Şeytanın İnsana Dört Bir Yandan Yaklaşması | Akaid Programı – 28. Bölüm
Şeytanın İnsana Dört Bir Yandan Yaklaşması
Allah tarafından kıyametin kopmasına kadar kendisine mühlet verilen İblis, insana nasıl yaklaşacağını yemin ederek şöyle dillendiriyordu:
“İblis: ‘Beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları (insanları) saptırmak için senin sırât-ı müstakimin/doğru yolunun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın.’ dedi.“[1]
Şeytan, insanları kandırıp saptırmak için bütün yolları deneyeceğini açıkça söylemektedir. “Bütün cephelerden, her taraftan, yani gücümün yettiği her yerden, insanın hangi tarafını, hangi duygusunu zayıf bulursam; o taraftan sokulacağım. Vesvese vereceğim, kendime dâvet edeceğim. Benim dâvetime uymazsa hiç olmazsa Allah’a isyan etmesini ona fısıldayacağım, yani günahkâr olması için elimden geleni yapacağım.” diye söz vermiştir. Şeytan bunu yapabilecek mi? Buna gücü yetecek mi?
Aslında onun zorlayıcı bir gücü yoktur. Ama o nereden öğrenmişse; insanın karakterini, kötülüğe ve iyiliğe, hayra ve şerre meyilli olarak yaratıldığını biliyordu. Ondaki kötü meyillere, aşırı isteklere hitap edecekti. Aklını kullanmayanlar ile, sonunu düşünmeden zevklerinin peşinden gidenler, onun süslü sözlerine kanacaklardı.
İbn Abbas’tan (r.a.) gelen bir rivâyete göre, “önlerinden yaklaşacağım” demek, onları dünyaya düşkün edeceğim; “sağlarından yaklaşacağım” demek, din işlerinde, ibadet ve amellerinde onlara şüphe vereceğim; “sollarından yaklaşacağım” demek, onlara günah işlerinde azgın bir iştah (şehvet) vereceğim, anlamına gelir.[2]
Katâde de diyor ki: “Onlara önlerinden gelecek ve âhiret yok, yeniden diriliş yok, cehennem yok, cennet yok diyeceğim. Arkalarından gelip; dünya tutkularını süsleyip, allayıp pullayıp onları bu gibi zevklere dâvet edeceğim. Sağlarından gelip, ibadetleri (hasenâtı) zor göstereceğim, geciktirmeye çalışacağım. Sollarından da yaklaşıp, günahları zevkli ve süslü gösterip onlara günah işlemelerini tavsiye edeceğim.”[3]
Şeytan ve dostları, insanlara (özellikle müslümanlara) daha çok sağdan yaklaşırlar, onları din ile, din motifleriyle aldatırlar. Nice zâlim sömürücü ve diktatörler, kitleler üzerindeki hâkimiyetlerini sürdürebilmek için dindar görünürler, dinî motifleri kullanırlar. İslâm’a bağlılık ve saygıları olmadığı halde kitleleri susturabilmek için dinî sloganlara başvururlar. Allah’ın âyetlerini çıkarları, düzenlerinin devamı için kullanmaktan çekinmezler.
Şeytan ve dostları, insanlara önlerindeki âhireti mümkün olduğu kadar unuttururlar. Hayatın yeme-içme ve zevklenmek olduğunu aşılarlar. Birkaç günlük dünyayı boş geçirmemek için nefsin istediklerini ona vermek gerektiğini iddia ederler. Onları dünyaya ve bitmez tükenmez tutkulara bağlarlar. O tutkuların peşinden bir ömür sürmelerini temin ederler. Ölümü ve ölümden sonrasını unutturmaya, boş hayaller peşinde koşturmaya çaba gösterirler.
İblis ve yandaşları insana soldan yaklaşarak, küfrü, şirki, isyanı zararsız göstermeye çalışırlar. İslâm’ın kötü (münker) dediklerini insanlara sevimli, câzip olarak sunarlar. İçki, kumar, uyuşturucu, zina, hak yeme, çılgınca eğlenmeyi, hayatın gayesi olarak sunarlar. Allah’ı hatırlamayı unuttururlar. O’na ibadet etmeyin, yasaklarından kaçmayı zor ve ağzın tadını kaçırıcı, eğlenme ve zevki engelleyici olarak gösterirler. Akla gelmedik şeytanî metodlarla, hile ve tuzaklarla insanları Allah yolundan uzaklaştırmak için gayret ederler.
İblis ve dostlarının aldatma ve tuzaklarından, kandırma ve şerlerinden kurtulmanın yolu, dinde ihlâs sahibi olmak, İslâm’ı samimi bir şekilde yaşamak ve Allah’a sığınmaktır.
Yeryüzünde şeytana tâbi olup da Allah’ın dininden yüz çevirenlere Allah; ‘Hizbü’ş şeytan-şeytan taraftarı’ demektedir:
“Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, hizbü’ş-şeytan/şeytanın taraftarıdırlar. İyi bilin ki hizbü’ş-şeytan mutlaka kaybedenlerdir.“ [4]
Demek ki, yeryüzünde tâbi tutulduğu imtihanı başarıp başaramamasına göre, insan ya şeytanın, ya da Allah’ın hizbinden olmak durumundadır.
Şeytan Ve Dostlarını Düşman Bilmek
Bilindiği gibi Allah (c.c), Adem (a.s.)’ı yarattıktan sonra, meleklere Adem (a.s.)’a secde etmelerini emretti. Sadece İblis secde edenlerden olmadı. Allah (c.c.)in taifesinden olan İblise şöyle buyurdu.,
“Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen neydi?”[5]
“Rabbimiz bu soruyu neden sordu?”
