SEYYİD KUTUB BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 157. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
157- İşte Rabblerinden mağfiret (salâvat) ve rahmet onların üzerinedir ve doğru yolu bulanlar da onlardır.
“Rabblerinden onlara mağfiret (salâvat) vardır.” Yüce Allah bu ifade ile sözkonusu seçkin müminleri bizzat kendisinin ve meleklerinin üzerine salâvat getirdiğini bildirmiş olduğu Peygamber’in payına ortak olma bahtiyarlığına yüceltiyor. Bu son derece onurlu bir makamdır. Ayrıca Rabblerinin rahmeti de onların üzerinde! Son olarak da “doğru yolda olduklarını” belirten yüce Allah’ın şahitliği! Bu saydıklarımızın herbiri olağanüstü derecede önemli ve çarpıcı mazhariyetler…
Şimdi de ancak çeşitli meşakkatler sonucunda ulaşılabilen mutlu son ve bunun gerekleri üzerinde duralım biraz da. Evet, topyekün seferberlik tablosu. Müslümanlar sıkıntı çekiyor, şehit oluyor, musibetle karşılaşıyor. Daha? Açlıklar, korkular, mal can ve ürün kayıplarıyla yüzyüze geliyor. Kısaca müslümanlar başlarına gelen bu felaketlerle eğitimden geçiriliyor ki, ileride yüklenecekleri ağır yükümlülüklere, zorlu ve uzun mücadeleye hazır olsunlar…
Yüce Allah sözünü ettiğimiz bütün bu fedakârlıkları terazinin bir kefesine koyduktan sonra öbür kefeye tek bir şey koyuyor: “Rabblerinin mağfiret (salâvat) ve rahmet” ile “doğru yolda olduklarını” bildiren “şahitliğini (tanıklığını)” Başka bir deyimle yüce Allah bu ayette müslüman cemaate ne zafer, ne egemenlik ve ne de savaş ganimetleri vadediyor; O’nun tek vaadettiği şey; mağfireti, rahmeti ve onların doğru yolda olduklarını belgeleyen şahitliği!..
Yüce Allah bu müslüman cemaati, kendi şahsî varlığından ve hayatından daha önemli bir şeye hazırlıyordu. Bunun için onu bütün amaçlardan, bütün hedeflerden, inancının zaferi de dahil olmak üzere bütün beşeri arzulardan arındırıyordu. O, bu cemaati, mutlak anlamda kendine, kendi kulluğuna, kendi çağrısına sarılmaya leke konduran her şeyden soyutluyordu. Müslümanlar, Allah’ın rızasından, mağfiretinden, rahmetinden ve doğru yolda olduklarını belgeleyen tanıklığından başka hiçbir şey beklemeksizin yollarına devam etmeliydiler.
İşte hedef buydu. İşte amaç buydu. İşte kalblerinin uğrunda çarptığı biricik tatlı meyve buydu. Bunun ötesinde, yüce Allah’ın kendilerine nasip edeceği zafere ve egemenliğe gelince bunlar, onların kendilerine değil, yükünü sırtlarında taşıdıkları ilâhi çağrıya aitti.
Yüce Allah’ın mağfireti, rahmeti ve doğru yolda olduklarını perçinleyen şahitliği onların mükâfatını oluşturuyordu. Uğradıkları mal, can ve ürün kayıplarının mükâfatını; çektikleri açlıkların, korkuların ve ağır belâların mükâfatını; katlandıkları öldürülmelerin ve şehit düşmelerin mükâfatını. Terazinin bu bağışları içeren kefesi ağır basar. Çünkü bunlar tartıda diğer bütün bağışlardan, bu arada zaferden, yeryüzü egemenliğinden ve gönüllerde birikmiş öclerin alınmasından daha ağır basan bağışlardır.
İşte yüce Allah’ın müslüman cemaati o bildiğimiz akıl almaz fedakârlıklara hazırlamak amacı ile uyguladığı eğitim metodu budur. Bu eğitim metodu, yüce Allah’ın, sırf kendine, çağrısına ve dinine bağlı kalmak üzere insanların arasından seçip beğendiği herkesin eğitiminde geçerli ve zorunlu olan metoddur.
Bakara suresinin bu bölümü, imana dayalı doğru düşünceye temel oluşturan birkaç ana ilkeyi doğru olarak yerlerine oturtmayı amaçlıyor. Bu arada bu ana ilkelerle ilgili olarak, hakk ile batılı birbirine karıştırmaktan bir türlü el çekmeyen, bu ana temeller hakkında bildikleri gerçeği saklayarak onları kavram kargaşalığına ve yaygaraya boğmaya çalışan Medine yahudilerine karşı koymaya da devam ediliyor. Fakat bu ayetlerde genelleme üslubu benimseniyor. Yani yahudi olsun, olmasın İslâm çağrısının önünde pusu kuran bütün düşmanları içeren genel ilkeler gözler önüne seriliyor. Bu arada, yine genel olarak, müslümanlar, yolları üzerinde bulunan tökezleme noktaları konusunda uyarılıyor.
