatını güçlendiren ve rûhi kalitesini yükselten faziletlerle dolar. Bu duruma yükselen insandan şeytan artık çekinmeye başlar ve onunla karşılaştığı yolunu değiştirir.[17] Nitekim Hz. Ömer bunun en güzel örneğidir. Hz. Peygamber ona hitaben şöyle demiştir: “Ey Hattâboğlu Ömer, şeytan aslâ seninle karşılamaz. Sen bir yoldan giderken, o muhakkak senin yolundan başka bir yola yönelir gider.”[18]

[1]Râgıb Isbahân, el-Müfredât f Garibi’l Kur’ân, Mısır (t.y) s. 383

[2] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul (t.y), III, 2133

[3] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul (t.y), III, 2129

[4] el-A’raf, 14

[5] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul (t.y), III, 2133

[6] el-Hicr,39

[7] el-Hicr,42

[8] el-A’raf,18

[9] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul (t.y), III, 2138

[10] el-A ‘raf,27

[11] el-Bakara,168-169

[12] el-En’âm,121

[13]el-A’raf,200-201

[14]en-Nahl,98-100

[15] el-En’âm,112-113

[16]Müslim, Münâfikûn, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 115

[17] es-Seyyid Sâbık, el-Akâidü’l-İslâmiyye, Beyrut (t.y) , s. 154

[18] Buhârî, Fedâilü’l-ashâb, 6; Müslim, Fedâilü’s-sahabe, 2; Ahmed b. Hanbel, I, 171, 182

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.