Elbetteki bu soruyu yöneltmesi, kendi zatı için değildi!. İblis’in neden secde etmediğini, onu secde etmekten engelleyen şeyin ne olduğunu Rabbimiz elbetteki biliyordu.
İblise yöneltilen bu soru, biz yaratılmışların meseleye vakıf olması için sorulan bir sorudur. “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen neydi?” sorusundan anlamamız gereken ilk husus; secde etmeyen İblis’in, bu isyanı nedensiz değildi. Adem (a.s.)’a secde etmeyen İblis’i, secde etmekten engelleyen bir neden vardı. Şanı yüce Rabbimiz, İblise yönelttiği soru ile bu isyanın bir nedene bağlı olduğuna işaret etmiş ve bizlerin bu nedeni bilmesini murad etmişti. Nitekim İblis’in bu soruya verdiği cevapla, Adem (a.s.)’a secde etmeme nedenini anlıyoruz. İblis, secde etmeme nedenini şöyle açıklıyor.
“Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” [6]
Burada bir isyan olayına tanık oluyoruz. Allah’ın nimetleri ile nimetlenen İblis’in, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldığını, kovulduğunu görüyoruz. Bu olay, İslam dairesinde bulunan, İslam nimetleriyle nimetlenen müslümanların dehşetle ve ibretle izlemeleri gereken bir olaydır.
Nedir, İblis’in azmasına sebeb olan şey?
Nedir, onu Allah’ın rahmetinden uzaklaştıran tavır?
İblis’in bir bilgisi ve bilgisinden kaynaklanan gururu vardı. Bu bilgisine göre ateş, yaratılış, bakımından topraktan üstündü. İşte bu bilgisi Allah’ın hükmü ve emri ile çatıştığı zaman; İblis, Allah’ın hükmünü değil, kendi bilgisini tercih etmişti.
Evet!..
Allah’ın hükmü, İblis’in bilgisi ile çatışmıştı. İblis’i isyana götüren sebep, Allah’ın hükmüne rağmen kendi bilgisini tercih etmesiydi. Cahili kültür ve eğitime göre kendilerini bilgili sanan ve bu bilgi anlayışının kuşattığı konularda Kuran ve Sünnete yönelme ihtiyacı duymayan gafil müslümanların, bu hususta çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Çünkü bu önemli yönelişteki gaflet, bu gaflete düşen müslümanları İslam’ın nimetlerinden uzaklaştırabilecek tehlikeli bir gaflettir.
Mesela’ bazı müslümanlar İslam’ı hakim kılmak için bilgi, kültür ve tecrübelerine dayanarak ortaya bir yol, bir metod koyuyorlar. Ortaya koydukları bu yolu tasdik ettirebilmek için Kurana yöneliyorlar ve Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetleri seçerek, bunları delil olarak ileriye sürüyorlar. Öncelikle şu gerçek apaçık bilinmelidir ki; Kur’an-ı Kerim, insanların bilgi, kültür ve tecrübelerinden kaynaklanan beşeri bir yolu tasdik etmek için değil, bizzat tasdik olunması için indirilen Rabbani bir yoldur.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Allah’ın varlığını inkar etmeyen, Yaratıcı olarak Allah’ı İkrar eden ve Allah’a secde edebilecek olan İblis, Allah’ın bir hükmüne karşı çıkarak küfre düşmüştür. Meselenin bu boyutunu, günümüze getirecek olursak; Allah’ın varlığına inanmalarına ve camilerde Allah’a secde etmelerine rağmen, fiil ve inançlarıyla Allah’ın birçok hükmünü tevil ve tahrif ederek inkara sapanlar, İblis’in yolunda bulunmaktadırlar. Camilerde Allah’a, sokaklarda putlara, yaşantılarında tağuta yönelen bu insanlar, müslüman oldukları kuruntusuyla kendilerini aldatan insanlardır.
Nitekim cehenneme yalnız aldatıcılar değil, İlahi vahiyle uyarılmalarına rağmen aldananlar da girecektir.
Şeytanın İtirafları
İnsanlara karşı gizlenerek düşmanlık eden şeytan aleyhillane, Rabbimize karşı bazı itiraflarda bulunmuş ve insanlara nasıl düşmanlık yapacağını, onlara nasıl yaklaşacağını açıklamıştır. Şanı yüce Rabbimiz, şeytanın bu İtiraflarını Kur’an-ı Kerim’de zikretmekte ve bizleri ikaz etmektedir. Şeytanı düşman olarak kabul eden müslümanların, bu düşmanı tanıya bilmeleri için şeytanın bu itiraflarını değerlendirmeleri gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen bu itiraflardan bir tanesi şöyle zikredilmektedir.
“Dedi ki: “Bana onların diriltileceği güne kadar mühlet ver” Allah “Sen mühlet verilenlerdensin” dedi.
Dedi ki: Beni azdırdığın şeyden dolayı onlarfı saptırmak) için dosdoğru yolunda oturacağım.” “Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. O’arın çoğunu şükrediciler olarak bulmayacaksın” dedi.”[7]
“Şeytan aleyhillane hangi yolda bulunmaktadır?” sorusuna, “Sırat-ı müstakimdedir.” cevabını verebiliriz.