Bundan dolayı bu ayetlerin ilk bölümünde Safa ve Merve tepelerini tavaf etme konusundaki bir açıklama ile karşılaşıyoruz. Çünkü bu konunun cahiliye geleneklerini çağrıştıran, andıran bir özelliği vardır. Bu açıklama, aynı zamanda, namazda Kâbe’ye doğru dönme ve Hacc ibadetiyle ilgili hareketleri bu merkeze bağlama meselesi ile de ilişkilidir.
Bu yüzden bu açıklamayı, yüce Allah’ın indirmiş olduğu belgeleri ve hidayeti başkalarından saklayan Kitap Ehli (yahudiler ve hıristiyanlar) ile ilgili bir açıklama ve yine onlara dönük sert bir hücum izliyor. Tabii bu arada tevbe etmek isteyenlerin yüzüne tevbe kapısı da açık tutuluyor. Fakat kâfir kalmakta ısrar edenlere, kapsamlı bir lânet ile sürekli ağır bir azabın kara haberi veriliyor.
Arkasından, yüce Allah’ın ortaksız birliği vurgulanıyor, bu gerçeği belgeleyen evrensel ayetlere, delillere dikkat çekiliyor; yüce Allah’a başka şeyleri ortak koşanlar kınanıyor. Bu arada kâfirlerin liderleri ve bağlıları, tavan ve taban kesimleri ile ilgili bir Kıyamet günü tablosu gözler önüne seriliyor. Bu tabloda yüce Allah’ın azabını gören bu iki kesimin birbirleri ile ilişkilerini kestiklerini, birbirlerinden koptuklarını seyrediyoruz.
Yahudiler bazı yiyecek ve içecek maddelerinin haramlığı ve helâlliği meselesini sürekli tartışma konusu yapıyorlardı. Oysa Kur’an ayetleri ile belirlenen bu mesele, onların ellerinde bulunan, fakat insanlardan gizli tuttukları Tevrat’ta da açıklığa kavuşturulmuştu. İşte bu münasebetle bütün insanlara, yüce Allah’ın helâl kıldığı yiyecek ve içecek maddelerinden yararlanmalarını duyuran bir çağrı ile karşılaşıyoruz. Arkasından, insanlar, kendilerine sürekli biçimde kötülüğü ve çirkin davranışlar işlemeyi öneren Şeytan’ın kışkırtmaları konusunda uyarılıyor. Bu çağrıyı, sırf müminlere yönelik başka bir çağrı izliyor. Bu çağrıda müminlere, yüce Allah’ın helâl kılmış olduğu yiyecek ve içecek maddelerinden yararlanmaları, haram kılınanlarından kaçınmaları emredildikten sonra, yahudilerin tartışma konusu yaptıkları ve bile bile inkâr ettikleri haram yiyecekler açıklanıyor.
Bu inkârcılığın suç sebebine bağlı olarak, hemen arkasından, yüce Allah’ın indirmiş olduğu kitabın bazı bölümlerini açıklamaktan kaçınan ve bu ilâhi belgeleri “birkaç para karşılığında satan” kimselere sert bir hücum yöneltiliyor ve böyleleri, Ahirette kendilerini bekleyen akıbetleri ile başbaşa bırakılma, ilâhi öfke ve horlanma gibi ürkütücü cezalarla tehdit ediliyor.
Bu ayetlerin sonunda imanın ve salih amelin temel dayanaklarını içeren ve “iyilik” kavramının mahiyetini açıklayarak imana dayalı düşünceyi gerçek yerine oturtan bir bölüm yeralıyor. Bu bölümde, iyiliğin; dış görünüşe dönük bir şekilcilik demek olmadığı, yüzleri Doğu ya da Batı tarafına çevirme anlamına gelmediği, tersine bu kavramın bilinç, davranış ile bu bilinç ve davranışta yüce Allah’la ilişki halinde olmak anlamına geldiği vurgulanıyor. Bu açıklama ile kıble değişimi olayı etrafında koparılan tartışmalar arasında sıkı bir ilişki olduğu açıkça görülür.
İşte böylece, bu bölümün ayetlerinden buram buram savaş dumanı tüttüğünü, sürekli biçimde savaş konusunun işlenmeye devam edildiğini görüyoruz. Düşünceleri ve değer yargılarını düzeltmek için vicdanların içinde verilen savaş… Buna paralel olarak İslâm düşmanlarının düzenledikleri komplolara, hilelere ve yanıltıcı yaygaralara karşı verilen dış savaş…