Evet, şeytan aleyhillane Sırat-ı müstakimde bulunmaktadır. Ancak sırat-ı müstakimde bulunma gayesi Rabbimizin rızasını kazanmak için değil, bu doğru yoldaki müslümanları saptırmaya çalışmak ve onları bu yoldan uzaklaştırmak içindir. Şeytan aleyhillane doğru yolda bulunmasına rağmen, doğru yolun doğru yolcusu değildir.
Nitekim zamanımızdaki şeytanın dostları da, aynı şeytani gaye ile müslümanların arasında, camilerde ve cemaatlerde bulunmaktadırlar. Gayeleri Rabbimizi hoşnut etmek değil, müslümanları saptırmaya ve doğru yoldan engellemeye çalışarak tağutu hoşnut etmektir. Ne yazık ki müslümanların bilgisizliğinden ve gafletinden faydalanarak, bu konuda önemli bir başarı gösterebilmektedirler.
Rablerinin rızasını gözeterek doğru yola talip olan müslümanların, bu yolda görecekleri her insanı samimi bir müslüman olarak kabul etmemeleri gerekir. Çünkü şeytanın birçok dostu, şeklen ve zahiren bu yolda gözükmekte, “Müslümanlar kardeştir” hükmüne göre kendilerini kardeş kabul eden müslümanları aldatmaktadırlar. Bunlar doğru yoldaki sapık kullardır. Doğru yolda gözükmelerine rağmen müslümanların kardeşi değil, müslümanların düşmanıdırlar.
Şeytan aleyhillane “Senin dosdoğru yolun üzerinde durarak; onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yanaşacağım.” demektedir. Dikkat edilirse bu yanaşmada tek bir yön belirtmemekte; önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yanaşacağını ifade etmektedir.
Bu itirafı değerlendirmemiz için, sırat-ı müstakimdeki bir müslümanın önünde, arkasında, sağında ve solunda ne olduğu belirlememiz gerekecektir. Bu konudaki birçok görüşü değerlendirerek, meseleyi şu şekilde ele alabiliriz.
Sırat-ı müstakimdeki bir müslümanın arkasında; kalu bela denilen, Allah (c.c.)’ın varlığını ve birliğini tasdik ve İkrar etmesi, geçmiş dünya tarihi ve ataları, yaratılışı, yaşadığı dünya hayatı ve yapmış olduğu ameller bulunmaktadır. Müslümanın önünde; yaşayacağı dünya hayatı, ölüm, kabir, kıyamet, haşr, mahşer, hesap, cehennem ve cennet vardır. Müslümanın sağında; yapmış olduğu iyilikler ve Rabbimizin yapılmasını emrettiği hayırlı, ameller, müslümanın solunda ise yapmış olduğu kötülükler ve Rabbimizin yapılmasını yasakladığı ameller bulunmaktadır.
Şeytan aleyhillane, İnsanlara bu dört yönden de yaklaşacağını ifade etmektedir. Bu ifadeden şunları anlayabiliriz. Şeytan sol taraftan yanaşamadığı insanlara, sağdan, önden ve arkadan yanaşacaktır. Arkadan ve sol taraftan yanaşamadığı insanlara, önden ve sağdan yanaşacaktır. Önden, arkadan ve soldan yanaşamadığı insanlara ki bunlar seçkin müslümanlardır sağ taraftan yanaşacaktır,
Şeytan aleyhillanenin bu yaklaşımlarından korunmak isteyen müslümanların, bu yaklaşımları bilmeleri gerekmektedir. Meseleyi bu şekilde genel bir çerçeveye aldıktan sonra, şeytanın arkadan yanaşmasını inceleyebiliriz.
Şeytanın Arkadan Yanaşması
İnsanların arkasında kalu bela denilen, Allah (c.c.)’ın varlığını ve birliğini tasdik ve ikrar etmeleri, yaratılışları, geçmiş dünya tarihi ve ataları, yaşadıkları dünya hayatı ve yapmış oldukları ameller bulunmaktadır. Şeytanın arkadan yanaşmasını, bunları dikkate alarak incelememiz gerekecektir.
Her insan kalu bela’da Allah’ın birliğini tasdik ve ikrar etmiştir. Dünya alemine gelen her insanın özünde bu İlahi gerçek bulunmaktadır. “Hatırlat” emri ile muhatap olan tüm peygamberler, insanlara bu İlahi gerçeği hatırlatıyorlar ve insanları bu İlahi gerçeğe davet ediyorlardı. Duydukları ve gördükleri ayetleri tefekkür ederek bu İlahi gerçeği hatırlayacak olan samimi insanlar, bu gerçekler istikametinde yaşamak isteyeceklerinden, şeytan ve dostlarının müdahalesi bu noktadan başlamaktadır. Bu konuda Allah’ı inkar ettirmek veya Allah’a eş koşturmak gibi iki ayrı hedefleri vardır.
Allah’ı inkar hususunda geniş kitlelere tesir edemeyen şeytan ve dostları, çalışmalarını ikinci hedef üstünde yoğunlaştırmışlardır. Tek yaratıcı olarak Allah’a inanan insanları İslam’dan uzaklaştırmak için, bu insanların şirke sürüklenmesi gerekiyordu. Şeytanın dikkat ettiği husus, şirk vasıtalarının yaşanılan çağın kültür ve anlayışına göre tespit edilmesiydi. Geçmiş dünya tarihini ve günümüzü incelediğimiz zaman, bu şirk vasıtalarının: güneş, ay, yıldızlar, ateş, nefs, heva, ölen bazı kimselere nisbet edilen putlar ve Allah’ın hukukuna tecavüz ederek ilahlık taslayan birçok müstekbirler olduğunu müşahade ediyoruz. Bunlar kimi zaman gizlenmişler, kimi zaman açık bir şekilde ortaya çıkmışlardır.
Mesela Firavun, kavmine ilahlık taslarken bu tavrını gizlememiş ve onlara “Ben sizin Rabbinizim” derken, küfründe mert bir tavır göstermiştir. Zamanımızdaki ilahlık taslayan firavunlar ise, aldattıkları insanları uyandırmamak için “Biz de Allah’ın kuluyuz, biz de müslümanız” demektedirler!. Kendilerini ve kendilerine tabi olan insanları aldatan bu şaşkınların, Nil vadisinde bulunarak Londra British müzesinde teşhir edilen Firavun’un cesedine ibretle bakmaları gerekmektedir.
İnsanları Allah’ın ayetlerinden uzaklaştırarak, propaganda vasıtaları ile batılı hak göstererek, müslümanlara baskı ve eziyet yaparak Firavun’un yolunu takip etmektedirler. Firavun’un yolundan ve Firavun’un tavırlarından vazgeçmezlerse, akibetleri de Firavun’un akıbeti gibi olacaktır. Çünkü Firavun gibi Allah’a karşı çıkmakta ve yine onun gibi Allah’a karşı savaş açmaktadırlar.
Şeytanın arkadan yanaşmasında inceleyeceğimiz diğer husus, insanların körükörüne atalarına bağlılığıdır. İnsanların arkasından geçmiş bir dünya tarihi bulunmaktadır. Bu dünya tarihindeki atalarımız içerisinde; Allah’a kul olmuş, müslüman olarak yaşayıp, müslüman olarak ölen atalarımız bulunduğu gibi, müşrik ve kafir olarak yaşayan ve bu isyankarlıkla ölen kimseler de bulunmaktadır.
Atalara bağlılık hususunda, Kuran ve Sünnet gibi Rabbani bir değer ölçüsü gereklidir. Bu değer ölçüsünü yitiren veya bu değer ölçüsünden gafil olan insanlara, şeytan ve dostlarının müdahalesi kolay olmakta ve bu insanlara kendilerinin tesbit ettikleri ataları, kendi şeytani maksatlarına uygun olarak empoze etmektedirler. Böylesine bir bağlılığın kurbanı olan insanlar, karşılaştıkları hak ve kendilerine sevdirilen atalarının görüşü çatıştığı zaman, atalarının yolunu tercih etmekte ve hakka karşı çıkmaktadırlar.
“Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu bulmamış idiyseler?” [8]
Şeytanın bir diğer müdahalesi, kişinin ataları ile övünme noktasında kendisini gösterir. Birçok müslüman, salih ve abid atalarımızı zikrederek “Bizim Atalarımız şöyle insanlardı, biz onların nesilleriyiz” diyerek, bu durumdan kendilerine bir pay çıkartmakta ve kendilerini bununla tatmin etmeye çalışmaktadırlar.
Atalarımız arasında salih ve abid kimselerin bulunması sevindirici olmakla birlikte, bu durumun bizlere bir faydası yoktur. Çünkü her insan, her toplum, her cemaat kendi yaptığının hesabını verecek ve kendi yaptıklarının karşılığını görecektir.
Nuh (a.s.)’nın oğlu Kenan, babası peygamber olmasına rağmen kendisi Rabbani yolda bulunmadığı için tufandan kurtulamamış ve ebedi azaba müstehak olmuştur. Herkes işlediği amellere göre abid veya asidir. Kişi bu gibi sıfatları, İşlediği amellerin karşılığında kazanır. İnsan Rabbani yolda değilse peygamber babası, peygamber amcası, peygamber hanımı olsa bile, bu durum o insanı kurtaramaz.
Bu İlahi gerçek her insan, her cemaat, her ümmet için geçerlidir. Her ümmet kendi yaptıklarından hesaba çekilecektir.
“Onlar bir ümmetti gelip geçti; kazandıkları kendisinin, sizin kazandıklarınız da sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulmayacaksınız.” [9]
Şeytanın arkadan yanaşmasının bir diğer yönü ise insana yaptıklarını süslü göstermesidir. İnsanın arkasında bıraktığı yaşantıda iyi veya kötü birçok amel bulunmaktadır. Şeytan aleyhillane insanın işlediği kötü amelleri süslü göstererek, insanı tevbeden uzaklaştırmakta ve bu gibi kötü amellerin devamını sağlamaktadır. Yaşamış olduğu batılı süslü gören insanlar, batıl, olan bu yaşantılarını benimsemekte ve devam ettirmektedirler.
“Kendi yapmakta olduklarını şeytan onlara süsle çekici kıldı, böylece onları (doğru) yoldan alıkoydu.”[10]
Kötü amelleri süslü ve çekici gösteren şeytan aleyhillane. insanın iyi amellerine de müdahale etmekte ve bu amelleri abartarak maksadına ulaşabilmektedir. Yaptıkları iyi amellerle büyüklenenler veya geçmişte yaptıkları bazı iyi amellerle övünenler, bunlarla teselli bulanlar, bu müdahaleye maruz kalan insanlardır. Söz ve sohbetlerde geçmişte yaptıklarını zikredenler, bu yaptıkları ile övünenler, bugünü unutan, bugünü yaşamayan insanlardır. Hayatının birkaç yıllık döneminde verdiği mücadele ile hayatı boyunca teselli bulmaya çalışan bu İnsanlar, boş bir teselli arayışı içerisindedirler. Çünkü mücadele içerisinde geçen birkaç yılımızdan değil, bütün bir hayatımızdan sorumluyuz. Yaşadığımız bütün yılların hesabını vermekle mükellefiz.
Şeytanın Sağdan Yanaşması
Kur’an-ı Kerim’de, amel defterleri sağ taraftan verilecek olan ashab-ı meymene’den ve amel defterleri sol taraftan verilecek olan ashab-ı meş’eme’den örnekler zikredilmekte, bunların akibetleri açıklanmaktadır. Amel defterleri sağ taraflarından verilenler kutlanırken, amel defterleri sol taraflarından verilenler ise azap ehli olarak nitelendirilmektedir.
Ancak Kur’an-ı Kerim’de zikredilen bu olayın, günümüz de yaşanan sağcılık ve solculukla herhangi bir ilgisi yoktur. Sosyalistleri ve komünistleri solcu kabul ederek kendilerini sağcı gösteren kapitalist müstekbirler de, Kur’ana göre amel defterleri sol taraflarından verilecek olan meş’eme ashabındandır.
Rabbani ölçüye göre, müstekbirlerin komünistleri ve kapitalistleri arasında hiçbir fark yoktur. Allah’a isyan eden müstekbirler ister faşist, ister komünist, ister kapitalist, isterse demokrat olsunlar amel defterlerini sol taraflarından alacaklar ve azap ehline dahil olacaklardır.
Fakat ne yazık ki!
Allah’a inanan ve Allah’ın razı olacağı dine talip olan birçok insan, sosyalist müstekbirlere düşmanlık beslerken, kendilerini sağcı olarak empoze eden faşist, kapitalist ve demokrat müstekbirlere sahip çıkmakta, bunların zulmünü desteklemektedir. Yaşanılan bu olaylar, şeytan ve dostlarının sağdan yanaşmasına açık örneklerdendir.
Allah’a inanan insanlara sağ taraftan yanaşan şeytan ve dostları, müslüman kimliği ile görünmekte ve aldatıcı propagandalarında Allah’ın adını kullanmaktadırlar. Bu müstekbirlere göre, Allah’a inanan insanları uyandırmadan sömürebilmek için müslüman gözükmenin ve Allah adına yemin etmenin hiçbir sakıncası yoktur. Bunun da ötesinde, böyle gözükmek onlar için siyasi bir gerekliliktir. Bu müstekbirler bulundukları çevreye göre renk değiştiren bukalemun gibidirler. Sömürmek istedikleri insanlar mecusi ise bunlar da mecusi gibi gözükürler. Bu müstekbirlerce önemli olan, sürü olarak kabul ettikleri insanların sevgisini kazanmak ve bu sürüyü ürkütmemektir.
Müslümanları sömürmek için müslüman gözüken ve gerekirse hacca giden müstekbirler bulunmaktadır. Bu müstekbirlerin en büyük yardımcıları ve destikçileri bel’amlardır. Cehenneme davet ettikleri halkı, cennet vaadleriyle uyutan bu bel’amlar, satılmış din adamlarıdır.
Şanı yüce Rabbimizin:
“Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın vadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcılar da sizi Allah ile aldatmasın.”[11] uyarısına rağmen uyanmayan müslümanlar, Allah adını kullanan aldatıcılara inanabilmekte ve onlara sahip çıkabilmektedirler.
“Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah’ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma.”[12]
Bu ilahi buyruk ile davetin sadece Allah’a olacağı beyan edilmiş, bunun dışındaki davet sahipleri müşriklik ile tehdit edilmiştir. Durum böyle olmasına rağmen günümüz de İslam adı altında çok değişik davetlerde bulunulmaktadır. Allah’ın dostu olarak gözüken birçok insan, bilerek veya bilmeyerek İslam’a ihanet etmektedir. Bunları dost kabul eden ve Allah’ın gösterdiği Rabbani yolun dışında mücadele veren bu insanların çoğunda iyi niyet vardır. Ancak sahip oldukları iyi niyet bu insanları kurtarmayacaktır. Çünkü niyet, takva ile ilgili amellerde müessirdir. Takva ile ilgili bir amel niyetin bozuk olmasıyla İsyana dönüşebilmektedir. Ne var ki isyan olan bir amel iyi niyetle takvaya dönüşmeyecektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle beyan edilmektedir.,
“O’ndan başka veliler edinenler (derler ki): “Biz bunlara, bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.”[13]
Ayet-i kerimede belirtilen insanlar, Allah’a daha fazla yaklaşma niyeti ile Allah’tan başka dostlar edinmişlerdir.
Niyetleri Allah’a daha fazla yaklaşmaktır!.
Allah’a daha fazla yaklaşma niyeti ile Allah’tan başka dostlar edinmişlerdir. Fakat görünürde iyi olan bu niyetleri onları kurtarmamış ve kurtarmayacaktır. Ancak bu noktada şunu belirtmek gerekir ki, bir insanın, Allah’ın dostunu dost edinmesi, Allah’tan başka dost edinmesi olarak nitelendirilmez. Kur’an-ı Kerime göre Allah’ın dostları ise; Allah’tan korkan, Allah’ın hükmünü yaşayan ve insanları sadece Allah’a davet eden kimselerdir.
Caferiyye mezhebi mensuplarını imamların masum olduğuna inandıkları için tenkid eden birçok kimse, savundukları bu görüşe muhalif yaşamakta; tabi oldukları hoca ve imamlara toz kondurmayarak, onlara masum muamelesi yapmaktadırlar. İmam ve hoca görünümündeki şahıslara, Rabbani ölçüyü dikkate almadan körükörüne bağlanmak birçok insanı hıristiyanların durumuna düşürmüş ve hala düşürmektedir.,
“Onlar, Allah’ı bırakıp da bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler.”[14]
Dikkat edilirse Allah’a inanan hıristiyanların yöneldikleri şahıslar azgınlar veya ahlaksızlar değil, bilginler ve rahiplerdir. Çünkü görünürdeki niyetleri Allah’ın rızasını kazanmaktadır. Ancak İlahi ölçüyü tahrif ettikleri ve gözönünde bulundurmadıkları için, bilginlerin ve rahiplerin söylediği herşeye körükörüne itaat ederek, onları rab ittihaz etmişlerdir, Allah’a kul olmak isterlerken. Allah’ın hükmünü dikkate almayan rahiplere itaat ederek, rahiplere kul olmuşlardır.
Şeytan ve dostlarının müslümanlara sağdan yanaşması, müslümanlar için en tehlikeli yaklaşım biçimidir. Müslümanların fert ve toplum olarak karşılaştıkları birçok hezimetin kökeninde, şeytan ve dostlarının sağdan yanaşma hadisesi bulunmaktadır, Asr-ı saadet döneminden bu yana Müslümanları aldatan firavunlar, müslümanların karşısına Musa kimlikleriyle çıkmışlardır.
Günümüzde de durum pek farklı değildir!. Halkında müslüman olan birçok ülkede firavunlarca bu zulümler sürmekte, ne var ki firavun sıfatına hiç kimse sahip çıkmamaktadır. Çünkü firavunluk yapan müstekbirler, ellerine birer asa alarak Musa kimliklerine soyunmuşlardır.
Bu zavallılar firavunları Musa zannetmekte, kendilerini Kur’an-ı Kerim’e davet eden gerçek Musa’ları ise, belamların tahriklerine aldanarak fitneci teröristler kabul etmekte ve bilmeden taşlamaktadırlar!
İnsanların önünde, yaşayacakları dünya hayatı, ölüm, kabir, kıyamet, haşr, mahşer, hesap, cehennem ve cennet olduğunu belirtmiştik. İnsanlara önden yanaşma fırsatı bulan şeytan ve dostları, bu esaslardan bazılarını inkar ettirerek, inkarı mümkün olmayan esaslara ise şeytani yorumlar getirerek insanları saptırmaya çalışmaktadırlar.
İnsanlar yaratılışları itibari ile sevdikleri, beğendikleri, özendikleri hedefler istikametinde amel ederler. Bu gerçeği çok iyi bilen şeytan ve dostları, belirledikleri cahili hedefleri süslü ve cazip hale getirerek, bu hedefleri insanlara empoze etmektedirler.
Bu şeytani yaklaşım, Kur’an-ı Kerim’deki Firavun ve Karun kıssalarında şöyle beyan edilmektedir.,
“Böylelikle (karun) kendi ihtişamlı süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar; “Ah keşke Karun’a verilenin bir benzeri, bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir” dediler.” [15]
Karun’un ihtişamlı bir şekilde kavminin karşısına çıkma nedeni, o insanları mal ve makam büyüsü ile büyülemektir. Böylesine bir büyünün tesirine giren insanlar, hayran oldukları karun’a benzemek veya karun’a yakın olmak isteyecekler ve bu nedenle karun’un koyduğu hükümlere bağlı kalarak karun’a kul olacaklardır. Çünkü firavunlara ve karunlara özenen kimselerin, firavunların ve karunların yolunu takip edecekleri aşikardır.
Günümüzdeki cahili kültür faaliyetlerinde de aynı karun psikolojisi, aynı şeytani yaklaşım gözlenmektedir. Karunlara dublörlük eden satılmış sanatçılar, karunları rahatsız etmeden bu işlevi yerine getirmektedirler. Göz, kulak, kalp gibi duyu organlarını televizyona yöneltmiş olan kitleler, televizyon ekranında birçok karunlar görmekte ve hazırlanan senaryolar ile bu karunları sevmektedirler. Yaşanmakta olan bu olayları müşahade ettikten sonra; “İnsanlar neden firavunları veya karunları seviyorlar, onları destekliyorlar ve onların yolunu takip ediyorlar?” sorusu, tabi ki abes bir soru olacaktır.
Bazı köylerde su çıkartmak için kullanılan dolaplar vardır. Bu dolaplarda, dolap beygirinin az önüne bir tutam ot konulmakta ve beygir bu ota yetişebilmek için sabahtan akşama dönmektedir. Tabi ki günde 50 Km. yürüse bile, kendisinden 50 cm. uzaklıktaki ota yetişememektedir. Çünkü sistem öyle kurulmuştur!. Nitekim bu dolap beygirleri sabahtan akşama kadar dönmekte ve çalışmaları ile bu sistemi kuran köylülere hizmet etmektedir.
Bazı köylerde bulunduğunu söylediğimiz bu dolapların en modem şekli, emperyalizmin girdiği her ülkede bulunmakta ve sistemli bir şekilde çalışmaktadır. Ancak bu dolaplara insanlar koşulmakta ve bir tutam ot yerine, hergün değişen yeni tüketim maddeleri ve umut paketleri konmaktadır. Modern dünyanın, böylesine modern dolapları sömürü çarklarına bağlı olmakta ve sabah sekiz, akşam beş mesaisine bağlı kalınarak hergün döndürülmektedir.
Evet, dünyanın birçok ülkesinde sömürü çarkları her gün dönmekte, her gün döndürülmektedir. Fakat ne gariptir ki dünyadaki sömürü çarklarını sömürenler değil, bizzat sömürülenler çevirmektedir!.
İnsanları böylesine bir esarete mahkum eden şeytan ve dostları, dünya sevgisini değişik propagandalar ile canlı tutmakta ve bu sevginin gölgesinde cahili hedeflere yönelttikleri kitleleri istedikleri gibi kullanmaktadırlar.
Şeytanın insanlara bir diğer yaklaşımı da ölümü uzak göstermesidir. Bütün insanlar arasında genel bir hastalık olan bu konuyla ilgili olarak zikredilen bir kıssa vardır:
Hoca efendi köyün kenarından geçerken, bir köylünün kerpiç yapmak istediği çamurun içinde zıpladığını görür ve sorar..
“Ey Allah’ın kulu ne yapıyorsun öyle?”
“Ne yapayım hocam kerpiç yapıp satacağım da çamuru çiğniyorum. Ne yapacaksın fani dünya bu.”
“Sırtına sardığın tutum içindeki şey nedir ki, sen zıpladıkça o da kabarıp iniyor?”
“Yoğurttur hocam. Hazır zıplarken o da yayılıp, ayranıyla yağı bir tarafa ayrılsın da satayım dîye düşünmüştüm.”
“Ne yapacaksın fani dünya bu.”
“Şu elinde eğirdiğin şey nedir?”
“Bu çoraplık yündür hocam, elim boş durmasın eğirip satayım diye düşünmüştüm. Ne yapacaksın fani dünya bu.”
“Ağzınla da bir şeyler mırıldıyordun galiba, o neydi?”
“Bazı kimseler geçmişleri için ücretli Yasin okumamı istediler de, onlar için de Yasin okuyordum. Ne yapalım hocam. fani dünya bu!.”
Hoca efendi, bunun üzerine şöyle der.
“Ayağınla çamur çiğniyorsun, aynı anda sırtındaki yoğurdu da yayıyorsun, bu yetmiyormuş gibi elinle de ip eğiriyorsun ve bununla da kalmayarak aynı anda ağzınla da Yasin okuyorsun. Behey şaşkın, bunun neresi fani dünya? Baki dünya olsaydı nasıl çalışacaktın?”
Günümüzde de durum aynıdır!. Fani dünyanın fani insanları, baki bir dünyada baki kalacaklarmış gibi çalışmaktadırlar!.
“Her nefis ölümü tadacaktır, sonra bize döndürülecektir.”[16]
Kaçınılması mümkün olmayan ölüme doğru gittiğini idrak eden bir insan, öldükten sora karşılaşacağı ahiret hayatının bilincinde olursa, geri kalan hayatını bu gerçeğin istikametinde yaşamaya çalışacaktır. Böyle bir Rabbani yaşantıya girdiği zaman ise şeytan ve dostlarını düşman tanıyacak onların ölçü ve hükümlerini reddedecek ve dolayısıyla sömürü çarkları arasında çelik bir leblebi olacaktır. Tabi ki insanların bu bilince ulaşması, şeytan ve dostlarının işine gelmemekte ve satılmış kafalarla, satılmış kalemleri, satılmış ağızlarla “Ahiret hayatı yoktur. Asıl hayat yaşadığınız dünya hayatıdır” propagandası yapılmaktadır.
Geçmiş dönemlerde olduğu gibi yaşadığımız çağda da insanlar iki davet arasındadır. Bir tarafta insanları Allah’ın rızasına ve cennete davet eden Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in daveti, diğer tarafta ise insanları Allah’ın gazabına ve cehenneme davet eden şeytan ve dostlarının daveti!. Her iki davet de insanın aklını muhatap almakta, ancak İlahi davet muhatap aldığı akıla, meseleyi hakikat düzleminde ve doğru bir düşünce yöntemiyle değerlendirmesini önermektedir.
Mü’min, münafık, müşrik veya kafir her insanın aklı bulunmakta, ancak bu aklın işlediği sistem değişiklik göstermektedir. Örnek vermek gerekirse, aklı elektriğe benzetebiliriz. Buzdolabına bağlı elektrik havanın soğutulmasına vesile olurken, fırına bağlı elektirik havanın ısıtılmasına vesile olmaktadır. Elektrik aynı elektrik olmasına rağmen, farklı sistemlere bağlı olduğu için, farklı sonuçlara vesile olmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de aklını doğru bir düşünce sisteminde kullananlar, temiz akıl sahipleri olarak zikredilmişlerdir. Beyan edilen apaçık hükümler ile, temiz akıl sahipleri düşünmeye davet edilmektedir.
Akıl, Rabbimizin bizlere lütfettiği bir nimettir. Şeytan ve dostlarına karşı kullanmamız gereken bir silahtır. Bu silahını düşmanına teslim eden veya bu silahı onların gösterdiği sistem ve istikamette kullanan kişi, kendi silahı ile kendisini helak eden kişidir.
Şeytanın Soldan Yanaşması
Halk arasında sık sık kullanılan “Şeytana uydu” ifadesi vardır. İnsanlar tarafından kolaylıkla teşhis edilebilen bu şeytana uyma vakası, genellikle şeytanın soldan yanaşmasının bir tazahürüdür.
Türbelere çaput bağlayan, ölmüşlerden medet bekleyen kimseler; kendi durumlarına bakmadan, içki içen bir sarhoşu gördüklerinde; “Şeytana uymuş” ifadesini kullanırlar. Şeytanın sağ taraftan yanaşmasına karşı gafil olan bu kimseler, şeytanın soldan yanaşmasına karşı kısmen duyarlıdırlar. Çünkü İblis’in şeytani yüzü, soldan yanaşma esnasında çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Yaratılışı ve yaratılış gayesini idrak edemeyen insanlara sol taraftan yanaşan şeytan ve dostları, onları açıkça küfre davet etmekte ve Allah’ın yasakladığı eylemlere çağırmaktadırlar. İslam toplumlarında iyiliğe çağırmak, kötülükten menetmek için yapılan davetler; cahili toplumlarda kötülüğe çağırmak, iyilikten menetmek için yapılmaktadır!, Bu gibi cahili toplumlarda apaçık bir şekilde içkiye, kumara, zinaya davet edilen insanların, aynı açıklıkla Allah’a davet edilmesi suçtur!.
Putlara kulluk yapan, kravatlarından tutularak put meydanlarına sürüklenen ve bu meydanlarda putlara kurban edilmek istenen insanların, yegane kurtuluşun gereği olarak putları inkara ve sadece Allah’a kulluğa davet edilmeleri suçtur!.
Kur’an-ı Kerim’de şeytanla ilgili olarak zikredilen bir diğer ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır.,
“Allah onu lanetlemiştir. O da şöyle dedi: “And olsun ki, kullarından belirli bir kısmını (emrime) alacağım. Onları mutlaka saptıracağım,, onları olmayacak kuruntulara düşüreceğim ve onlara emredeceğim, hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim, Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” KimAllah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, kuşkusuz apaçık bir kayba uğramıştır.”[17]
Şeytan aleyhillane; “Kullarından belirli bir kısmını emrime alacağım, onları kendime uşak edineceğim” demektedir. Bu açıklamadaki kul ifadesi insanları ve cinleri içine almaktadır. Şeytana uşaklık yapan, şeytanın grubuna dahil olan bu insanlar ve bu cinler, şeytanın her yönden sarıp kuşattığı yaratıklardır.
“Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır, böylelikle de onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur, işte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin, şeytanın fırkası şüphesiz kayba uğrayanların ta kendisidir.”[18]
Şeytanın bu fırkası zamanımızda bir hayli genişlemiştir. Bu fırka içerisinde birçok devlet başkanları, milletvekilleri, parlementerler, iş adamları, basın yayın mensupları ve din adamı görünümdeki birçok satılmış bulunmaktadır. Dünya müslümanları arasında henüz gerçekleşmemiş olan birlik, şeytanın dostları arasında birçok konuda teşekkül etmiş bir durumdadır.
Bunu bildikleri için, insanların duygu ve düşüncelerine tahakküm etmek isterler. Toplumların idaresini ellerine geçirerek şeytani bir hakimiyet kurmak ve bu hakimiyeti devam ettirmek isterler. Çünkü şeytani hakimiyetlerini devam ettirdikleri sürece, insanları yönlendirmeleri ve istedikleri şeytani vadilere sürüklemeleri kolaylaşmaktadır. Yegane kurtuluşu Allah’a kullukta gören müslümanları gerici, yobaz olarak tanıtacaklar ve aldattıkları halkın onayı ile bu müslümanları susturmaya veya öldürmeye çalışacaklardır. Nitekim birçok tağuti sistemde bu işlerlik gözükmektedir. Satılmış basın-yayın organları üzerlerine düşen görevi fazlasıyle yerine getirmekte, muhatap aldıkları insanlara batılı hak, hakkı batıl olarak empoze etmektedirler.
Sömürdükleri insanlara ekonomik, siyasi, iktisadi birçok değişik tehlikeler gösteren bu müstekbirler, söz konusu tehlikelere karşı yegane kurtarıcı olarak kendilerini göstermektedirler. Nitekim böylesi propagandalar ile aldatılmış toplumlar, bu gibi tehlikelere karşı onları kurtarıcı olarak kabul etmekte ve müstekbirlerin İlahi vahye zıd olan şeytani görüşlerini benimseyerek, onlara kulluk yapmaktadırlar.
Oysa asıl tehlike, gösterdikleri siyasi, ekonomik, iktisadi meseleler değil, bizzat kendileridir. Asıl büyük tehlike, savundukları ve basın-yayın organlarıyla halka empoze ettikleri şeytani görüşlerdir. Gündeme getirdikleri siyasi, ekonomik, iktisadi tehlikeler, tehlikenin ta kendisi olan bu namussuzların icraatından kaynaklanan tehlikelerdir.
Bunların tanınması ve tanıtılması gereklidir.
Bunlara akıl danışılmaması, bunlardan yardım beklenilmemesi, savundukları şeytani görüşlerin karşısına Rabbani hükümlerle çıkılması ve aldatılan zavallıların kurtuluşa, gerçek kurtuluşa davet edilmesi gereklidir.
Gerçek kurtuluş ise, Allah’a kul olmayı. Allah’ın hükmü ile çatışan şeytani hükümleri reddetmeyi ve Allah’ın hükmüne teslim olmayı gerekli kılmaktadır.
[1] A’raf,16-17
[2] İbn Kesir, 2/9
[3] İbn Kesir, 2/9
[4] Mücâdele, 19
[5] A’raf Suresi, 12
[6] A’raf Suresi, 12
[7] A’raf Suresi,14-17
[8] Bakara Suresi,170
[9] Bakara Suresi,141
[10] Ankebut Suresi,38
[11] Lokman Suresi,33
[12] Kasas Suresi,87
[13] Zümer Suresi,3
[14] Tevbe Suresi,31
[15] Kasas Suresi,79
[16] Ankebut Suresi,57
[17] Nisa Suresi,118-119
[18] Mücadele Suresi,19